Ahlat Ağacı: Susuz kuyuya inmek
'Nuri Bilge Ceylan’ın ne denli iyi bir 'oyuncu yönetmeni' olduğu, pek çok oyuncuyu yoktan var ettiği malum... '
‘Ahlat Ağacı’, özellikle baba-oğul ilişkilerine vurgu yaparak bir taşra ailesinin ‘mevsimler boyu sıkıntısını’ tüm taşra yaşamına yayarak ele alan, sanat ve sanatçılık, din ve inanç, nefret ve merhamet, ‘kazan-kazan’ın geçerli olduğu bir dünyada ‘kaybet-kaybet’e yazgılı olmak üzerine bir Nuri Bilge Ceylan destanı
Sinema tarihinin en büyük yaratıcılarından Stanley Kubrick (1928-1999), çektiği 13 film arasında ayrım yapmanın, hangi filminin en iyi olduğu konusunda karar vermenin zor olduğu yönetmenlerdendir. Kubrick’in tüm filmleri (“Zafer Yolları”, “Spartaküs”, “2001: Uzay Yolu Macerası”, “Barry Lyndon”, “Cinnet”, “Full Metal Jacket”, “Gözleri Tamamen Kapalı” vd.) çok iyidir, her biri başyapıttır. Ve sanki Kubrick, kariyerine başlarken hangi filmini ne zaman çekeceğini, hangisinin son filmi olacağını da kararlaştırmış gibidir.
Aynı şeyi, sekizinci uzun metraj filmi “Ahlat Ağacı”nı seyrettikten sonra Nuri Bilge Ceylan için de düşünmeye başladım. Kendi adıma, ilk dönem filmleri “Kasaba”yı (1997), “Mayıs Sıkıntısı”nı (1999), “Uzak”ı (2002) bambaşka bir sinema duygusuyla anımsıyor ve bu üçlemeyi ayrı bir yere koyuyorum, fakat “Ceylan’ın en iyi filmi şudur...” demem mümkün değil. “İklimler” de “Üç Maymun” da “Bir Zamanlar Anadolu’da” da “Kış Uykusu” da birbirleriyle rekabet ettirilemeyecek denli üstün yapımlar bana sorarsanız.
Üniversiteyi bitirdikten sonra, yayımlatmayı düşündüğü bir kitapla Çanakkale’nin Çan ilçesindeki aile ocağına dönen Sinan’ın öyküsünü anlatan “Ahlat Ağacı” da kısaca söylemek gerekirse, yeni bir Nuri Ceylan başyapıtı.
ATANAMAYANLAR ÖYKÜSÜ
At yarışı tutkusu nedeniyle ailesinin yaşamını evi elektriksiz bırakacak kadar mahvetmiş, cebi delik, gurur yoksunu öğretmen bir babanın “atanamayacak öğretmen” oğlu Sinan’ın önündeki yollardan biri, kitabını sağdan soldan yardım alarak yayımlatmak ve “taşra entelektüeli” olmaya çalışmak... Telefonda uzun uzun konuştuğu bir başka “atanamayan” arkadaşı gibi çevik kuvvet polisi olmak seçeneği de yok değil... Yürüdüğü her yolun belirsizliğe açıldığı ilçede emin bulunduğu tek şey ise “bir gün diktatör olursa” Çan’a atom bombası atacağı!
“Ahlat Ağacı”, özellikle baba-oğul ilişkilerine vurgu yaparak bir taşra ailesinin “sıkıntısını”, tüm taşra yaşamına yayarak ele alan, sanat ve sanatçılık, din ve inanç, nefret ve merhamet, sevda ve evlilik, kâbus ve gerçek, “kazan-kazan”ın geçerli olduğu bir dünyada “kaybet-kaybet”e yazgılı olmak üzerine, baştan sona “kuyu” metaforu çevresinde gelişen, “büyük kentten ve çılgın kalabalıktan uzakta” destanı. Ceylan’ın önceki filmlerinin aksine taşraya bu kez “sevecen” yaklaşmadığı, tatlı sert eleştiriler yönelttiği de dikkat çekiyor.
KUYUNUN DERİNLİKLERİ
Önceki filmlerinin senaryolarında alçak sesle, neredeyse fısıltılı diyalogları tercih eden Nuri Bilge Ceylan’ın bu kez “sessiz bir haykırışa” kapıldığı söylenebilir. Bin bir göndermeyle ve simgeyle dolu, dozunda bir mizaha da hayli yer açan bir film “Ahlat Ağacı”. Sinan’ın ilçede yaşadığı her karşılaşma, uzun ama çok etkileyici diyaloglarla dolu bağımsız bir bölüme dönüşüyor ve ortaya, değil bu yılın, tüm Cannes tarihinin jürilerini toplayıp getirseniz, “yabancıların nüfuz edemeyecekleri” kadar “bize ait” bir film çıkıyor.
Nuri Bilge Ceylan’ın ne denli iyi bir “oyuncu yönetmeni” olduğu, pek çok oyuncuyu yoktan var ettiği malum... “Ahlat Ağacı”nın da en parıltılı yanlarından biri oyunculuk performanslarından kaynaklanıyor. Diğerlerine haksızlık gibi olacak ama Doğu Demirkol (Sinan), Murat Cemcir (baba), Bennu Yıldırımlar (anne), Hazar Ergüçlü (Hatice) ve imam rolündeki Akın Aksu, gerçekten muhteşemler ve “Ahlat Ağacı”nı bir kez de yalnızca oyunculuklarına odaklanarak seyretmeyi adeta zorunlu kılıyorlar.
3 saat 10 dakikalık süresine rağmen sıkılmadan izlenen ve aslında “kuyunun derinliklerine” ne olup olmadığını kavramak için en az iki üç kez seyredilmesi gereken, aynı biçimde tek bir yazıyla yeterince anlatılamayacak bir film var karşımızda.
Filmin başkarakteri Sinan, ikinci kez dönüş yapıyor memleketine... Anlaşıldığı üzere Nuri Bilge Ceylan da pek kolay bırakmayacak onun peşini. Zaten iyi biliyoruz ki yönetmenin her filmi aslında bir “dönüş” öyküsü.
Haruki Murakami, “Zemberek Kuşu’nun Güncesi” romanında “Susuz bir kuyunun dibine indiğiniz gün hayatınız değişir” demişti. Sinan’ın hayatı da kuyuda su bulduğu gün değişecek belli ki.