Alo muhalefet hattı. Kim var orada?
Alo! Alo!
Alo muhalefet hattı!
Türkiye alev alev...
Dış politikada ilişkiler gerildikçe geriliyor. Tehditler havada uçuşuyor. ABD’yle cephe cepheye gelmişiz. Kıvılcımlar uçuşuyor. Namlular üzerimize çevrilmiş.
Rahip cim karnında nokta. Cezasını evde tutukluluk haline çevirmekle baş edilecek gibi değil.
Zaten sorun o değil.
Türkiye sancılar içinde. Yeni bir dünya. Yeni ilişkiler. Türkiye yerini değiştirmek zorunda.
Terör içeriden dışarıdan delikten kafasını kaldırmaya çalışıyor.
Yenik ve yaralı ABD’den, beylik günlerindeki gibi değilse de, onun da eli mecbur; ekonomik yaptırım tehditleri geliyor.
BÜNYE OBEZ
Biz kendimize bakıyoruz.
Ekonomi ne zamandır çığlık çığlığa...
Bünye obezliğe alışmış.
Sıkı diyet programı.
Baştan sona yediğinden içtiğine giydiğine değişmek zorunda.
Borç... borç... dilencilik... yok artık!
Üretim ekonomisi programını yaşama geçirecek. Dayatmış. Yaşam sorunu.
Kaçamağa bile izin olanaksız.
Tehditlere nasıl karşı duracaksınız. Terörün başını nasıl ezeceksiniz. Birlik bütünlüğünüzü nasıl sağlayacaksınız. Başınızı nasıl dik tutacaksınız.
Ekonomiyle “taçlandırmak” zorundasınız.
Acil! Acil!
TEHDİTLERE DOĞRU YANIT
Bir elimizde telefon çırpınıyoruz.
Alo alo bağırıyoruz.
Türkiye bu tehditleri doğru anlamalı.
Doğru yanıtı vermeli.
İktidar yetersiz.
Bu beladan nasıl kurutulacağız?
Alo! Alo!
CHP’den ses yok. Telefonu açan da yok. Kim açacak kavgası olsa başım üzerine. Kim o küçücük binanın küçücük odasında nereye oturacak tartışmasındalar. Doğru! Toplanıyorlar, örgütleniyorlar, açıklamalar yapılıyor. Ama ne derdindeler? İnanın yalın bir Türkiye Cumhuriyeti sorumlu vatandaşı olarak okumuyorum, dinlemiyorum, izlemiyorum bile... İçim kaldırmıyor.
Yanıyoruz diyorum, yanıyoruz!
ABLACIM GEL, GELMEM, KÜSTÜM!
İYİ Parti deseniz. Onlara kızamıyorsunuz bile. Geçen hafta yazmıştım. Bir gün sürmedi ertesi gün yaşamdan örnekler sundular. Öyle bir parti zaten yok hükmünde. “Genel başkan” seçimden bu yana ortada yoktu. Çıktı. Toplantının ikinci saatinde oynamıyorum, oynamıyorum diye omzunu silkti; ağlaşarak küstü kaçtı, gitti. Arabanın önüne yatmalar, “Ablacım gel” “anacığım, yapma etme, kıyma bize...”
Sosyal medyadan bir iki cümlecik, cık cık yanıtlar. “Gelmem de, gelmem... kırıldım...”
Benimki şu anda tam ağlasam mı gülsem mi hali. Kendime yakıştıramıyorum. Zor tutuyorum.
Yanıyoruz diyorum, yanıyoruz...
Kimsenin umurunda mı!
Evet!
Doğruya doğru.
Muhalefet hattından tek yanıt anında tek bir partiden geliyor.
BURDAYIZ NÖBETTEYİZ
Burdayız... burdayız... nöbetteyiz!
Doğru çözüm yanıtı tek bir partiden geliyor.
Yerinde, uygulanabilir, devlet sorumluluğu ölçüsünde...
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek anında sesleniyor:
“Türk milletini, siyasi partileri, kitle örgütlerini, sendikaları Türkiye’nin gündemine davet ediyorum.”
“Türkiye bu süreci güçlü bir milli beraberlik ile yürütebilir.”
“Türkiye’de Amerikancı bir cephe oluştu: CHP, İYİ Parti, FETÖ ve PKK. CHP ve İyi Parti’nin Amerika’nın kurduğu cephede yer alması hem Türkiye açısından hem de partileri açısından ilerde çözülmesi mümkün olmayan sonuçlar doğurur.”
“Türkiye’nin bütün siyasal partilerini bu Amerika tehditlerine karşı beraberliğe davet ediyorum.”
“Aynı zamanda hükümeti de artık ciddi, kararlı tavırlar alarak Suriye ile işbirliğine yönelmesini kendilerine bir uyarı olarak belirtiyorum.”
“Önümüzdeki süreç çok büyük çözümlere gebedir. Türkiye’nin bu süreçten başarıyla çıkabilmesi için milli gücü yerindedir ve ittifak potansiyeli son derece geniştir.”
“Hükümetin yıllardır ABD’den, Avrupa’dan borç bularak sürdürdüğü borçlanma ekonomisi dönemi bitmiştir. Her alanda Türkiye devrimci bir sürece girmiştir. Türkiye bağımsız, başı dik, toprak bütünlüğünü sağlayan, büyük kararlar almak durumundadır. Vatan Partisi’nin Vatan Bütünlüğü ve Üretim Ekonomisi programı Türkiye’nin önüne gelmiştir ve kendisini dayatmaktadır. Önümüzdeki dönem Vatan Partisi dönemidir.”
STARBUCKS STATÜSÜ
Meltem Babaoğlu yazmış. “Starbucks İtalya’da bir tane varken Türkiye’de 408. Karton kutudaki zifte 15 TL verip bir de o kutuyu elinde olimpiyat meşalesi gibi dolaştırıp statü atladığını zanneden öykünmecilik varken bu sayı az bile...”
Ardından sosyal medyada bir tartışma başladı. Ezgi: “Starbucks’da filtre kahve 5.75. Şu geri zekalı muhabbet azalarak bitsin ya. 5.75 vererek priz, internet, çalışma masası gibi hizmetleri saatlerce kullanıp ‘abla çay verem mi?’ sorularına muhatap olmaktan kurtuluyorum. Starbucks’a gitmeyince de sosyalizm nişanı vermiyorlar. YETHER”
Bir diğeri de Starbucks sayısında liste başı olan İngiltere ile kıyaslayıp siyasi yorum yapmış:
“Daha İngiltere’nin yarısı kadar olamamışız bu bir skandaldır ve İngiliz derin devletinin Adnan Hoca’ya operasyon çekmesinin sebebidir.”
TÜRK KAHVESİNİN HATIRI
Daha sonra İtalyan kahvesinin üstünlüğü üzerine muhabbet gelişti. Ama yurtdışına çıkınca İtalyan gençler ilk iş Starbucks’a gidiyorlarmış. İlki birkaç ay önce açılmış Milano’da; bakalım arkası nasıl gelecek.
Ben aslında bizde de tutmaz diyordum. Türk kahvesinin o kadar yıl hatırı var diye, ama Meltem hanımın dediği doğru. O ağzıma değince beni irkilten karton bardaklar ellerinde, üstelik de plastik pipetlerle kahve höpürteten gençleri görüyorum sabahları. Ne damak ne dil ne koku tadına varmadan, porseleni ince mi olsun yoksa sapı kıvrımlı mı olsun fincan tartışması zevkine varamayan gençleri... Üstelik laf aramızda “sosyalizm nişanı” sahibi gençleri bile... Ben sağlıklı ve de sahip olmakla gurur duyduğum kahvaltı geleneğimizin çalışan insanlar ya da okula yetişecek gençler açısından sokağa çıkabilecek hale gelmişi ekmek arası peynir zeytin domates için yağlı poğaça kültürüne karşı kahramanca mücadele ederken bir de bu çıktı.
PİŞMİŞ KEK Mİ ALACAĞIZ
Kızımı hiç unutmuyorum.
Birgün bir arkadaşıma gidiyorduk öğleden sonra. Kapıyı çaldığımızda “şuradan fırından kek alın” diye seslendi balkondan. Bizim Kiraz 10-11 yaşlarında olmalıydı o zaman. Ağzı açık bir yukarı balkona baktı maviş gözlerini açarak sonra bana:
-Nasıl yani anne, pişmiş kek mi alacağız...
Çalışan anneyim, kocam yine iki de bir hapiste... ya da yollarda... ama bizim evde beş dakikada Beşiktaş yağını yumurtasını yoğurdunu bildiğim kek pişerdi. Anneanne olduk hâlâ çalışıyorum, hâlâ ev kekçisiyiz!
Yine bir gün evde kalmışım. İşe gitmemişim. Yazı yetiştirmem gerek. Çocuklar akşamüstü okuldan gelecekler. Hemen bir şeyler karıştırdım, ekmeğin üzerine sürdüm... sürprizz! Çok keyiflendiler. Okuldan gelince anneleri evde, özel bir şeyler yapmış... Ertesi gün yazıya devam ediyorum, yine evdeyim. Saate bir baktım geç kalmışım. Altımızda pastane vardı. Hemen indim iki tane poğaça aldım, yukarı çıkarken rastlaştık çocuklarla. Memo küçük pek anlamıyor daha. Kiraz, sen bir başla ağlamaya. Ne oldu kızım?? Bir şey var sen bizden saklıyor musun?? Ne ki?? Hayal gücü işte... belki de o zamanların çizgi filmlerinden, bilmiyorum... ya da babaları yok, cezaevinde; ben de olmazsam ne olur kurgusu... “Benim bir hastalığım var, öleceğim, son günlerimde böyle özel davranıyorum” sanmış. Yani pastaneden bir şey almak o kadar olağandışı. Hâlâ öyle... Sağlıksız. Çok para!
Arada içilir, arada yenilir.
Ama gelin şu mutfağımızın değerini bilelim.
Öyle zengin ve sağlıklı ki.