14 Ağustos Medyanın Halleri

İşte günün öne çıkan köşe yazıları

BM İLE VARDIĞI CİLVEGÖZÜ MUTABAKATI ESAD’A BÜYÜK ZEMİN KAZANDIRDI

SEDAT ERGİN/ HÜRRİYET

Geçen çarşamba günü Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’in sözcüsü tarafından yapılan bir açıklama, Suriye konusunda son zamanların en dramatik gelişmelerinden birini duyurdu.

Açıklamada, Guterres’in BM ile Suriye hükümeti arasında varılan ortak anlayıştan duyduğu memnuniyet ifade ediliyordu. Bu mutabakat, iki taraf arasında BM insani yardımlarının Bab el-Hava sınır kapısından sevkine altı ay süreyle devam edilmesi konusunda ortaya çıkmıştı.

Tabii Bab el-Hava dediğimiz zaman, hemen karşısında bulunan ve Hatay’dan karayoluyla Suriye’ye geçiş veren Cilvegözü sınır kapısını da anlamamız gerekiyor. Bir başka anlatımla, Türkiye üzerinden Suriye’ye yapılmakta olan insani yardım faaliyetine geçen ay kesildiği yerden yeniden başlanacaktır.

Bu açıklama, Suriye denklemine taraf olan bütün aktörleri, özellikle yardım mekanizmasının kapısını tutan Türkiye’yi, Esad rejimini, onu arkalayan Rusya’yı ve eski sistemin sürmesinden yana duran Batılı ülkeleri ve İdlib’de sahada bulunan grupları, özetle hepsini çok yakından ilgilendiriyor.

Uzlaşının getirdiği fark şurada: Bundan önceki sistemde, BM, Güvenlik Konseyi’nden çıkartılan kararlara dayanarak, Esad rejimini baypas edip insani yardımları Türkiye üzerinden doğrudan Suriye topraklarına sevk edebilmekteydi.

Söz konusu sistem geçen ay Rusya’nın Güvenlik Konseyi’ndeki vetosu nedeniyle devre dışı kalınca, BM, varılan son mutabakatla yardımlarını Suriye’ye bu kez doğrudan Esad rejimini muhatap alarak, onun onayı ile göndermeyi kabullenmek durumunda kalmıştır.

BM çerçevesindeki bu gelişmenin Esad rejimine uluslararası alanda ciddi bir zemin kazandırdığını söylemek objektif bir tespit olacaktır.

BAHÇELİ’NİN ‘SİYASİ KOMŞULUK’ ÇIKIŞI

MAHMUT ÖVÜR/ SABAH

MHP'den ayrılıp "merkez partisi" kuracağını, hatta "başbakan" olacağını ilan eden Meral Akşener, ne yazık ki siyasi yolculuğunun ikinci sınavında da sınıfta kaldı.

"Acaba çekilir mi?" diye beklerken, o tam tersini yaptı; "Hayatımın en önemli pişmanlığı" diyerek hem CHP'ye suçladı hem de partisini.

Sonra da sanki Altılı Masa'yı terk edip kös kös geri dönen, sanki Ekrem İmamoğlu ile gizli kapaklı işler çeviren ve bu nedenle yaşanan büyük seçim yenilgisinin esas aktörlerinden biri o değilmiş gibi 26 Ağustos'ta "Türk siyasetinde önemli bir başlangıç" yapacağını ilan etti.

"Son 7 yılda yapmadığı neyi yapacaktı?" demeye kalmadan devreye MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli girdi ve ezber bozan bir çıkış yaptı:

"Çağırdık dönmediniz yuvaya, yerel iktidarda komşu olalım ülke hayrına."

İyi Partililerin elleri ayaklarına dolaştı. İyi Parti Sözcüsü Kürşad Zorlu da mecburen şu açıklamayı yaptı:

"Güzel ülkemizin temiz kalpli insanlarını, milliyetçilerini, vatanseverlerini, Türkiye sevdalılarını ülke ve millet hayrına İyi Parti'de buluşmaya davet ediyoruz: 26 Ağustos ruhuyla rotamız net, pusulamız millet!"

Anlaşılan bir kez daha "milliyetçi merkez" olma hayaliyle yola çıkacaklardı. Çünkü tabanda müthiş bir rahatsızlık vardı ve o taban, büyüyen "milliyetçi" potansiyelin, İyi Parti eliyle CHP ve HDP'ye payanda olmasını istemediği için arayış içindeydi.

Karşılarında da milliyetçiliğin "merkezi" olmuş, seçim kazanmış bir MHP vardı. İşte bu noktada Bahçeli, İP'in milliyetçi tabana yönelik oyununu gördü ve müthiş bir siyasi hamle yaparak ön aldı:

"Gel ülke hayrına komşu olalım..."

Bu çıkıştan sonra, HDP oylarıyla cumhurbaşkanlığı yardımcılığına razı olan ama içinden geldiği MHP'nin "Gel komşu olalım" mesajına "hayır" diyen bir siyasetçi, artık "milliyetçileri" toparlayabilir miydi?

Devlet Bey'in çağrısına İyi Partililer ne cevap verirse versin, hem siyasette "komşuluk" kavramıyla yeni bir alan açıldı hem de arayış içinde olan milliyetçilere esas adres gösterildi.

Böylece daha çok sınır ülkelerle ilişkilerde kullanılan "komşuluk" kavramı da artık iç siyasetin bir parçası oldu.

AKARYAKIT FİYATLARI

YUSUF DİNÇ/ YENİ ŞAFAK

Son seçimlerde Türk seçmeninin tercihinde ekonominin hangi rolü oynadığı tartışması geri düşse de hala ilginç bir araştırma konusu.

Öyle anlaşılıyor ki; seçmen, Erdoğan’a ekonomi daha iyi olsun diye oy vermedi. Daha kötü olmasın diye oy verdi. En azından kısa vade için. Ki Erdoğan seçim zaferi ile Türkiye’yi hem iktisadi hem siyasi hem içtimai bir kaosun eşiğinden döndürdü. Buna herkes istese de istemese de şahitlik etmek durumunda. Çünkü alternatifte kaostan başka bir sonuç olmadığı yeterince görüldü.

Açıkçası tam Türkçesiyle; Erdoğan seçilerek krizi önledi. Seçmen, esasen Erdoğan’ın takip ettiği uluslararası projelerin tamamlanmasını, terörle mücadelenin hız kesmemesini, eğitim ve aile başlığında reformlar yapılmasını bekliyor. Gene de ekonominin daha kötü olmaması konusunda ısrarcı.

Ücret artışları seçmenin beklentisinin böylesine makul olmasına yardımcı oluyordu. Kısa vadede sorunu yönetilebilir kılıyordu. Zaruri kiracı olanları hariç tutarak bunu söylüyorum.

Fakat emekli maaşı artışının talebin gerisinde kalması önümüzdeki dönemde ücret artışlarına dair endişeler ortaya çıkardı. Özellikle akaryakıt fiyatlarının göz korkutacak şekilde yükselmesi bu endişeyle birleşince toplumsal bir tedirginlik geliştiği anlaşılıyor. Sene sonuna kadar enflasyonist etkiler bu tedirginliği artıracaktır. Bu şartlarda toplumun Ocak zammına bir miktar daha konsantre olacağını anlamak lazım.

Sonraki Haber