11 Ekim Medyanın Halleri

11 Ekim Medyanın Halleri... Köşe yazarlarının gündemi ne? Gazetelerde neler var? Köşe yazılarında öne çıkanlar neler?

ABD’DEKİ ‘İSRAİL KRİZİ’

BERCAN TUTAR - SABAH

Biden'a göre güya Gazze'deki yıkım bu kadar travmatik olmamalıydı. ABD'nin kırmızı çizgisi Refah çiğnenmemeliydi. Suikastlar yapılmamalıydı. Lübnan'a saldırı olmamalıydı. Gazze'de şimdiye kadar çoktan ateşkes sağlanmalıydı. İsrail ve Arap ülkeleri normalleşme ve Gazze'nin geleceği konusunda anlaşmalıydı.

Ama İsrail şimdiye kadar ABD'nin hiç bir talebine uymadı. Şimdi de İran'a misilleme konusunda anlaşamıyorlar.

---

Nitekim gazeteci Bob Woodward'ın yakında çıkacak olan "Savaş" adlı kitabında, ABD Başkanı Biden'ın İsrail Başbakanı Netanyahu'ya Refah'a yönelik saldırısının ardından 'kahrolası bir yalancı' diyerek küfrettiği ve üst düzey bir Hizbullah komutanının öldürülmesinden sonra da öfkeyle çıkıştığı yer alıyormuş.

Oysa 5 Kasım'daki ABD başkanlık seçimlerine hazırlanan ve hiçbir konuda anlaşamayan iki adayın da tek ortak noktasının Siyonizme hizmette sınır tanımamak olduğunu herkes biliyor. Başkan adaylarının Siyonist rejime destekte sergiledikleri rekabet içler acısı bir tabloya yol açıyor.

Çünkü hayat pahalılığından sosyokültürel krizlere, eğitimden sağlığa birçok hayati sorunla boğuşan Amerikan halkı, yönetimin İsrail'in fantezilerine sağladığı ekonomik ve askeri desteği artık hazmedemiyor.

---

AİLE HEKİMLERİ GİBİ AİLE DANIŞMANLARI GELİYOR

HANDE FIRAT - HÜRRİYET

Günlerdir hepimizin tartıştığı, isyan ettiği bu konuyu ve şiddetin önlenmesi için hangi adımların atılacağını Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş ile konuştum. “Geçtiğimiz hafta, iki genç kızımızın elim bir şekilde katledilmesi hepimizin ciğerini yaktı” diyen Göktaş, şiddetin hiç başlamadan engellenmesinin önemli olduğunu söyledi. Ardından da uygulamaya koyacakları yeni sistemi açıkladı:

- “Nasıl her ailenin bir aile hekimi varsa, biz de her hanenin Aile Bakanlığı’na bağlı bir danışmanı olsun istiyoruz. Bununla ilgili çalışmamızı başlattık.

- Bu bağlamda vaka yönetim sistemimizi tüm genel müdürlüklerimizi kapsayacak şekilde yeniden kurguluyoruz.

- Şiddet uygulayan profiller analiz edilecek, ihtiyaca uygun modüler müdahale programı ile iş akışları geliştirilecek.

- Bu proje ile şiddet uygulayanlara yönelik psikososyal müdahale modelini geliştireceğiz.

EMEKLİ 'ARPALIĞINA' DÜŞMANLIK

SONER YALÇIN - SÖZCÜ

Cumhuriyet sosyal güvenliği, devletin sosyal adaleti kapsamında ele aldı. Öyle ki; kamu çalışanlarına prim alınmadan aylık ödenmesi kabul edildi. Ancak bu maaşların çok düşük olması ve geçinmenin zor olması üzerine 1949’da Emekli Sandığı kurularak primli sisteme geçildi.

İşte… Geldik işin bam teline:

Devlet, emekli olduğunuzda makul-uygun hayat sürmeniz için çalışma hayatınız boyunca prim alıyor.

Devlet aldığı parayı daha da çoğaltabilir veya har vurup harman savurarak büyük bütçe açığı yaratabilir. Ne zaman iktidarlar ikincisini yaptı ise emekliler toplumun önüne kurban atıldı.

Yıllarca prim ödemiş emeklilerin bunun karşılığını almaları hakları değil mi?

Emekçilerin ilerideki emekli maaşları için verdiği primler siyasi iktidarlar aracılığıyla anlamsız harcamalara gittiyse, emeklinin suçu ne? Güvenmişler devletlerine yıllarca prim ödemişler, şimdi hak ettiklerini istiyorlar!

Yani:

Her fırsatta emeklileri hedef almak haksızlıktır. Tek suçlu siyasal iktidarlar. Ülkeyi zenginleştiremediler çünkü.

ÖĞRENCİ ORDUSU!

SERDAR ARSEVEN - MİLAT

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Yükseköğretim Akademik Yılı Açılış Töreni’nde, “2002 yılında 76 olan yüksek öğretim kurumu sayısı bugün itibarıyla 208’e ulaştı. Yine bu dönemde öğrenci sayısı 2 milyondan 7 milyonun üzerine çıktı” dedi.

Üniversite öğrencisi sayısının 7 milyonun üzerinde olduğunu bu vesileyle öğrendik.

Sayın Cumhurbaşkanı, Şubat 2021’de, şunları söylemişti:

“Üniversite sayımızı 77’den 207’ye çıkardık. Almanya’dan çok çok ilerideyiz, onu söyleyeyim.

Merkel’e (O zamanki Almanya Başbakanı), ‘8 Milyon 400 bin üniversite gençliğimiz var!’ deyince, şöyle bir ‘üff!’ dedi.”

-

Konuya doğrudan gireyim ve görüşümü ortaya koyayım.

“Bu kadar çok üniversite öğrencimiz olmamalı, bence.

Hayata daha erken yaşlarda atılanların oranı çok daha fazla olmalı!”

Konuya ilişkin görüşlerimi zaman zaman dikkatlerinize arz etmeye çalışıyorum.

Eğitimcilerin söyledikleri değerlendirmelerimi sabitleştiriyor.

İş dünyasından gelen tepkiler de öyle.

Okumak isteyen çocuklarımıza faydalı olabileceğimiz vakitlerimizi okumak istemeyenlerle başa çıkmak için harcıyoruz! Bazı karanlık yapıların el attığı sorunlu çocuklar, hem ülkemiz, hem diğer çocuklarımız, hem de bizler için tehdit haline geliyor.

12 yıl mecburi eğitim meselesinin üzerine ‘cesaretle’ gitmek lâzım. Çocukları, erkenden mesleğe yönlendirmek… Beş yıl mecburi eğitim tamam. Sonrasında, okula gitmek istemeyenler için, ‘usta’ eğitimi.”

-

Evet, problem çok büyük.

6 yaşından 18 yaşını bitirene kadar “mecburen” okula gidenler ve bu süreçte haliyle bir meslek edinemeyenler için yapılacak ne var?

Üniversiteye gitmek.

“Üniversiteliler ordusu”na katılmak.

Onların da kahir ekseriyeti, mesleksiz diplomalı olduğundan…

İşte size kriz.

Piyasa usta arar, diplomalı vasıfsız ise iş!

Bu zamanda evlenebilmek ve aile geçindirebilmek kolay mı; kira dahil, eve kaç lira girmesi lâzım?

Genç ya iş beğenmez ya da geçinemeyeceği için “mecburen” beğenmez.

İşveren, “işe yaramayan” elemana haliyle para vermek istemez.

Sonra ne olur?

“Devlet”e bir şekilde kapak atan, gemisini kurtaran kaptan.

Devlet, “üniversiteliler ordusu”na yetişemez ki…

Sonraki Haber