22 Kasım 2024 Cuma
İstanbul 18°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

12 yıl önceki yazım: Hazreti Muhammed’in Medeniyet Devrimi

Doğu Perinçek

Doğu Perinçek

Gazete Yazarı

A+ A-

İslamiyet’in ortaya çıkışı, tarihi en az bilen için, yeni bir dinin doğuşudur; ancak tarih içindeki yerine oturtacak olursak, yeni bir uygarlığın kurulmasıdır. Hz. Muhammed, bir peygamberdir. Ama aynı zamanda yeni bir devletin, yeni bir toplumun kurucusudur; büyük bir devrimin önderidir.
BÜTÜN BOYUTLARIYLA DEVRİM
Siyasal açıdan bakarsak, İslamiyet kabileler halinde örgütlenmiş bir toplumun devlete sıçramasıdır. Kabileler arasında baskın basanındır kuralının geçerli olduğu yağmacılığın yerini, devlet düzeninin sağladığı barış ve huzur ortamı almaktadır. Böylece özel mülkiyet ve ticaretin gelişmesi için gerekli koşullar yaratılmaktadır.
Ekonomik açıdan, kabilenin kapalı ekonomisinden ticaretin gelişmesi yoluyla para ekonomisine geçilmektedir. Para kazanan kişi, Allah’ın sevgili kuludur; yani “El-kasip habibullah.”
Mülkiyet ilişkileri açısından, kabilenin ortaklaşa mülkiyeti çözülürken, özel mülkiyet serpilip gelişmektedir.
Bu zeminde kabilenin akrabalık ilişkileri, İbni Haldun’un deyişiyle “asabiye” bağı, Morgan ve Engels’in diliyle “gentilice” (kanbağı) ilişkiler dağılmakta, onun yerini ümmet almaktadır. Bedir savaşında Arap yarımadasında ilk kez akrabalar karşı karşıya gelmiş ve birbirleriyle savaşmışlardır. Bu akrabalığa dayanan toplumun çözülmesi, onun yerini ümmet ilişkilerinin almasıdır. İslamiyet, kabile içindeki kardeşliği, bütün müminlere yayarak ümmet kardeşliğine dönüştürmüştür.
Hz. Muhammed’in getirdiği yeni hukuk sistemi, kervanların basılması ve yağmalanmasını yasaklamış, özel mülkiyet ve ticareti korumuş, böylece devlet düzenini sağlamış ve Arap yarımadasında oluşan büyük bir enerjiyi birleştirip batıya ve doğuya doğru yönelterek büyük bir imparatorluğun önkoşullarını yaratmıştır.
Kuşkusuz bu büyük yönelişin ideolojik ve psikolojik iticilerini de gözden uzak tutmamak gerekir. Toplumu ümmet kardeşliği içinde birleştiren yeni iman, toplumun psikolojisini sarmalamış, büyük bir kolektif enerjiyi ateşlemiş ve cihad yoluyla dışa doğru yayılmayı örgütlerken, tarihsel açıdan da toplumun kendi mücadelesiyle medeniyete sıçramasının manevi gücünü yaratmıştır.
MEDENİYETE GEÇİŞ
Siyaset, ekonomi, toplum ve mülkiyet ilişkileri, hukuk, ideoloji ve toplum psikolojisi açısından toplam olarak baktığımız zaman, İslamiyet’in doğuşu ve gelişmesi, bir devrimdir. Bu devrim, tarihsel açıdan medeniyete geçiş devrimidir. İnsanlığın Sumerlerden ve Çin uygarlığının kuruluşundan beri dalga dalga yaşadığı olay, başka bir tarihsel düzlemde bir kez daha yaşanmıştır.
“Hayatta en hakiki yol göstericinin bilim olduğunu” kabul eden Atatürk ve diğer Kemalist Devrim düşünürleri de, İslamiyet’in bu tarihsel rolünü açık bir dille saptamışlardır.
HAZRETİ MUHAMMED DEVRİMİNİN ÖZGÜNLÜĞÜ
Ancak bu olay, eski medeniyetlerin bir tekrarı değildir. Devlete, özel mülkiyete, para ekonomisine, kanbağı ilişkilerinin çözülerek toplumun sınıflara bölünmesine ve feodal bağımlılıkların oluşmasına, felsefe ve bilimin doğuşuna geçiş anlamında, bütün medeniyetlerin oluşması, her toplumda farklı zamanlarda yaşanmakla birlikte, en sonunda aynı tarihsel aşamaya denk düşer. Ancak her medeniyet, farklı coğrafyalarda, farklı serüvenlerden gelen, farklı birikimler oluşturmuş toplumlar tarafından kurulduğu için, aynı zamanda kendine özgüdür.
Arap yarımadasında yaşayan Bedeviler, Hz Muhammed’in başlattığı devrimle, feodal bir ticaret uygarlığı kurdular. Batıda İspanya’ya doğuda Asya içlerine kadar uzanan yeni imparatorluk, 7-11. yüzyıllar arasında dünya uygarlığının merkezi ve öncüsü oldu.
İslam uygarlığı, Sumerlerden başlayan Ortadoğu, sonra Yunan ve Roma uygarlığının mirasını geliştirdi ve kapitalist Batı uygarlığına taşıdı. İslam uygarlığı ve Türk uygarlığı, bu açıdan 7. yüzyıl ile 15-16. yüzyıl arasında köprü oldu; öte yandan Çin ve Hint uygarlığı ile Batı uygarlığı arasında da bir köprü oluşturdu.
9-11. yüzyılın dünyasına baktığınız zaman, insanlığın kapitalizme doğru sıçrayışını, Ortadoğu merkezinden yapacağı izlenimini edinirsiniz. O sıralar Batı Avrupa, uygarlığın merkezinde değil fakat kenarlarındadır ve bir bakıma derin ve karanlık bir uykunun içindedir. Ancak ummanları aşan denizcileri sayesinde Batı, 15. yüzyıldan başlayarak dünya ticaretine hükmeder; büyük zenginlikler biriktirir. Artık uygarlığın merkezi, Batı Avrupa’ya kaymıştır. Böylece insanlık, kapitalist uygarlığa sıçramasını Avrupa’nın Atlantik kıyılarından gerçekleştirir. Dünün uygarlık merkezi olan Doğu geriliğin kuyularına itilir.
TAŞLAŞAN ÖNYARGILAR VE BİLİMİN BAKIŞI
Dinler birbirine farklı cephelerden bakarlar. Haçlı savaşları ve cihad, bin yılı aşan bir süredir devam edip gelmektedir. Bu savaşlar, dinler arası savaş gibi görülür ama temelinde imparatorluklar ve sınıflar arasında savaştır; zaman zaman da ileri ile geri arasındaki savaştır. Bu savaşlarda din bayrağı altında toplanan imparatorlar ve toplumlar, birbirleri hakkında yüzyılların derinleştirdiği yargılar oluştururlar. O yargılar taşlaşır, karikatürlere yansır.
Ama bilim, İslamiyete bu cepheleşme ve bu bağnazlığın içinden bakmaz. Dünyanın neresinde olursa olsun, ister Çin’de, ister Batı’da Atlantik kıyılarında, ister Rusya ister Güney Afrika’da, dünyanın bütün bilim merkezlerinde İslam’ın ortaya çıkışı, Ortaçağ’ın en büyük devrimidir ve Hz Muhammed de, bu büyük devrimin önderidir.
Bir televizyon programından sonra vicdanlı bir grup İlahiyat Fakültesi profesörü, dokuz hocamız ziyaretime gelmişlerdi. Masaya oturur oturmaz, “Biz dünyaya tarihsel bakıyoruz” dediler. O gün hayatımın büyük mutluluk duyduğum sohbetlerinden birini yaşadım.
İbn Haldun’un deyişiyle “Tarih bilimlerin anasıdır.” Hatta sosyal bilim, tarihten ibarettir. Tarihsellik, gerçeklere yaklaşmanın biricik anahtarıdır.