26 Nisan 2024 Cuma
İstanbul 19°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Avrasya ve Altı Ok

Semih Koray

Semih Koray

Gazete Yazarı

A+ A-

Kimi yorumcular, FETÖ’nün H. Clinton’ın kampanyasına sağladığı parasal destekten hareketle, ABD’nin Fethullah Gülen’i Türkiye’ye iadesinin zorluğuna dikkat çekiyorlar. Oysa FETÖ ile H. Clinton arasındaki ilişki “parasal desteğin” çok ötesindedir. Obama yönetiminin hemen seçim öncesinde kazanacağı bir “başarı”, Clinton’ın seçim başarısı için yaşamsal önemdedir. Böyle bir “başarı”nın kitleleri yeterince etkilemesi için “izahtan vareste” olması gerekir. Bugün Amerika açısından uzun uzadıya açıklama gerektirmeyen bir başarı öyküsünün anahtar sözcüğü ise, Irak’ta Musul, Suriye’de Halep’tir. Amerikancı-FETÖcü darbe girişimi başarılı olsaydı, o zaman Soros’un ülkemizin en önemli “ihraç metaı” olarak nitelediği silahlı kuvvetlerimizi Amerika adına Musul ve Halep’te kanını dökerken bulmamız hiç de şaşırtıcı olmayacaktı. Üstelik bu durum, Obama’nın “başkalarını ABD adına savaştırma” doktrininin ilan edildiğinden bu yana kazandığı en somut başarı olarak kayda geçecekti.

Seçeneğin ötesinde bir zorunluluk

Ülkemiz açısından, Avrasya’da saf tutmak bir seçenek olmanın ötesinde bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu zorunluluğu bize dikte eden de, yine Amerika’nın kendisidir. ABD, milli devletimizi yıkmaya, milletimizi dağıtmaya ve vatanımızı bölmeye çalışmaktadır. Bunu yaparken kullandığı bütün araç ve olanakları ona sağlayan ise, ülkemizin Atlantik Sistemi içinde yer alması olmuştur. Vatan Partisi, bu durumu daha en başından itibaren saptamış, programının merkezine yerleştirmiş ve mücadelede ona göre mevzilenmiştir. Ama bu gerçeğin kendi deneyimleri içinde kitlelere malolması, ABD’nin PKK-PYD’yi “Ortadoğu’daki kara gücü” olarak ilan ettikten sonra, FETÖ’yü milli devletimizi yıkmak için harekete geçirmesiyle gerçekleştirmiştir. PKK ve FETÖ’nün halk düşmanı yüzü, bu mücadele içinde hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde açığa çıkmıştır.

Avrasya’nın ortak istemi

Bugün Avrasya’yı birleştiren harç, ezilen-gelişen milletlerin paylaştığı “yurtta barış, dünyada barış” özlemidir. Ortak istem, emperyalizmin saldırı, baskı ve dayatmalarını altedip, “ezilen milletlerin” kendi seçtikleri yoldan gelişmelerini sağlama özgürlüğünü elde etmeleridir. Ülkemizde millet bilincinin bir sıçrama yaşamakta olması, ülkenin devleti ve milletiyle topyekûn birliğine olan ihtiyacın çok daha güçlü bir biçimde duyumsanmaya başlaması, Türkiye’nin Rusya ile stratejik bir ortaklığın yanı sıra Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması için bölge ülkeleriyle işbirliğine yönelmesi, adeta emperyalizmin sıkıştırdığı “kul”un imdadına yetişen “Hızır”ı anımsatmaktadır.

Hızır kendiliğinden yetişmez

“Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez” söylemi, kuşkusuz insanlığın önemli bir deneyimini yansıtmaktadır. Ama Hızır ne kendiliğinden gelir, ne de milletin dışındadır. Hızır, karşı karşıya kaldığı zorlukların üstesinden gelmek için, milletin bütün birikim ve yetisini güç olarak açığa vurmasıdır. Türkiye, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet Devrimi’nde kendi Hızır’ını kendisi inşa etmiştir. Atatürk Devrimi’nin gücü, millettir. Devrim, milletleşme sürecinde karşı karşıya geldiği sorunları birer birer çözerek ilerlemiştir.
Avrasya’nın ortak programı Altı Ok’tur

Atatürk Devrimi’nin ilkeleri, dünya devrimlerinin kazanım ve deneyimlerinden de yararlanarak, bu süreç içinde oluşturulmuştur. Devrimin temel gücü millet olduğu için “milliyetçilik”, “hakimiyet kayıtsız şartsız milletin olduğu” için de buna uygun devlet biçimi olarak “cumhuriyetçilik” benimsenmiştir. Emperyalizme karşı mücadelede halkın seferber edilmesi, ancak “halkçılık”la sağlanabilir. Günümüz dünyasında, emperyalizmin denetimine karşı direnerek gelişecek üreten bir milli ekonomi, ancak “devletçilik”le güvence altına alınabilir. Dinsel temelde feodal parçalanmaların önüne geçerek milli birliği sağlamanın tek yolu “laiklik”ten geçer. Bir devrim, ancak kendisini sürekli aşarak daha ileri hedeflere yöneldiği takdirde sürdürülebilir. “Devrimcilik” ilkesi onun için vardır. İktidarın kaynağı olarak dinin yerine milletin geçirilmesine, dogmanın yerine de akıl ve bilimin geçirilmesi eşlik eder.

Altı Ok, bugün bütün Avrasya’nın programının temelini oluşturmaktadır. Çünkü bu program, ezilen milletlerin emperyalizme karşı mücadelesinin beraberinde getirdiği zorunlulukların bir özetidir. Türkiye, emperyalizmin denetiminden çıkma ve Avrasya’yla birleşme sürecine girmiştir. Bu süreç, ülkemizdeki bütün siyasal güçleri Atatürk Devrimi’yle sınayacak bir süreçtir. Bu sınavdan geçenler, ayakta kalarak gelişirken, sınavda tökezleyen siyasal güçler parçalanarak güçlerini yitireceklerdir.