19 Mayıs’ı nasıl kutlardık?
19 Mayıs, bir ulusun ayağa kalktığı gündü. Tarihimizle gurur duyar, göğsümüz kabarırdı. Liberal masallarla, demokrasi yalanlarıyla kandırılmamıştı o yıllarda halkımız. Emperyalist ülkelere hayranlık yoktu. Tersine emperyalistlere karşı nefret ve kin vardı insanların yüreklerinde
Resmi bayramlarda ilk şiirimi, ilkokula başlamadan önceki Cumhuriyet Bayramı’nda, Hayrat Merkez İlkokulu'nun bahçesinde okudum. “Ben Türk’üm” adlı şiirin yazarı, Halil Refet Tanışık’tı. Şiirimi ezberledim önceden. İlk kez kürsüye çıktığımdan heyecanlıydım. Yine de şaşırmadan okudum tüm dizeleri: “Ben yüce bir soydanım/ Ateş dalgası kanım/ Doğruyum, çalışkanım/ Türk’ün ne mutlu bana.” İkinci dörtlüğe geçtiğimde heyecanım azalmıştı. “Şarktan garbe giderim/ Kıtalar fethederim/ Gücüm sonsuzdur benim/ Türk’üm ne mutlu bana” diyerek sürdürdüm şiirimi. Alkışlarla onurlandım.
O günlerde bayramları halkın çoğu izlerdi. Bayramlar, bayram gibi kutlanırdı. Kimse kalkıp da bayram günü, bayramları sorgulamazdı. Bunu yapanlar hem ayıplanır hem de onlara hain gözüyle bakılırdı. Çünkü ulusal bayramlar ulusumuzu birleştiren, Türk’ün kahramanlığını anlatan ortak günümüzdü.
Öğretmenlerimiz ulusal bayramlara günler öncesinden hazırlık yaparlardı. Korolar oluşturulur. Söylenecek türküler, şarkılar, marşlar ezberletilirdi. Koroda yer almak, öğrenciler için onur kaynağıydı. Bayramın özelliğine göre piyesler sahnelenirdi. Halk oyunları ekipleri çıkardı bayram yerine. Halk, öğretmenler ve öğrenciler birlikte coşarlardı. Her düzeydeki sınıflardan seçilen öğrenciler şiirler okurdu. Bir öğretmenimiz, birkaç öğrenci günün anlam ve önemini anlatan konuşmalar yapardı. Atatürk’ten, Kurtuluş Savaşı’ndan anılar seslendirilir, bazıları ise canlandırılırdı öğrencilerce. Bayramda görev alan öğrencileriyle anne ve babaları gurur duyardı.
ULUSAL BİRLİK VE TEMİZLİK
Bayram sabahı öğrenciler temiz önlüklerini giyer, kolalanmış yakalıklarını takardı. Öğretmenlerimizin giyimi, kuşamı, ağırbaşlılığı görülmeye değerdi. Halk da temiz giyinerek ve bayramlara tüm yüreğiyle katılarak ulusal birliğin temel taşlarını oluşturmaktaydılar.
Bayraklarımız Sümerbank’tan alınırdı. En güzel kumaşlardan yapılırdı Türk bayrakları. Bayraklar ütülenip sandıklara kaldırılırdı öpülüp koklanarak saygıyla. Zamanı gelince yine öpülüp alına götürülerek açılırdı gururla. Kalitesiz bir kumaştan bayrak yapmak, ulusal değerimize saygısızlık olarak görülürdü. Şimdiki gibi sentetik katılmış uyduruk, tek kullanımlık kumaşlardan bayraklar yapılmazdı o yıllarda. Bayrak demek, ulusun bağımsızlığı demekti. Ona gereken saygıyı göstermek, büyük bir yurtseverlik göreviydi.
19 Mayıs’ın asıl gururunu, ortaokula gidince yaşamaya başladık. Okulun ilk günlerinde bando takımına girdim. Borazan çaldım bu ilk günden başlayarak. Bandodakiler, izci giysisi giyerdi o yıllarda. Bando takımıyla yaşadığımız kasabayı başından sonuna dek dolaşırdık. Okul arkadaşlarımız, uygun adımla ve ellerinde bayramla ilgili sözlerin yazıldığı dövizlerle akamızdan gelirdi. Sağımız solumuz, önümüz arkamız küçük çocuklarla ve köylerden gelenlerle dolardı. Onlar da bizimle yürürlerdi gururla. Kasaba halkının kimi bizimle yürür, esnaf ise dükkânlarının önünden alkışlarla bayram coşkusuna katılırlardı.
Bayramdan bir gün önce ceket ve pantolonumuz, kömür ütüleriyle ütülenirdi. Tertemiz giyinirdik. O günlerde neredeyse arkadaşlarımızın tümünün bir takım elbisesi olurdu. İkinci takım elbisesi olan çok azdı.
TÜKETİM TOPLUMUNA FEDA EDİLMEDİĞİMİZ GÜNLER
19 Mayıs, gençliğin bayramıydı. Bu nedenle gençlik, yetenek ve becerilerini gösterirdi. Jimnastik gösterisi başladığında diller tutulur, soluklar kesilirdi. Bu gösterilere, öğrencilerin tümü katılırdı. Erkek öğrenciler olarak annelerimizin diktiği kara spor donlarını giyerdik. Üstümüzde apak atletlerimiz olurdu. Yoksulluk diz boyuydu. O günün öğretmenleri, okul yöneticileri giyim mağazalarıyla anlaşıp öğrencileri oralara yönlendirmezlerdi. Velilerin cebinden çıkacak bir kör kuruşun bile boşa harcanmamasına özen gösterirlerdi tıpkı kendi paraları gibi. Velilinin parası demek, yurdun parası ve boşa harcanamazdı. Bayramlar, henüz tüketim toplumunun gösterişine feda edilmemişti.
Velilerimiz, akrabalarımız, komşularımız bayram coşkumuza ortak olurlardı. Ezberlerindeki şiirleri, maşları en gür sesleriyle ve tün ciddiyetleriyle okurlarda sabahtan akşama dek. İstiklal Marşı’mızı işittiklerinde büyük küçük demeden herkes hazırolda dururdu. İstiklal Marşı gür sesle söylenirken bayrağımıza bakanların gözlerinde yaş görmek olağandı.
Cumhuriyet yüzlerce yıldır ihmal edilen toprakları bayındır duruma getirmek için var gücüyle çalışmaktaydı. Tutumluluk, bir davranış biçimiydi. Savurganlığa yer yoktu. Kalkınmamızın ilk amacı, kendi kendimize yetmekti.
ÖZGÜRLÜK VE BAĞIMSIZLIK
19 Mayıs, bir ulusun ayağa kalktığı gündü. Böyle bir günde oturmak yakışık almazdı. Küçük yaşta bizlere öğretmenlerimiz, ailelerimiz ulusal gururun nasıl yaşanacağını öğretirlerdi. Küçük eğinlerimizle büyük ülküleri beslerdik kocaman yüreklerimizde. Kendimizi, ulus zora düştüğünde gönüllü askerler olarak görürdük. Yurdumuzun bize gereksinmesi olduğunda her türlü göreve hazırdık. Çünkü bizler, yurda hizmet için doğmuştuk.
Tarihimizle gurur duyar, göğsümüz kabarırdı. Liberal masallarla, demokrasi yalanlarıyla kandırılmamıştı o yıllarda halkımız. Emperyalist ülkelere hayranlık yoktu. Tersine emperyalistlere karşı nefret ve kin vardı insanların yüreklerinde. Atatürk sevgisi tartışılmazdı. Tartışanlar ise meczup olarak nitelenir ve akıl sağlıklarından şüphelenilirdi.
Düzenlenen konserlerde ezgiler halk kokardı. Anlatılanlarda baş dik yaşamanın öneminden söz edilirdi. Birilerine, özellikle de düşmana el avuç açmanın ne denli onursuzluk olduğu vurgulanırdı.
19 Mayıs !919’da “Ya istiklal ya ölüm!” diyerek yurdu kurtarmak için yola çıkan Atatürk, yaşamı boyunca “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir.” ilkesinden ayrılmadı. Özgürlük ve bağımsızlığın, var olmamızın vazgeçilmezi olduğu gerçeğini bir an olsun unutmayarak ulusumuzun 19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı kutlu olsun.