31 Mart’tan sonrası tufan (mı)?
Yaklaşan 31 Mart 2019 seçimlerinde dipten gelen güçlü memnuniyetsizlik dalgasını gören AKP iktidarı paniğe kapılmış vaziyette.
Yine olmadık vaatlerde bulunarak, en kötü geride kaldı diyerek, soğan depolarına baskın düzenleyerek, milletin aklını çelmeye çalışıyor.
Kredi-garanti fonundan, teşviklere, ÖTV-KDV indiriminden hibelere, kadar bütçe imkanlarının üzerinde bol keseden parasal ve vergisel imkanları seferber ediyorlar.
Katar-katar özel uçaklarla getirildiği iddia edilen “kaynağı ve sahibi meçhul” dövizler piyasaya boca ediliyor.
Ülkede terör riski, komşularımızın hepsiyle ihtilaflı olmamızdan kaynaklanan jeopolitik riskler ve gerginlikler, hukuk devletinden uzaklaşan, siyasal İslamcı ve otoriter eğilimler nedeniyle yatırım iklimi tamamıyla bozulmuş durumda.
Doğrudan yabancı sermaye girişleri önceki yıla nazaran büyük oranda azalmış durumda.
Hane halkını gelirlerinin ve ödeme gücünün üzerinde borçlanmaya teşvik ederek, borçlanma ve kredi olanaklarını ve teşvikleri piyasaya boca ettikleri için bir yandan da talep enflasyonunun önünü açıyorlar. İstikrarsızlık ve siyasi belirsizlik ise TL’nin değer kaybederek, negatif ayrışmasına neden oldu. Bu nedenle artan kurlar sebebiyle de, maliyet enflasyonu körüklenmiş vaziyette. Döviz rezevleri son yılların en düşük seviyesine inmiş görünüyor.
Enflasyon çift haneye çıktığı gibi, işsizlik de son yılların en olumsuz seviyesine yükselerek %12’lere yaklaşmış durumda. Her 4 gençten biri maalesef işsiz durumda.
Tıkanan ekonomiyi, duran piyasaları ve donan kredileri milletten gizlemek amacıyla tüm ekonomik sorunları ve riskleri ötelemeye, yani halının altına süpürmeye ve saklamaya çalışıyorlar.
Dönem faizini bile ödeyemeyen firmalara limit arttırarak faizi oradan tahsil edilmiş gibi gösteren yöntemlerle, Bankacılık sektöründe donuk ve batık kredilerin yoğunlaşmasına yol açıyorlar.
Beton ekonomisi ve yap-sat rantçılığı ile koca ülke ekonomisinin döndürülemeyeceğinin hala farkında bile değiller, ama yandaş müteahhitlerin konut stokları giderek artıyor ve her türlü teşvik, vergi indirimi ve reklama rağmen satışları geriliyor.
Kredi derecelendirme kuruluşları ardı ardına yatırım yapılamaz notlarını açıklıyor.
Büyüme rakamları, TÜİK’in izah ve kabul edilemez revizyonlarına ve düzeltmelerine rağmen geriliyor. Stagflasyon (ekonomik durgunluk ve yüksek enflasyon) içindeki ekonomi görünen o ki, 2019 ilk çeyreğinde slumpflasyona (ekonomik küçülme ve yüksek enflasyon) sürükleniyor.
Emir komuta ile faizleri düşürmeye çalışan, ihalelerinden yaygın kayırma iddialarının ve yolsuzluk söylentilerinin yükseldiği riskli ve şaibeli bir ekonomi görüntüsü veriliyor ne yazık ki.
Minsky noktası
Son günlerde 1-2 ekonomist ve akademisyenin istisnai olarak değindiği, ama o çoğunluğu oluşturan malum koronun “sansürlediği” bir önemli ekonomist var.
Profesör Hyman Minsky. Prof. Minsky, 1996 yılında yaşamını yitirdi. Ancak bu Keynes ekolünden gelen önemli iktisatçının, “Minsky, noktası - dönemi” olarak bilinen teorisi bugün bir kez daha kanıtlanmış halde.
Prof. Minsky, finans piyasalarında aşırı kar beklentileri nedeniyle giderek spekülatif davranmaya başlayan “piyasa oyuncularının” bir kısır döngüye girerek, giderek daha riskli işlemlere yöneldiklerini, sürekli bizde olduğu gibi “olumlu” haber ve beklentileri “pompaladıklarını” ve piyasaları hep yukarı doğru zorladıklarını, ortaya spekülatif yatırım balonlarının çıktığını, sıkıntı ve problemlerin ötelenerek gözden kaçırılmaya çalışıldığını ama sonunda balonların bir noktadan sonra patlayacağını ve finansal krizin kaçınılmaz olduğunu ünlü teorisinde açıklamıştı.
Prof. Minsky’e göre finansal krizler kapitalist ekonominin karakteridir. Yüksek kar beklenti ve çabaları, yüksek finansal riskleri içerir. Eskiden finansal kriz denildiğinde, Bankacılık krizi düşünülürken bugün, döviz kurundan, mortgage krizine, ardından borsaların yaşadığı çöküşlere varan daha geniş finansal krizlerden bahsetmek kaçınılmazdır.
İşte yirmi iki yıl önce yaşamını yitiren Prof. Minsky’in uyarılarındaki haklılık büyük bir ihtimalle yeniden kanıtlanmış olacak gibi görünüyor. Sorun Türkiye’ de sözde ekonomistlerin, Prof. Minsky’nin bu doğruluğu kanıtlanmış teorisinden kamuoyuna hiç bahsetmemeleri.
Üstelik bunu değerli ve önemli iktisatçıları - kendilerinin uluslararası hiçbir esameleri okunmamasına rağmen- “karamsarlıkla, kötümserlikle” suçlayıp, zeytinyağı gibi suyun üstüne çıkmaları.
Sonuç olarak;
Siyasi iktidar ve ekonomi yönetimi, tüm bu riskleri ve sorunları öteleyerek, bir manada 31 Mart 2019 sonrası tufan anlayışını sürdürüyor sanki.
Halbuki yerel seçimlerin ertesinde bu risklerle ekonomimizin yüz yüze kalacağı aşikar.
Yani artık ertelenmesi, ötelenmesi ve halının altına süpürülmesi, mümkün olmayacak. O zaman da ne yazık ki, artık çok geç olacak!