Agop Dilaçar’ın Türklüğü
Bugün Andımız’a yönelik itirazlar üç ideolojik cepheden geliyor: İslamcılık, Kürt milliyetçiliği ve batıcı-liberal sol. Nitekim AKP’nin Andımız’a karşı tavrı, bu dar çevreler dışında kimseyi sevindirmedi. AKP tabanında Andımız’la didişme tavrının destek görmediği görülüyor.
AKP sözcüsü Ömer Çelik’in Danıştay’ın aldığı karara tepkisi, milli kimlik meselesine bakışının ne kadar sakat olduğunu gösteriyor. Şöyle diyor Çelik: “kimse Türklüğün, çalışkanlığın kıymetini inkâr etmez. Biz şöyle düşünüyoruz, milli kimlik kapsayıcı olmalıdır. Etnik kimliği ne olursa olsun, hepimiz büyük Türk milletinin eşit parçalarıyız. Kimlik dışlayıcı, kırıcı, zedeleyici olmamalıdır.” Bu sözler Erdoğan’ın yıllar önce sarfettiği “sen ne mutlu Türküm diyene dersen, öbürü de kalkar Kürdüm der” mealindeki sözleriyle aynı düzlemde. Erdoğan, Hürriyet gazetesinin logosundaki “Türkiye Türklerindir” ifadesini ahlaksızlık ve hayâsızlık olarak suçlamıştı. Bu bakış açısı milli kimliğin etnikçi/kavmiyetçi bir indirgeme olduğu şeklindeki yanlış anlayışa ve mezhepçi önyargıya dayanıyor.
Bu yaklaşım, Türk kavramını Türkiye’de yaşayan etnik gruplardan sadece birinin adından ibaret gören, gerçek dışı bir siyasi önkabulün dışavurumu. Türk kimliğinin, etnik ve kültürel aidiyetin ne olursa olsun -ki her millette olduğu gibi Türk milletinde de onlarca etnik grup var- Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin kimliği olarak tanımlanmış olduğu ortada. Bu tartışma kaldırmayacak kadar açık bir olgusal gerçek. Buna karşı çıkanlar yel değirmenleriyle savaşmaya kararlı bir küreselci Don Kişot çevresi olmaktan başka bir konuma yerleşemezler. Emperyalizmin ulus-devletleri daha az devlet olmaya doğru zorlaması, ideolojik bir iklim yaratıyor. Buradan güç alarak milli bağımsızlık ve milli ekonomi tasfiyeye zorlanırken, onun milli toplum ve kültür sütunlarına saldıranlar, kimin müttefiki haline düştüklerine dikkat etmelidirler.
Türk kimliğine karşı en kararlı grubu oluşturanlar, Türk etnisitesi dışında Kürt, Laz, Çerkes, Arnavut, Arap vb. gibi bir altkültür dairesine mensup olarak doğduklarını, Türklüğü ise milletin siyasi birliğinin adı olarak kabul etmeyip, onu da diğer etnik gruplar gibi bir grup olarak gördüklerini söylüyorlar. Böylece Türk olmak, etnik gruplardan birinin diğerleri üzerindeki tahakkümü, dayatması olmuş oluyor. Hatta buradan hareketle bazıları Türkiye’nin adına da itiraz ediyor. Önerdikleri düzen, eşit vatandaşlık! Yani kanunlar önünde bireylerin eşitliğini değil, etnik ve dini grupların eşitliğini kabul eden, çok hukuklu federal bir sistem. HDP bu düşüncenin siyasi ve ideolojik merkezi durumunda. Geçmişte bazı İslamcı kanaat önderleri, Medine vesikasından ilhamla çok hukuklu, ulus-devlet karşıtı görüşleri gündeme getirmişlerdi. Geçmişte PKK ile masaya oturmayı içlerine sindirmelerini sağlayan da, ulus-devlet ve yurttaşlık ilkesine yan bakmakta birleşmeleri olmuştu.
Batıcı-liberal sol, tümüyle HDP’nin ideolojik hegemonyası altında. Hatta o kadar ki, HDP ile ittifak etmedikleri zaman Kandil’den zılgıt yiyorlar. Bu çevrenin en seçkin kesimleri, yakın geçmişte PKK’nın hendeklerini kaldırma mücadelesi verdiği sırada Türk ordusunu silah bırakmaya çağıran bir bildiri yayınlamışlardı.
Yurttaşlarımız arasında bu üç çevrenin yaydığı milli kimlik karşıtı görüşlerin etkisi altında kalanlar oluyor. Bunlar Andımız’a ve Türküm demeye karşı çıkarken aslında ulus devletle, yurttaşlıkla ve Türk olmakla özünde kavgalı değiller. Ama kendi etnik kökeni ile milli kimliği arasındaki bağ konusunda kafaları karıştırılmış durumda. Soyadı bizzat Atatürk tarafından verilmiş olan Türk Dil Kurumu’nun ilk Genel Sekreteri Agop Dilaçar (Martayan)’ın neden Türk olduğunu sorduğunuzda şaşkınlıkla yüzünüze bakıp “ama o Ermeni değil mi?” diye sorabiliyor. Dilaçar’ın bu ülkeye vatandaşlık bağıyla bağlı olduğunu; tasada ve kıvançta bir hissettiğini ve böyle olanlara Türk dendiğini iyi anlatmak lazım. Ve tabi Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türk diline yaptığı hizmetlerle çoğu kimseden daha Türk olduğunu da...