Amerikan İlerleme Merkezi ve 'yumuşatılmış muhalefet'
Amerikan İlerleme Merkezi’nin (Center for American Progress) Max Hoffman imzasını taşıyan raporu, okyanus ötesindeki değişim rüzgarlarını Ortadoğu’ya taşıyor.
Türkiye’nin ulusal güvenliğini kollamasından rahatsızlık duyan kimileri, cumhuriyet idarecilerinin de başında kavak yelleri esmediğinin gayet farkındalar.
Amerika’nın politikacılığa hevesli tiyatrocu tiplerinin basmakalıp oyunudur, “demokrasi” ve “insan hakları” savunuculuğu. Turnelerde dünyanın dört bir tarafında sahnelenen bu oyun, yüz binlerce ölüden gözü yaşlı alkış toplamıştır. Fakat oyunun estetiği, sirklerde işkencelerle eğitilen fillerin buz gibi gerçekliğinin gölgesi altında kalmıştır. Kongo’da, ta Güney Asya’daki Vietnam’da, Şili ve Bolivya’da, İran’da...
Eski bir CIA şefi şuna benzer bir şey söylemişti;
“Aslında ABD için bir ülkenin demokratik olup olmayışı, o ülkenin Amerikan politikalarına bağlılığı ile orantılıdır. Söz konusu ülke isterse diktatörlükle yönetilsin, eğer Amerikan çıkarlarına hizmet ediyorsa bizce demokratiktir.”
Doğrusu bu ya, yoksa ABD’nin zaten demokrasiyle yönetilen birçok ülkeye zorbaca çöreklendiği başka türlü nasıl açıklanabilir?
Ancak bu işin bir usulü var. ABD, öyle ülkelerin tepesinde birden belirip “Bakın, ben size demokrasi getirdim, alın dilediğinizce kullanın” demiyor. Önce uygun ortam yaratılıp, içeride birçok sınıftan insan devşiriliyor. Toplumların duygu haritaları çıkartılıp, Amerikan cazibesi uyandırılıyor. Amerikan İlerleme Merkezi (Center for American Progress) gibi odaklardan raporlar yayımlanıp, sahadaki aktörlere sufleler veriliyor. Kamuoyunun algı dizgesi yeniden yaratılıyor. Toplum artık kendini tanıyamaz hale geliyor.
Çehov Kanunu gereğidir, ilk perdede duvarda asılı bulunan tüfek, ikinci perdede mutlaka patlayacaktır. Çehov’un oyunlarında duvarda bir tane tüfek vardır. Oysa ABD’nin bölgede asılı bulunan sayısız tüfeği, Ortadoğu’nun kalbinde patlamak için ikinci perdeyi beklemektedir. ABD tarafından silahlandırılan YPG/PKK gibi mobilize terör örgütleri, yine Amerikan dolarlarıyla fonlanan birçok misyoner sivil toplum ve düşünce kuruluşu bölgede cirit atarken, Hoffman ve benzerlerinin yazdığı tiratlar seyircinin kulağında çınlar. Amerikan İlerleme Merkezi’nin raporuna geçelim. Raporda ne yok ki!
ABD-Türkiye ilişkileri bağlamında hemen hemen bütün gerilim hatları mevcut. Sözde Ermeni soykırımı yalanından Doğu Akdeniz’e, milli sanayi atılımından Halkbank davasına kadar hemen her şey, ABD’nin Türkiye’yi oltada tutmak için geliştirdiği argümanlar arasında.
Ancak her şeyden önce, raporun yayımlandığı fotoğraf ile nasıl bir algı oluşturulmak istendiği gayet açık.
ABD ve Avrupalı devletlerin iç kargaşaya sürüklediği ve terör örgütlerine pay ettiği Suriye’de çekilen bu fotoğrafta, Türk askeri sanki bir işgalci imiş gibi gösterilmek isteniyor. “Milyonlarla tabir edilen mülteciyi ülkesinde konuk eden bir ülkenin askeri nasıl işgalci olabilir?” diye sormak birilerinin aklına gelse de, raporu yazan Max Hoffman’ın aklına Iraklı çocuğa el bombası uzatıp küfür eden ABD askerinin geldiğinden eminim. Ya da emperyalizmin çirkin yüzünün, ailesinden koparıp Ege kıyılarına süpürdüğü Ayla bebeğin...
Hoffman, “2021’de ABD-Türkiye İlişkilerinde Patlama Noktaları” başlıklı raporunun henüz girişinde Türkiye’nin, ABD ve Avrupa’daki Batılı müttefikleri arasındaki ilişkilerin 8 yıllık istikrarlı düşüşüne değiniyor ve başlıyor yakınmaya... Türkiye ve Rusya arasında TürkAkım ve S-400 alımına kadar varan sıkı iş birliği, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs üzerindeki hakların tasarrufu, terör unsurlarının sınır ötesinde engellenmesi ve bağımsız bir dış politika anlaşılan pek hoşuna gitmemiş Bay Hoffman’ın...
Fakat o da, Joe Biden’ın ABD açısından bu makus talihi sonlandıracağı ümidi içerisinde kıvranırken, kimi bölümlerde gerçeği itiraf etmekten kendini alamıyor.
TÜRKİYE, ABD'Yİ KULLANDI MI?
Joe Biden’ı kurtarıcı melek gibi bekleyen birçok kimse gibi, Hoffman da onun Trump politikalarını tersine çevireceği beklentisi içerisinde. Raporda “ABD’den hoşlarına gitmeyen bir resmi politika gördüklerinde, bunu Trump ve Beyaz Saray üzerinden aşmaya çalıştılar. Bu durum şimdi kesinlikle ortadan kalkacak” diyor ve ekliyor,
“Ankara, başkanların kişisel ilişkilerini, daha geniş ABD yönetiminin tercih ettiği politikaları atlatmak veya alt üst etmek için defalarca kullandı.”
'ERDOĞAN TEK TELEFONLA ABD POLİTİKASINI TERSİNE ÇEVİREMEYECEK’
Max Hoffman, raporunda Joe Biden ile birlikte ABD-Türkiye ilişkisinin kişisel nitelikten çıkacağını belirtirken “Erdoğan Beyaz Saray’a tek bir telefonla ABD politikasını tersine çeviremeyecek. İnsan hakları, demokrasi ve yolsuzlukla mücadele ABD’nin gündemine geri gelecek” ifadelerini kullanıyor. İnsan hakları, demokrasi ve yolsuzlukla mücadelenin ABD gündemine geri gelmesinin anlamının, Türkiye’yi içeriden çökertmek için gereken her şeyin yapılacağı anlamına geldiğinden kuşku duyulmamalı. Ne hazindir ki Kongre binası işgâl edilen ABD, demokrasi dersi vermek için hâlâ pek hevesli davranmakta.
Hoffman, Türkiye’nin ABD yönetiminin çıkarlarını alt üst ettiği itirafında bulunurken, Joe Biden ile bu durumun aşılacağını, en azından Türkiye’nin bir “duraklama” ihtiyacı hissedeceğini vurguluyor ve tehdit edercesine şu ifadeleri kullanıyor;
“Cumhurbaşkanı Erdoğan iddialı çizgisini ikiye katlayacak mı? Yoksa Türkiye’nin üç bölgesel çatışmaya ve ekonomisindeki derin kratere göz atıp uzlaşma ölçüsü mü arayacak?”
RUSYA İLE İŞ BİRLİĞİ VE NATO
Hoffman, S-400 hava savunma sisteminin tamamen devreye sokulmasının ABD ile stratejik ilişkisini tehdit edeceğini söylüyor. Ancak ABD yaptırımlarına cevaben Türkiye’nin Rusya ile daha derin iş birliği doğuracağından endişeleniyor. Hoffman, “Türkiye bir yandan NATO üyeliğinin faydalarını görmeye devam ederken, diğer yandan Rusya ile savunma ve stratejik bağlamda iş birliği içerisine giriyor. Bu ABD ve birçok Avrupa ülkesi gözünde kabul edilemez” sözleriyle, Türkiye’nin NATO veya Rusya arasında seçim yapması gerektiğini belirtiyor. Ancak Türkiye’nin S-400’lerden önce yana yakıla Patriot istemesinden pek söz etmiyor. Boynunu giyotine uzatıp, celladını beklemesi isteniyor.
OYUN BAŞLIYOR: ÜLKEDEKİ SİYASİ TUTUKLULAR
ABD’nin ulus yapısını bozmak amacı güden, Kongre’de apaçık silahlı bir terör örgütünün savunuculuğunu yapan, halkı “sivil itaatsizlik” eylemi doğrultusunda sokağa çağıran ve bunun neticesinde onlarca yurttaşın kanına giren bir “politikacı” düşünün. Demokrasinin anavatanı olarak nitelenen bir ülkede bile böyle bir duruma Amerikan yöneticileri veya halkı müsaade eder miydi?
Ancak Türkiye ve benzeri ülkelerde, ABD açısından bir teröristin bile temsil hakkı vardır. Çünkü o, Amerikan çıkarlarının hedef ülkedeki garantörüdür. Birleşik Devletler her petrol kuyusunun başına bir örgüt diktiği gibi, her ülkede de muhalefeti kendisi şekillendirmeyi amaçlar. Böylece Amerikan politikaları dışına her çıkılmaya cüret edildikçe, aba altından sopa gösterilir ve ülke bir anda “kanlı veya kansız” yönetim değişikliğine sahne olur. Bütün toplum için apaçık terörist olan kişi, ABD için “hayırsever bir siyasal tutuklu”dur.
Hoffman da bu noktada Amerikan düşüncesini yansıtırken, Türkiye’yi insan haklarının ihlâl edildiği, demokrasinin ve hukukun üstünlüğünün ayaklar altına alındığı bir ülke olarak tasvir ediyor.
“Erdoğan, hayırsever Osman Kavala veya Kürt lider Selahattin Demirtaş gibi yüksek profilli siyasi tutukluların davalarında uzlaştırıcı jestler yapmakta tamamen isteksiz davrandı. Kürtlerin çoğunlukta olduğu bir sol parti olan Halkların Demokratik Partisi'nin (HDP) eski eşbaşkanı Demirtaş, sürekli olarak barışçıl siyasi diyalog ve direniş çağrılarına rağmen 2016 yılından beri terör suçlamalarıyla hapse atılıyor” diyen Hoffman, ne acıdır ki bu gibi raporlarda ismin başında etnik sıfat bildirmenin heyecanından mıdır bilinmez, Demirtaş’ın Kürt olmadığından da muhtemelen habersizdir. Fakat “hayırsever” olarak nitelediği kişilerin, terörizmle olan yakın ilişkisinden kesinlikle bihaber değildir.
ERDOĞAN'IN BAĞIMSIZ DIŞ POLİTİKA ÇABASI
Raporda gerçeğin itirafı niteliğindeki bölümlerden biri de, özellikle 15 Temmuz 2016 Fethullahçı darbe girişiminin ardından Türkiye’nin milli bir dış politikaya yönelmesi olarak görünüyor. Hoffman, Türkiye ve ABD arasındaki S-400 başta olmak üzere birçok anlaşmazlığa işaret etikten sonra “Bu anlaşmazlıkların çoğu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın daha iddialı ve bağımsız bir Türk dış ve savunma politikası izleme çabalarından kaynaklanıyor. Erdoğan yönetiminde Türkiye, Kuzey Kıbrıs'ta uzun süredir devam eden varlığının yanı sıra Katar ve Somali'de askeri üsler kurarken Suriye, Irak, Libya ve Kafkasya'ya askeri müdahalede bulundu ve Kızıldeniz'deki nüfuzunu genişletmeye çalışıyor. Türkiye, yakın müttefiki Azerbaycan'ın karşılıklı rakibi Ermenistan'dan on yıllar önce kaybettiği tartışmalı toprakları geri almasına yardım ettiği Dağlık Karabağ'daki son çatışmalarda yıkıcı etkiye sahip silahlı insansız hava araçları da dahil olmak üzere, yerli savunma üretimini geliştirmek için çok çalıştı. Ankara ayrıca Doğu Akdeniz'in tartışmalı sularında önemli yeni deniz iddialarında bulunarak Yunanistan, Kıbrıs ve Fransa ile şiddetli gerilimlere yol açtı” ifadeleriyle, Türkiye’nin bölgedeki etkin ve somut gücüne dikkat çekiyor.
YUMUŞATILMIŞ MUHALEFET
Amerikan İlerleme Merkezi’nin raporunun en dikkat çeken ayrıntılarından birisi de, “iç siyasi koalisyonların yumuşatılmış” durumuna işaret ediyor oluşu. Daha önce 2020’nin Şubat ayında yayımlanan RAND Corporation raporunda bahsedilen “Batı yanlısı muhalefet” nosyonunun yerini bu raporda “yumuşatılmış muhalefet” almakta. Hoffman, “Mevcut Türk politikasının bazı yönleri, olası halef Türk hükümetleri altında devam edebilirken, olası alternatif iç siyasi koalisyonların çoğu yumuşatılmış bir duruşa işaret ediyor ve Erdoğan'ın kendine özgü saldırgan tek taraflılık türü kaybolabilir” sözleriyle acaba kimlere işmar etmiş olabilir?
DUVARDA ASILI TÜFEK: YPG/PKK
Raporda ABD ve Türkiye arasındaki patlama noktalarından biri olarak terör örgütü YPG’nin adı anılıyor. Hoffman, raporunda “Amerika Birleşik Devletleri, İslam Devleti'ne karşı YPG'yi destekleyerek Kürt grubunu daha geniş bir çok ırklı şemsiye gruba, yani İslam Devleti'ni mağlup eden ve yakın bir Amerikan ortağı ve Suriye'nin doğusunda kırılgan bir istikrar sağlayan güç olmaya devam eden SDG'ye çevirdi. Türkiye'nin müdahaleleri, Ankara'nın PKK isyanını güçlendireceğinden korktuğu Türkiye'nin güney sınırı boyunca Kürt liderliğindeki özerk bir devletin önlenmesini amaçlıyordu” ifaderine yer veriyor. Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde IKBY benzeri bir özerk yönetime müsaade etmeyişi Max Hoffman’ı kaygılandırıyor olmalı ki, “Erdoğan örneğin Ayn Issa gibi bölgelerde SDG’ye karşı bir hamle yapar mı ya da ne kadar ölçüde yapar, tekrar gerilimi tırmandırır mı, bu da alevlenebilecek yeni bir gerilim alanı teşkil ediyor” sözleriyle Türkiye’nin bölgedeki potansiyel hamlelerine dikkat çekiyor. Hoffman şöyle devam ediyor;
“Biden Kürtler’in siyasi ve kültürel haklarına uzun zamandır sempatiyle bakıyor, Suriye’de IŞİD’i yenilgiye uğratan Kürtler’in öncülük ettiği kampanyanın idaresine katkı sağlamıştı. SDG’ye desteğini muhtemelen koruyacak, bu da Türkiye hükümetini kızdırmaya devam edecek.”
Türkiye’nin tıpkı Turgut Özal gibi, güneyinde kurulmak istenen bir terör devletine yardımcı olması, hiç değilse ses çıkarmaması isteniyor.
Çehov Kanunu gereğince, “ilk perdede duvarda asılı duran tüfek, ikinci perdede mutlaka patlayacaktır” ilkesini esas alarak, ABD’nin “demokrasi tiyatrosunun” asılı tüfeğinin YPG terör örgütü olduğu, tıpkı o tüfeğin duvara boşuna asılmadığı gibi YPG türü mobilize terör örgütlerinin de Suriye topraklarına boşuna yerleştirilmediği kanısındayım.
Joe Biden yönetimini “insan hakları” ve “demokrasi” maskesi altında Türkiye’nin iç işlerine müdahil olmaya özendiren bu gibi raporlar, ABD’nin Türkiye’yi bölme isteğinin izdüşümüdür.
Topraklarımızda kötü emeller güdenlere, Anadolu ozanının manidar deyişiyle sesleniyorum;
“Bütün insanlık adına
Hukuk yapar kendi teper
Kanun yapar geri teper
Vietnam'ın suçu nedir
Hür yaşamak ayıp mıdır
Amerika katil katil katil”