Türk Milliyetçiliği Devrimcidir-2: Nazilerin yükselişiyle gelişen ırkçı tutum

1950 yılından itibaren ülkemizde Batıcılık hızla güçlendi. Her siyasi görüşe ABD eksenli fikirler sirayet etti. Bu süreçte 'milliyetçilik' anlayışı da Batı kontrolüne girdi. Soğuk Savaş sürecinde ABD saflarında anti komünistlik yaptı. Onun mızrak ucu oldu.

Vatan Partisi “Tam bağımsız Türkiye” sloganıyla kalıcı ve istikrarlı bir siyasetle 1968'lerden beri ABD planlarına karşı durdu.

Milliyetçilik ve bağımsızlık daha doğrusu Türk devrimi, Atatürk’ün erken ölümüyle duraklama dönemine girdi. (Kireçlenme 1931’den sonra başlamıştı. Atatürk CHP’den rahatsızdı. Hatta Cumhurbaşkanlığından istifa ederek CHP’nin başına geçme isteği bile kulaktan kulağa yayılıyordu. CHP devlet partisi olmuş, partinin kadroları devlet görevlilerinden müteşekkildi. Halk aşağılara itilmişti. Halk Partisi bir anlamda halksızdı… CHP devrimci bir parti olamamıştı. Atatürk bir konuşmasında “Ne yani biz şimdi seçim mi kazandık? Şaşarım aklınıza. Valilerle, kaymakamlarla seçim kazandık!” demişti. Bu çok şeyi anlatır. Ayrıca bu dönemde milliyetçilik aşırı uçlara kayınca Atatürk rahatsız oldu ve 1912 yılında kurulan Türk Ocakları’nı 1931 yılında kapatarak yerine 1932 yılında Halk Evlerini kurdu.) Büyük atılıma ara verildi. Araya İkinci Dünya Savaşı girdi. Savaş, İkinci Sanayi Kalkınma Planını bile uygulatamadı. İsmet İnönü liderliğindeki Türkiye, Girit’ten Kafkasya’ya kadar geniş bir alanda 1 milyon askerini seferber ederek savunmaya geçti. (Savaşa girmediğimiz halde seferberlik halinde sınırları bekleyen Türk ordusu, 28 bin 749 askerini hastalık ve çeşitli sebeplerle şehit verdi.) Dünyada Alman faşizminin rüzgârları esiyordu. Alman Germen ırkını üstün tutan ideoloji, komünizmi ve Alman olmayan Yahudi ile Çingene gibi diğer ırkları da hedef aldı. Irkçı faşizm gelişen bir ideoloji olarak her ülkeyi etkiledi. Naziler bunu silah (ya da kapı açan anahtar/yayılma aracı) olarak kullandı. Her ülkede kendilerine bağlı ırkçı milliyetçiliği destekledi. Onları kışkırttı. Hatta finanse etti. Bundan Türkiye de etkilendi.

Almanya, 22 Haziran 1941 günü Sovyetler Birliği’ne saldırınca, Türkiye için önemli bir tehlike ortaya çıktı. Büyük komşumuz kuşatılmış ve Sovyetler Birliği’nin içinde bulunan Türk Cumhuriyetleri bize karşı ‘havuç’ olarak kullanılarak, Almanya’nın safına geçmek için baskı yapılmaya başlanmıştı. Bu baskıdan devlet kadroları da etkilendi. Bazı isimler “Nazi hayranı/Alman yanlısı” olarak anılmaya başlandı! Savaşın başından itibaren Türkiye’nin kesin politikası, savaşa girmemek ve tarafsız kalmak şeklindeydi! İsmet Paşa, “Bu savaş bizim değildi. Biz Lozan’da her davamızı halletmiştik.” der. Bunu Atatürk de vasiyet olarak bizlere bırakmıştı. “Büyük devletlere bağımlılık yaratacak ittifaklara girilmemesini ve Sovyetler Birliği’ne karşı asla düşmanlık politikası güdülmemesini” istedi. Türkiye buna uyarak yıkımdan kurtuldu. Devrimini ve devletini korudu.

KÖY ENSTİTÜLERİNE SALDIRI

İnönü döneminde önemli bir hamle Köy Enstitüleri’dir. Bu proje Türkiye tarihinde derin izler bıraktı. Bu projeye de savaşın sonlarına doğru “Komünisttir” denilerek karşı çıkıldı. Irkçı milliyetçi grupların hedefi oldu. Bu akım CHP içinde de gelişti ve İnönü bunlara daha fazla dayanamayarak 1946 yılında kapanmanın yolunu açan Köy Öğretmen Okulları’na dönüştürme kararı verdi. Köy Enstitülerine öğretmen yetiştiren Yüksek Köy Enstitüsü bölümü 1947 yılında, eğitmen kursları da 1948 yılında kapatıldı. CHP içinden çıkan Demokrat Parti döneminde de Köy Öğretmen Okulları 1954 yılında tamamen kapatıldı. Bu projenin amacı vatanseverliği yüksek, üretken ve yetenekli nesiller yetiştirmekti… Buradan yetişecek gençler Türk Devrimini ileriye taşıyacak kuşaklar olacaktı. Bu proje yarım kaldıysa da derin etkiler bıraktı. Bunların içinden çok kıymetli yazar ve aydın yetişti.

Bu süreçte içerdeki milliyetçi gruplar da Almanya’nın oltasına takılarak “Sovyetler Birliği yıkılıyor. Oradaki Türk Cumhuriyetlerini kurtaralım ve birleşelim.” diyorlardı. Bu görüşe ordu ve devlet içinden bazı kadrolar da destek verdi. Bu konuda yayınlar yapılıyordu. Bazı sol gruplar da Sovyetler Birliği’nin yanında savaşa girmekten yanaydı… İsmet Paşa bütün bunlar arasında bir denge kurarak gelişmeleri yakından takip etti ve Türkiye’yi maceraya atmadı. Onun deyimiyle, “Bizi aç bıraktı ancak babasız bırakmadı!”

1949 yılında NATO kuruldu. Türkiye de bu safta yerini aldı. 1950 yılında ABD’nin saldırısıyla başlayan Kore Savaşı’na asker gönderdi.

Nazilerin yükseliş dönemi Türkiye’nin iç dengelerini de sarstı. Bizde de ırkçı/Turancı milliyetçilik anlayışı yayılmaya başladı. Buna Nihal Atsız, Fethi Tevetoğlu, Zeki Velidi Togan ve arkadaşlarını örnek gösterebiliriz. Bu dönemde çok sayıda Türkçü/Turancı dergi yayımlandı. Aşırı ırkçı yayınlar rahatsızlık yarattı. 3 Mayıs 1944 günü Ankara’da gösteriler oldu. Sol sağ çekişmesi şeklinde de tezahür eden olaylar hızla gelişti. Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ve yazar Sabahattin Ali gibi ilerici isimler hedef alındı. (Köy Enstitüleri de bu dönemde hedefe konulmuştu. Sabahattin Ali’nin 2 Nisan 1948 günü işkence sonucu öldürülmesini ve Kırklareli’nde ormana atılmasını antikomünist faşist etkinin devlet içindeki uzantısı olarak ele almak yanlış değildir. Yine bu dönemde Nâzım Hikmet’in 1938-50 arasında tutuklanması ve uyduruk bir davayla hapse atılması da yine bu havanın etkisidir.) Saldırılar Başbakan Şükrü Saracoğlu’na kadar vardı… Bu saldırılar artınca Irkçılık-Turancılık Davası kapsamında 23 isim tutuklandı ve haklarında dava açıldı. Dava 7 Eylül 1944'te başladı. 29 Mart 1945'e kadar sürdü. Yargılamalar sonucunda Zeki Velidi Togan, Hüseyin Nihal Atsız, Alparslan Türkeş, Reha Oğuz Türkkan, Cihat Savaş Fer, Nurullah Barıman, Fethi Tevetoğlu, Nejdet Sançar, Cebbar Şenel ve Cemal Oğuz Öcal çeşitli cezalara çarptırıldılar. 13 kişi serbest kaldı. 26 Ekim 1945 tarihinde de kalanlar tahliye edildi. Kısa süreli hapisler, bugüne kadar bir ‘dava’ olarak kullanıldı ve “3 Mayıs Türkçüler Günü” olarak anılmaya başlandı.

İNÖNÜ’NÜN IRKÇILIĞA TAVRI

Cumhurbaşkanı İsmet Paşa ırkçılara yönelik 19 Mayıs 1944 tarihinde sert bir konuşma yaparak onları uyardı. Bu konuşma anlamlıdır. Paşa burada şu ifadeleri kullandı:

“Türk milliyetçisiyiz, fakat memleketimizde ırkçılık prensibinin düşmanıyız. Memleketimizde politika garezleri için uydurulan ırkçılık önderlerinin çok acıklı faciaları hatıralarımızda canlıdır.

Köy Enstitülerinde, her çeşit okullarımızda, müesseselerimizde, ordumuzda müşterek vatanın ülkülerini Türk çocuklarına, eşit, adalet ve şefkat hisleriyle vermeye çalışıyoruz. Onları büyük Cumhuriyet potasında kaynatıp meydana Türk vatanseveri çıkarmaya uğraşıyoruz. Vatandaşlarım emin olabilirler ki muvaffakiyetlerimiz esaslıdır ve gelecek zamanda daha göz alıcı olacaktır.

Türkiye’yi istikrarsızlığa sokarak “yönetilebilir” bir hale getirmek hedeflendi. Darbeler ve olaylar bunun için tertiplendi.

Türk milliyetçiliği içinde vatan çocuklarının temiz ülkülü ve vatan fikirli olarak birbirine dayanan sağlam bir millet olması, erişilmez ve yanlış bir hayal değildir. Bunun doğru bir fikir ve erişilir bir hedef olduğunu, elle tutulur ve gözle görülür neticeleriyle tamamıyla alıyoruz. Şimdi insaf ediniz. Türk vatandaşı yetiştirmek için bütün iyi şartları özünde toplamış olan bu feyizli yolu bırakır da, ırkçıların milleti bin bir parçaya ayıracak fesatlı ve nifaklı zehirlerine cemiyeti kaptırır mıyız?

Turancılık fikri, yine son zamanların zararlı ve hastalıklı gösterisidir. Bu bakımdan Cumhuriyeti iyi anlamak lâzımdır. Görülüyor ki, millî politikamız memleket dışında sergüzeşt aramak zihniyetinden tamamen uzaktır. Turancılar, Türk milletini bütün komşularıyla onulmaz bir surette derhâl düşman yapmak için birebir tılsımı bulmuşlardır. Bu kadar şuursuz ve vicdansız fesatçıların tezvirlerine Türk milletinin mukadderatını kaptırmamak için elbette Cumhuriyetin, bütün tedbirlerini kullanacağız. Fesatçılar, genç çocukları ve saf vatandaşları aldatan fikirlerini millet karşısında açıktan açığa münakaşa edemeyeceğimizi sanmışlardır.

Şu hâlde yaldızlı fikirler perdesi altında doğrudan doğruya Cumhuriyet'in, Büyük Millet Meclisinin mevcudiyeti aleyhinde teşebbüsler karşısındayız. Bu hareketlerden yalnız yabancılar faydalanabilirler.

Vatandaşlarım! Emin olabilirsiniz ki vatanımızı bu yeni fesatlara karşı da kudretle müdafaa edeceğiz...” (İnönü Diyor ki, Nutuk, Hitabet, Beyanat, Hasbihaller, Toplayan-Hazırlayan: Prof. Dr. Herbert Melzig, Ülkü Basımevi, 1946, s.115-117.)

SAVAŞ SONRASI MİLLİYETÇİLİK ANLAYIŞI

İkinci Dünya Savaşını Hitler Almanya’sı kaybedince ırkçılık da büyük darbe aldı. İtibar kaybetti. Ancak izleri günümüze kadar sürdü. Savaşta Avrupa yakıldı yıkıldı. Toplamda 60 milyon insan öldü. 26 milyonu Sovyetler Birliği asker ve vatandaşıydı. Savaşın en ağır faturası onlara çıktı. Zafer de onların büyük insan gayretiyle ve emeğiyle gerçekleşti. Savaşın galipleri arasında ABD, İngiltere ve Fransa da vardı. 1945’ten sonra yeni bir dünya ortaya çıktı. Savaştan en kârlı çıkan ülke ise kuşkusuz ABD oldu. Kendi topraklarında yıkım yaşamadı. İnsan kaybı da başkalarına göre az oldu. Büyük üretim gücüyle savaşın her alanda tedariğini sağladı. Bundan da çok kârlı çıktı.

Eski kapitalist merkez Avrupa ise büyük darbe aldı. Ekonomide ve siyasette geriledi. Sovyetler Birliği ise yaralarını sarmaya çalışırken, ABD dünya siyasetinde öne geçti. Faşizmi yıkan güç olarak itibar da kazandı. “Hür dünyanın” ve “demokrasi güçlerinin” lideri oldu. Dünyaya “demokrasi” ihraç etmeye başladı. Çok partili sistemi destekledi. Demokrat partiler genellikle ABD yanlısıydı… Avrupa’nın tekrar ayağa kalkması için finans desteği de verdi. Bu siyasetle Avrupa’yı etkisi altın aldı.

Cumhurbaşkanı İsmet Paşa ırkçılara yönelik 19 Mayıs 1944 tarihinde sert bir konuşma yaparak onları uyardı.

Zaferden sonra dünya hızla iki kutuplu eksene girdi. ABD, Sovyetler Birliğine karşı rakip ülke olarak davranmaya başladı. Atom bombasını yapması stratejik üstünlük sağladı. Bu rekabette Nazi artıklarını bile kullandı. 1949 yılında NATO kuruldu. Türkiye de bu safta yerini aldı. 1950 yılında ABD’nin saldırısıyla başlayan Kore Savaşı’na asker gönderdi. ABD’nin amacı Güney Asya’da hakimiyet kurmak ve Sovyetler ile Çin’in bölgede etkin olmasını önlemekti. Bu çerçevede gelişen olaylarda Türkiye 1952 yılında NATO’ya alındı. Artık Türkiye “Yeni Dünya”da yerini almış oldu. Buna İsmet İnönü de itiraz etmedi. Hatta Kore’ye asker göndermeye bile. İtirazı asker gönderme kararının TBMM’den geçirilmemesiydi…

Dünyadaki bu saflaşma Türkiye siyasetini de etkiledi. 1946 yılında çok partili yaşama geçildi. 1950 seçimlerinde ABD’ye yakın gözüken Celal Bayar-Adnan Menderes liderliğindeki Demokrat Parti (DP) seçimleri kazanarak iktidara geldi. CHP uzun yıllar muhalefette kalarak bugünkü noktaya geldi.

1950 yılından bu yana Türkiye’de Batıcılık hızla gelişti. Her siyasi görüşe sirayet etti. Bu süreçte milliyetçilik anlayışı da ABD kontrolüne girdi. Soğuk Savaş sürecinde ABD saflarında anti komünistlik yaptı. Onun mızrak ucu oldu. 1968 gençlik hareketinin ABD emperyalizmini hedef alması bu güçleri rahatsız etti. Karşısında ise MHP, Komandolar ve Ülkücü Gençlik hareketi gelişti. 1969 yılında Alparslan Türkeş’in Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve 1970 yılında da Necmettin Erbakan’ın Milli Nizam Partisi (MNP)’nin kurulması anlamlıydı… Biri milliyetçi diğeri de mukaddesatçıydı.

NATO süreciyle birlikte Emniyet-TSK ve devlet kadroları içine ABD’nin Gizli Devlet Yapılanması Gladyo yerleştirildi. Bu teşkilat kendini, olası Sovyet işgaline karşı Türkiye’yi kuruma göreviyle kamufle etti. Türkiye’nin iç işlerine karışmaya başladı. 1980 yılına kadar süren kışkırtmalarda MHP ve Ülkücü Gençler içinden devşirilenler şiddet olaylarında kullanıldı. 68 hareketi kadroları, 1971 ve 1980 darbeleriyle biçildi. Bu süreçte kuşkusuz onların da hataları vardı. Ancak şu bir gerçek ki bu kışkırtmanın amacı Türkiye’yi istikrarsızlığa sokarak “yönetilebilir” bir hale getirmekti! Darbeler ve olaylar bunun için tertiplendi. Bu süreçte çoğu genç 5 bin 463 vatandaşımız hayatını kaybetti. Türkiye büyük dönüşüme uğratıldı. Siyasete ABD müdahalesinin yolu açıldı. CHP bile sosyal demokrat partiye dönüştü. ABD etkisine açık hale geldi. ABD tarafından bağımsızlıkçı vatansever sola karşı dincilik boca edildi. Burada da Fetullah Gülen (FETÖ) gibi isimler ve tarikatlar palazlandırıldı. Türk vatanseverliği törpülenmeye çalışıldı.

Ancak gençliğin ve milletimizin içindeki bağımsızlık aşkı yok edilemedi. Bu dönemde Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi ve bugünkü Vatan Partisi “Tam bağımsız Türkiye” sloganıyla kalıcı ve istikrarlı bir siyasetle ABD planlarına karşı durdu. Türkiye’nin bağımsızlığını savundu. Sahte solun hatalarını yapmadı. Onları teşhir etti. Sağlam siyasetlerle her zaman Türkiye’nin sorunlarına çözümler üretti.

DEVAM EDECEK

HER DÖNEM AYRI NİHAL ATSIZ

Milliyetçi kesimin önemli ismi Nihal Atsız, özellikle İkinci Dünya Savaşı yıllarında yazdığı ırkçı yazılarıyla dikkat çekmiş ve adından sıklıkla söz edilir olmuştur. Denge ve tarafsızlık politikası güden Türkiye’nin o günlerdeki politikalarına ters düştüğü için hakkında dava açılmıştır.

Nihal Atsız’ı ele alırken onun dönem dönem fikirlerinde değişiklikler olduğunu görüyoruz. 1905 doğumlu Atsız, Atatürk döneminde Atatürk’ü öven ve yapılanlara itiraz etmeyen bir insan, 1932 yılından sonra aşırı milliyetçi ve ırkçı yazılarıyla dergisi kapatılan (1934) ve bazı isimlerle kavga eden, İsmet Paşa döneminde ırkçı ve Turancı görüşleriyle sıkıntı yaratan ve yargılanan, 1950’den sonra yeni döneme uyum sağlayarak Kemalizm’e en sert ve haksız eleştirilerde bulunan, 1960’lardan sonra ise biraz daha olgun fikirleri olan bir aydın olarak karşımıza çıkıyor. 1964’teki Atsız’a göre o dönem “diktatörlük çağı”dır, fakat “gayrımeşru” değildir. 1970’te ise bu “diktatörlük çağı”, “millî övünçlerimizden biri” sayılacak kadar “yumuşak ve insanca”dır.

Bu özelliği aynı dönemin insanı olan Necip Fazıl Kısakürek (1904-1983)’e de benziyor. O da Atatürk döneminde övgüler dizen, daha sonra ölçüyü kaçırıp söven bir insan olarak karşımıza çıkıyor. Bu özelliğiyle 1950’lerde Demokrat Parti’ye bile sıkıntılar yaşatmıştır. Necip Fazıl’da İslami özellikler kendini hissettirirken, Atsız’da bu ağırlık yoktur. Ölçüsü kaçırılmış Türkçülük vardır. Atsız ve Fazıl’ı anlatmak kısa bir yazıya sağmayacak kadar ayrıntılıdır.

KEMALİST DÖNEME AĞIR İTHAMLAR

Atsız’ı anlamak için onun bazı yazılarından alıntı yapmak yararlı olacaktır:

Kemalizm’i şu sıfatlarla tanımlıyor: “İstibdat, Diktatorya, Maskaralık, Milletin Baş Belası, Muazzam Safsata, Dışa Bağımlı, Ucube, Yobazlık, Dine Tahakküm, Yalan Dolan, Sahte Mabut, Donmuş Beyinler.” (Orkun, 23 Şubat 1951.)

“Türkiye Cumhuriyeti 1950 Mayıs'ında kurulmuştur. Ondan önceki 1923-1950 çağı gayrimeşru ve müstebit bir diktatörlük zamanıdır."-" Bir haydut çetesinin diktaları…” (Orkun, 1 Aralık 1950, Sayı: 9, s.3.)

“Vahdettin hain değil vatanseverdir. Anadolu'da harekata başlamaları için güvendiği komutanları göndermiştir. M. Kemal Paşa'ya Anadolu'ya gidip teşkilat kurması için 40.000 altın vermiştir. Sultan Vahideddin bir hain değildir ve olamaz da çünkü o bir Osmanoğlu’dur.” (Atsız, Türk Ülküsü.)

Atatürk döneminde Türk Tarih Kurumu tarafından 4 ciltlik Tarih kitabını eleştirir ve onda çok sayıda hata bulur. Bu yazıları büyük tepki çeker. Bu nedenle dergisi kapatılır ve üniversitedeki asistanlık görevine son verilir. Türk Tarih Cemiyeti Sekreteri ve daha sonra Milli Eğitim Bakanı olan Reşit Galip’i hedef alır. 1931’de Türk Ocaklarının kapatılması ve 1932 yılında Halkevlerinin kurulması yavaş yavaş gelişen ve muhalif çizgiye giren Türkçü kesimlerin yazı ve davranışları etkili olur. Atsız’ın muhalifliği 1934’lerden sonra kendisini daha belirgin hale getirir. 1940 ve 1950’lerde bulduğu ortamlarda bunu daha fazla görüş ve yazılarına yansıtır. İkinci Dünya Savaşı yıllarında ise ırkçılığa varır.

Savaşın sıcak günlerinde (1943) Faris Erkman imzasını taşıyan “En Büyük Tehlike” adlı kitapçıkta Türkiye’deki ırkçı hareketler şöyle tarif edilir: “Bu Pan-Türkist, Turancı, ırkçı Türkçü kuklalar iplerini tutan yabancı ellerin istediği oyunları onların istediği gibi oynamaktadırlar. Gayelerinin milli olduğunu istedikleri kadar iddia etsinler, bu hareketin ustaca idare edilen manivelası yabancı ellerdedir. Yabancı bir istila politikasının birer çığırtkanı olan bu adamlardan memleketimiz ve yurdumuz için zararda başka ne beklenebilir?” (Age, s.14.)

Yazara göre, Türkçülük akımı büyük bir Türk imparatorluğu kurulacak vaadiyle Türk milletini yabancı isteklere alet olarak kullanmaktan başka bir mak­sat gütmemekteydi. Türkiye’deki aşırı sağcı akımların aktörleri olan Zeki Velidi, İlyas İshaki, Muharrem Feyzi Togay, Resulzade, Ahmet Caferoğlu gibi kişiler kendi halkları tarafından yurtlarından kovulup atılmış, uzun yıllar Almanya’da bulunmuş kişilerdi.

Sonraki Haber