29 Mart 2024 Cuma
İstanbul 22°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

İğneyi kendimize, çuvaldızı Moody’s’e...!

Ufuk Söylemez

Ufuk Söylemez

Eski Yazar

Moody’s kredi derecelendirme kuruluşunun Türkiye’nin kredi notunu düşürmesinin ardından yapılan yorum ve analizlerin büyük çoğunluğu maalesef akıl-bilgi ve deneyimden oldukça uzak ve yetersiz kalıyor.
Bir kısmı “yandaş” medyada, duygusal ve hamasi tepkilerini dile getiriyor.
Holding medyasındaki yazar ve yorumcular ise her şeyin “toz pembe” olduğunu, bu indirimin “olumsuz” etkilerinin hiç de önemsenmemesi gerektiğini söylüyorlar ve pembe tablolar çizip, yorumlar yapıyorlar.
Hâlbuki “gerçekçi” olmak, akılcı davranmak ve sağduyulu olmaya çalışmak en doğru yöntem.
Kuşkusuz ki, “kapkara” bir tablo çizerek, panik yaratacak kötümser yorumlar ve/veya ekonomik kriz çığırtkanlığı yapmak da hiç doğru değil.
Çünkü biliyoruz ki, her ekonomik kriz bir yandan o dönemdeki siyasi iktidarın alaşağıya edilmesine neden olsa da, diğer yandan yine ağırlıklı olarak geniş halk kesimlerinin daha da yoksullaşıp-zora girmesine sebebiyet veriyor. Yani krizin bedelini sadece müsebbipleri değil, bütün millet ödemek zorunda kalıyor.
Kredi derecelendirme kuruluşlarının verdikleri ülke notları, uluslararası yatırımcıların yanı sıra, yatırım fonları ve özellikle emeklilik fonlarının yönetimleri için de önemli. En az 2 uluslararası derecelendirme kuruluşundan -geçerli- yeterli not alamaması halinde, o ülkeye yönelik uluslararası fonların akışında sınırlama ve/veya azalma başlar. Ülke riski yükselir, gelen paranın maliyeti de artar.
Böyle ülkelere yönelmiş olan, portföy-fon ve emeklilik kurumlarının yöneticileri ise sorumluluk altında kalırlar ki, çoğu böyle bir riskten kaçınır.
Türkiye 3.5 yıl önce 2013 Mayıs ayında kavuştuğu “yatırım yapılabilir” notunu kaybetti. Şimdi Fitch’in bu konudaki kararı bekleniyor.
Şu anda Fitch ve JCR (Japon Kredi Derecelendirme Kuruluşu) Türkiye’yi halen “yatırım yapılabilir” seviyede tutuyorlar. Bu da bir şans.
Türkiye Amerikan Sermaye Piyasası Kuruluşu (SEC) tarafından “tanınan ve kabul edilen” kredi derecelendirme kuruluşlarından sadece bu ikisinden “yatırım yapılabilir” notunu almış durumda hali hazırda.
Şimdi önemli olan bu durumun korunması. Yıllardır bir türlü yapılamayan “yapısal reformların” bir şekilde hayata geçirilmesi gerekiyor. Yatırım ikliminin yeniden tesisi, hukukun üstünlüğünün sağlanması, terör-darbe ve siyasal istikrarsızlık görüntüsünün ortadan kaldırılması da şart.
Ancak, “el parası” yerine kendi “tasarruflarını” arttırmak için köklü bir zihniyet ve politika değişikliği gerekiyor.
Gerçekçi kur uygulamayarak, sıcak parayla borçlanıp, ithalatla tüketimi teşvik eden politikalarla, mevcut durumu ve görünümü daha da riskli hale getirdiler.
Elbette S/P, Moody’s ve Fitch gibi kredi derecelendirme (rating) kuruluşlarının siyasal amaçlı raporlama ve kritik zamanlamalarıyla kuşku yaratan bir geçmiş sicilleri ve kötü şöhretleri var. Ama yine de bir ülkede her şey güllük-gülistan iken böyle bir işe kalkışmaları da, unutulmasın ki, hiç de kolay değil.
Yani onlara malzeme ve istismar ortamı vermekten kaçınmak gerekiyor,
Ekonomik büyüme patinaj yapıyor, işsizlik çift hanelerde geziniyor.
Enflasyon gelişmiş ekonomilerde sıfır veya yüzde bir civarındayken, bizde yüzde 10’lara yelken açmış vaziyette.
1 yıl vadeli dış borçlar ve cari açık toplamı 200 milyar dolara çıkmış durumda. Hal böyleyken ekonomi yönetimi hala tüketimi kamçılayarak, kredi kartı ve borçlanmayla tüketimi teşvik edecek adımlar atıyor.
Hâlbuki Türkiye, gelişmiş ve gelişmekte olan 40 ülke arasında tasarruf oranı yüzde 12-13’lere kadar düşmüş olan tek ülke konumunda maalesef.
Moody’s, diğer ülke uygulamalarında “izlemeye” aldığı ülkelerle ilgili kararını 16-18 ay içinde verirken, Türkiye için 30 ay bekledi.
Zamanlama manidar elbette.
Ama Standart&Poors’tan sonra Moody’s’in de aynı noktaya gelmiş olması iyi bir şey değil.
Ekonomide sıcak parayla borçlanarak, 'ithal et ve tüket’ anlayışının daha fazla sürdürülmesinin koşulları artık ortadan kalkıyor.
İmalat yerine ithalatı, üretim yerine tüketimi, tasarruf yerine borçlanmayı koyan bu zihniyetle daha fazla devam edemeyiz.
Hamaset yaparak, dünyaya efelenmek ya da pembe tablolar çizmeye çalışmak yerine, gerçekçi-akılcı, doğru bir üretim ekonomisini karma ekonomik bir modelle hayata geçirmek gerekiyor.
Sorun sadece Moody’s veya S/P değil, Nasrettin Hoca misali “…bizim, ekonomi yönetiminin-iktidarın bu noktaya gelinmesinde hiç mi kabahati yok” diye düşünmek de gerekiyor.
Yani iğneyi kendimize, çuvaldızı “Moody’s”cilere…