17 Nisan 2021 Köy Enstitüleri’nin kuruluşunun 81. Yıldönümü-2: Yarım kalan rüyalar
1950’den itibaren enstitüler her taraftan bombardıman edildikleri bir zamanda Sağlık Bakanlığı’ndan tanınmış bir kişi “Halk sağlığına en büyük hizmeti yapanın Sağlık Bakanlığı değil Köy Enstitüleri olduğu”nu yayınla ifade etmişdi. (Fay Kirby, S: 238-239-240)
Köy Enstitüleri'nin öğrencileri, okullarını bitirip köylerine özgüveni yüksel yetenekli bireyler olarak dönüyordu. Ve köylerinde ekonomik, toplumsal ve kültürel değişimler yaşandıkça, köylülerin sırtından geçinmeyi adet edinenler rahatsız oldu. 1946 yılıydı ve henüz Demokrat Parti kurulmamıştı. Ancak Demokrat Partililer henüz Cumhuriyet Halk Partisi içinde milletvekiliydiler. Laik Cumhuriyet'in karşıtlarından biri olan Reşat Şemsettin Sirer, Milli Eğitim Bakanı oldu. 7 Ağustos 1946’da ülkenin en uzun ve en verimli çalışan Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in bakanlığı sona erdi. Şemsettin Sirer, kayıtlara göre, Cumhuriyet Halk Partisi’ndeydi. Ancak aklı Demokrat Partili idi. Köy sahibi ağalar (Kinyas Kartal) ve Meclis’teki toprak sahibi milletvekillerinin desteği ile 19 Şubat 1947 tarihli ve 5012 sayılı tek maddelik yasayı Meclis’ten geçirdiler. Milli Eğitim Bakanı Şemsettin Sirer’e göre ‘tehlikenin asıl kaynağı bir üniversite özelliği taşıyan Yüksek Köy Enstitüsü’ydü. O da çok sürmedi, can damarı kesilerek kurutuldu. Ardından köy enstitülerinin kuramcısı ve kurucusu olan İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, görevden uzaklaştırıldı. Meclis’ten geçen bu yasanın amacı, kadınları eğitim yasasından ayrı tutmak idi. Bu aynı zamanda Atatürk’ün kadın erkek eşitliği ilkesine de aykırıydı.
Şemsettin Sirer’in 7 Ağustos 1946’da başlayan Milli Eğitim Bakanlığı 8 Haziran 1948’de sona erdi. Bu iki yıl, bir ömre sığmayacak kadar emek isteyen Köy Enstitüleri'ni tarumar etmeye yetti. Yöneticilerin ve öğrencilerin binbir emekle yaptıkları bu güzelim enstitülere verilen ömürler hiçe sayıldı. Ardından Milli Eğitim Bakanlığı’na İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi mezunu Bingöl Milletvekili Hasan Tahsin Banguoğlu getirildi. O da Şemsettin Günaltay kabinesinde görev yaptı. Ne yazık ki yirminci yüzyılda modern ve çağa uygun bilimin, laik ve karma eğitimle köylere ulaşarak toplumsal uyanışın gerçekleştiğini görenler bunu istemedi. Oysa Büyük Atatürk 30 Ağustos 1925’te Kastamonu’da şöyle sesleniyordu:
“Bir toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan oluşmuştur. Mümkün müdür ki bir kitlenin bir parçasını ilerletelim diğerini görmezden gelelim de kitlenin tamamı ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki bir topluluğun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı semalara yükselebilsin? Şüphe yok ki ilerleme adımları dediğim gibi iki cins tarafından beraberce atılmak, ilerleme alanında birlikte kararlı yürümek gerekir. Böyle olursa inkılap başarılı olur.” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. II, S: 226-227.)
UYGARLIĞA GİDEN YOL
Köy Enstitüleri sağ ve gerici kesim tarafından komünist ve dinsizlikle suçlandılar ve karalandılar. 1948’den itibaren Köy Enstitüleri'ni kuruluş amacından çıkardılar, öğretmen okullarına dönüştürdüler. 1950 yılında yapılan seçimlerde Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle Milli Eğitim Bakanlığı’na getirilen Tevfik İleri daha da ileri giderek zaten işlevini yitiren enstitüleri 27 0cak 1954’te çıkarılan bir yasa ile İlköğretmen Okulları ile birleştirerek tamamen kapattı. Binbir emekle kurulan enstitüler, kazanımlarını göremeyecek kadar gerici çevrelerin kurbanı olmuştu.
Türkiye Cumhuriyeti devrimlerinin son halkası olan Köy Enstitüleri olağanüstü bir biçimiydi. Çağdaş uygarlığa açılan laik ve karma eğitimdi. Köy çocuklarına açılan en uygun ve en ekonomik aydınlanma yoluydu. En verimli çalışmalarını 1940-1946 yılları arasında verdiler. Bir rüya gibi kısa süren bu aydınlık yıllarda yoktan var yaratarak en güzel başarılara imza attılar. Hem güzel yaşadılar hem görev yaptıkları köylerine güzellikler yaşattılar. Gerici çevreler işte hep bu güzelliklerden ve toplumsal uyanıştan korktular. Gerçek dışı konuşmalarla karaladılar. Köy çocukları okuyor, köylüler aydınlanıyordu. Köylü sorup sorgulamaya başlamıştı. Tam her şey yoluna konulmuş çağdaş uygarlık yolunda ilerlemeye geçilecekken enstitülerin önü kesilmişti. Köy çocuklarının rüyaları yarım bırakılmıştı. Yalnız çocukların mı? Köy toplumunun da… Türk eğitim sisteminin olağanüstü yenilikçi Atatürk devrimlerinin son halkası ve en büyük devrim olan köy enstitülerini daha ileriye götüreceklerine, kapattılar. Köy Enstitüleri'ni kapatanlar tırnaktan tepeye ilerlemenin de önünü kestiler, Türk eğitim sistemimizi yaraladılar.
Oysa Köy Enstitüleri Atatürk devriminin en son halkasıydılar. Eğitimde Atatürk’ün özleyişlerine uygun çağdaş bir toplum yaratmanın en güzel örnekleriydiler. Onlar açıldıkları yere canlılık getiriyorlardı. Yaşama sevinci çalışma coşkusu veriyorlardı. Tarlalardan, bahçelerden, inşaat alanlarından gelen kazma kürek seslerine öğrencilerin coşkulu sesleri karışıyor, gökyüzü bu seslerle çınlıyordu. Onlardaki bu heyecanı gören köylüler bir başka hayatı tanıyorlardı. Hele işler tamamlanıp da avluda toplandılar mı… İçlerinden birinin çaldığı bir kemanla halaya durmaları yok mu… Bu kez gökyüzünü türkülerle çınlatıyorlardı. Onları gören köylüler şaşırıyor, bu hallerine hayranlık duyuyorlardı. Sanki biraz önce kazma kürek sallayanlar, taş, kum çekenler, tuğla taşıyanlar, duvar örenler onlar değildi. Bu öğrenciler karıncalar gibi çalışkan, ipek böceği gibi üretkendiler. Onlar, yüzlerindeki sevinç, gözlerindeki ışıltılarla; çalışkanlıkları, heyecan ve coşkularıyla içlerindeki hevesle ve dillerindeki:
“Sürer eker, biçeriz, güvenin ötesine/Milletin her kazancı, milletin kesesine/Toplandık baş çiftçinin Atatürk’ün sesine/Toprakla savaş için ziraat cephesine/Biz ulusal varlığın, temeliyiz, köküyüz/
Biz yurdun öz sahibi, efendisi köylüyüz” ile devam eden Ziraat Marşı'yla unutulmuş köylere ve köylülere hayat veriyorlardı. Gökyüzü enstitü öğrencilerinin yüreklerinden kopan bir coşkuyla söyledikleri bu marşla çınlıyor ve aydınlanıyordu. Aydınlıktan korkulur muydu? Ama korkuldu!
Bu kısacık zamanda bile ektikleri tohumlar ve geçtikleri yerlerde silinmeyen izler bırakan bu yürekli güzel insanlara sonsuz teşekkürler. Başta Cumhuriyetimizin Kurucusu Başöğretmen Büyük Atatürk’ü, köy enstitülerinin kuramcısı ve kurucusu İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’u, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’i ve bütün köy enstitüsü müdürlerini ve öğrencilerini (Düziçi Köy Enstitüsü ilk mezunu babam Mustafa Aray’ı ve ikinci mezunu olan annem Nimet Aray’ı) özlem ve minnetle anıyorum. Ve bu özelin özeli güzel insanların önünde bir kez daha saygı ile selam duruyorum. Yaşayan öğretmenlerimden Sayın Abdullah Özkucur’un, Sayın Haydar Demirtaş’ın ve sevgili eşi Mahinur Demirtaş’ın ellerinden sevgi dolu saygı ile öpüyor sağlık ve esenlikler diliyorum. - BİTTİ