300 alçak
Arjantinli yazar Jorge Louis Borges’in en ilgi çekici metinlerinden biri, 1960’ta yazdığı “Argumentum ornithologicum’dur”. Türkçe'ye “kuşlar kıssası” olarak çevirebileceğimiz metin, Borges’in Tanrı’nın varlığına dair kurguladığı bir düşünce jimnastiğidir. Borges, özetle “Gökyüzünde kısa bir süre gördüğümüz, varlığını bildiğimiz ama sayamadığımız kuşların aslında kesin bir sayısı vardır. O kesin sayıyı bilen varlık Tanrı’dır” der.
Felsefi anlamda, kesin bir sayıyı bilmenin, bir grup “şeyi” kesin bir sayı olarak ifade etmenin getirdiği gücü görüyor musunuz? Tarih boyunca hep böyle oldu, kesin sayılarla ifade etmek, üç, yedi ya da kırk demek, varlığı sayı ile çerçeve içine almak ona adeta Tanrı katından bahşedilmiş bir güç verdi.
KESİN SAYILAR, GÜÇLÜ ANLATILAR
İncil’de “mahşerin dört atlısı” var mesela. Beyaz, Kızıl, Siyah ve Soluk. Yedi mühür açıldıktan sonra ortaya çıkacaklar ve kıyamet başlayacak. Sığındıkları mağarada Allah tarafından 309 sene uyutulan Ashab-ı Kehf yedi kişidir. Yahya Kemal’in ilk şiirim dediği Mehlika Sultan’da, aşk için yollara düşen gençler de yedi kişidir.
Türk tarihinin efsanevi kahramanı Kürşad, Çin sarayını kırk arkadaşı ile basmıştı. Alevi inancında Hz. Muhammed’in Mirac’a çıkarken konuk olduğu meclis de kırk kişidir. Fransız dilini korumak için 1635 senesinde kurulan Fransız Akademisi, “ölümsüzler” diye bilinen kırk kişiden oluşur.
Öyle sanıyorum ki son üç yüz yılın en önemli gelişmesi hayatımıza kamuoyu kavramının girmiş olmasıdır. Kamuoyu dediğimizde sadece halktan değil, en başta devlet aygıtı olmak üzere kurumlardan da söz ederiz. Dolayısı ile onu etkilemek, bize, hayatın akışına müdahale etme imkanı verir. Özellikle 20. yüzyıl ile beraber çeşitli gruplar, seslerini bu büyük güce duyurabilmek için bildiriler, manifestolar yayınlamaya başladılar. Araştırmacı Samuel McCormick, bu tür çabalara genel olarak “Güce yazılan mektuplar” diyor.
İMZALAR VE SAYILARI
Prensip olarak, mektupların altına ne kadar çok imza atılırsa o kadar kuvvetli olacağı varsayılır. 4 Ekim 1914’te Almanya’nın savaşa girmesine karşı aydınların yayınladığı bildiri, “93’ler manifestosu” olarak bilinir. Fransız aydınlarının Cezayir bağımsızlık savaşına destek veren açıklamasına 121 kişi imza atmıştı, bu da tarihe “121’lerin manifestosu” olarak geçti. Fransa dışında pek bilinmez ama, “121’lerin manifestosuna” karşı yayınlanan bir de “185’ler bildirisi” vardır. Teslimiyete karşı Fransız aydınları manifestosu” diye bilinir.
20. yüzyıl boyunca tüm dünyada küsuratlı destekçi sayıları sık sık böyle bildiriler yayınlandı. Gerçek ötesi (post-truth) samimiyetsizlik çağına girdiğimizden beri ise bu rakamlar yuvarlanıyor. 73, 192, 388 gibi sayıları göremiyoruz. Bunun yerine manşetleri “200 aydından bildiri”, “30 aydından mektup” gibi başlıklar süslüyor. Bu yuvarlama işi, bir yanı ile, en eski efsanelerdekine benzer bir gücü donanma arzusuna denk geliyor. Ama asıl önemlisi çifte standarda dayalı düşünceler üzerine kurulmuş bir öfkeyi ve ‘seçilmiş’ olmanın kibrini yansıtıyor olması. İmzanın kendisi değil reklamı önemli, çünkü çağdaş aydının da önemli olan kısmı aslında “reklamıdır”.
Ergenekon davasında mahkemenin son kararı ile beraber cumhuriyet tarihimizin en organize ihanet hamlesi çırılçıplak ortaya serildi. Ancak, bu kumpaslar kurulurken, “daha da ileri gidilsin” diye alkış tutanların marifetleri hâlâ orta yerde duruyor.
300 “aydının” Ergenekon derinleştirilsin” bildirisi de böyle bir şeydi. FETÖ savcılarından dışarıda bir tek yurtsever kalmayıncaya dek ileri gitmelerini, Türk milletinin beli kırılıncaya dek yüklenmelerini rica ediyorlardı.
Bu 300 rakamı da yukarıda izah ettiğim türde bir yuvarlamadır. Şüphesiz Türkiye’de bundan çok daha fazla alçak bulunabilir. Ancak gördük ki, kaç kişi olursa olsunlar, rakamı neye yuvarlarsa yuvarlasınlar Türk milletinin bileğini bükemezler. Çünkü millet olmak, sadece sayıca büyük olmak değil, sayılardan da büyük olmak anlamına gelir.