21 Şubat Medyanın Halleri

Hazırlayan: Ercan Dolapçı

HALUK LEVENT’E BUNDAN SONRA DÜŞEN GÖREV...

NEDİM ŞENER / HÜRRİYET

Ben elimden geldiğince devletin adına hiçbir zarar vermemeye özen gösterirken, delicesine kavga ettiğim bir gruptan kontrollü ve benim dikkatimi kaçıracak bir şekilde para gelmesi, o paranın üç gün sonra Twitter’da yayınlanması aslında sinsi planı gösteriyor.

Beni devletle düşman göstermek için hem yardım yapıyorlar hem de o yardım için bir taraftan da ‘El altından FETÖ’cülerden para alıyor’ dedirtiyorlar.

Onlar Türkiye’de bitmiş değil. Onlarla işbirliği yapanlar istiyorlar ki Haluk Levent yalnız bırakılsın, Haluk Levent devlete karşı gibi gösterilsin.

Benim onlarla bir hesabım var, bunu biliyorlar. Ben çok acı çektim. Bunu geçmişte Nedim Şener’e anlatmıştım. Darbeden önceydi ve belgeleri de var. Mesela icra dosyam için INTERPOL’den yazı çıkarttılar.”

Hayatlarını kaybedenlerin, yaralananların, evlerini ocaklarını kaybedenlerin, millet olarak çektiğimiz acının yanında bunlardan söz etmenin çok büyük önemi yok. Ama belli ki bu tartışmayı sürdürmek isteyenler olacak. O yüzden bunların tarihe not olarak düşülmesi ve Haluk Levent’in ağzından bunların bir tespit olarak söylenmesi önemli.

Bundan sonrası ise Haluk Levent ve Ahbap grubuna yapılan yardımların amacına uygun biçimde depremzedeler için harcanması.

DEPREM BÖLGESİNDE SANAYİNİN TOPARLANMASI ÖNEMLİ

KEREM ALKİN / SABAH

Asrın, yüzyılın en büyük deprem felaketine yönelik aramakurtarma çalışmalarında her yaşanan mucizede gözlerimizin dolduğu, Ülkemizin ve dünyanın dört bir yanından Vatandaşlarımızın tarihi bir yardım seferberliği adına geceli-gündüzlü çaba sarf ettiği bir süreçte, depremin yaralarının sarılması ve illerimizin ayağa kaldırılması adına gereken olası kaynak ihtiyacına yönelik tahminler de paylaşılmaya başlandı. Bu aşamada, ilk öngörüler Türkiye'nin GSYH'ında asrın depremi nedeniyle katma değer kaybının yüzde 0,5'i olabileceğine işaret etse de, Gaziantep gibi Türkiye'nin üretimine ve ihracatına anlamlı bir katkısı olan önemli bir üretim şehrimizin bugün itibariyle 'kontak açıyor' olması son derece önemli.

Gaziantep, il olarak DNA'sındaki girişimcilik ruhu ile, bugünden itibaren sanayi, ticaret, mal ve hizmet üretiminin ana sektörlerinde 'normal yaşam'a dönüş adına koşuşturmaya başlıyor. Bölgedeki organize sanayi bölgelerinin ve sanayi tesislerinin asrın depreminden kaynaklanan hasarları hızla geride bırakarak, bir an önce faaliyetlerine başlayabilmeleri, bölgedeki morali ve toparlanma sürecini adeta katlayacaktır. Bu noktada, en kritik konu sanayi ve ticareti temsil eden iş dünyasının ve istihdamın şehirlerine geri dönüşlerinin hızlandırılması; şehirde ikamet edebilecek imkanlara olabilecek en hızlı şekilde kavuşturulması. Unutmayalım, bundan 24 yıl önce Kocaeli, İstanbul, Sakarya, Bolu ve Düzce gibi önemli şehirlerimizde de tarihi bir deprem felaketi yaşamıştık.

Söz konusu illerimiz, büyük bir toparlanma azmi ile, ekonomik aktiviteyi, üretimi yeniden ayağa kaldıracak yoğun bir mücadeleyi ortaya koydular ve aradan geçen dönemde, Türkiye'nin ihracatının ardı ardına Cumhuriyet tarihi rekorları kırmasını sağlayacak bir dinamizme kavuştular. Bu nedenle, depremden göreceli olarak daha az etkilenen Gaziantep, Mersin ve Adana gibi illerimizin, lokomotif şehirler olarak, üretime, ihracata hızla geri dönmeleri, hiç şüphesiz ki Kahramanmaraş başta olmak üzere, deprem bölgesindeki diğer illerimizin toparlanmasına çok kıymetli bir katkı sağlayacaktır. Bu süreçte, 2. Dünya Savaşı'nın sonundan itibaren oluşturulan tüm küresel düzeni temsil eden çok taraflı uluslararası ekonomi teşkilatlarının Türkiye'nin bu zorlu dönemine gereken desteği vermekte gecikmeyecekleri de aşikar.

PALAVRAYA ÖVGÜ

SÜLEYMAN SEYFİ ÖĞÜN / YENİ ŞAFAK

Bireysel yalanların bireysel, toplumsal yalanların ise toplumsal mâliyetleri oluyor. Bireysel yalanları söyleyenlerin de, onlardan zarar görenlerin kimler olduğu isim isim bellidir. Yeri ve günü geldiğinde kendilerinden hesap sorulabilir. Mesele yalanın anonimleşmesinde yatıyor. Toplumsal yalanlar, tam da bu anonimleşmeyi işâret ediyor. Söyleyeni ele geçirmek mümkün olmuyor. En fazla taşıyanı, aktaranı yakalayabilirisiniz. O da bu zincirde en fazla bir bakladır. Dahası yalan, toplumsallaştığı nispette şu veyâ bu derecede herkesi kuşatır. Herkes onun bir parçası olur. Yakaladığımız bir yalancının sûreti bir aynaya dönüşürse orada göreceğimiz bizi çok şaşırtabilir. Toplumsal yalanın zor kullanılarak tekilleştirilmesi gayretlerine otoriterlik; onun, zoru yedekte tutarak ve başka donanımları devreye sokarak sağlanmasına ve sürdürülmesine totaliterlik diyoruz. Demokratiklik ise farklı yalanların rekâbeti olabilir mi acaba ? Çoğulculuk, yalanların çoğulluğundan mı türüyor acaba? Çoğulluk bizi hakikâte mi erdiriyor; değilse ondan uzaklaştırıp hiçliğe mi taşıyor? Toplumsal ve siyâsal kurgular, onların mühendisliği bâzı postülalara dayandığını biliyoruz. Ama bunların birer postüla olduğunu çok defâ akıl yürütmelerimize dâhil etmiyor, onları olmazsa olmaz (sine qua non) görüp yol alıyoruz. Târihsel ve toplumsal yapılar ve onların içine depoladığımız moral stoklar birer serap, birer hayâlet miydi yoksa? Bugün yaşadığımız yapısızlık ve savrulmalar, yatsının geldiğini, mumun dibini bulduğumuza mı işâret ediyor? Yaşadığımız beşerî felâketlerden sonra kurulan dünyâlar, savaşlardan sonra gelen barışlar neden bu kadar dayanıksız çıkıyor? Postendüstrializm olarak başlayıp postmodernizm olarak çeşitlenen, her şeye bir post biçme azmiyle nerelere savrulduk öyle? Üzerimize sinen şevksizlik, mes’uliyet almaktan vazgeçmek, faşizmlere teslim olmak, ama sonrasında yeniden demokratik bir dünya kurmak döngüsünü mü? Eğer öyleyse nerede hata yaparak bu döngüye girdik? Değilse, Hakikât Sonrası’nın ilânı (Post truth), çoğulluğun içinden çıkılamadığı, kaosa evrildiği yerde, yeni bir hâkikât (yalan) aramanın şevkını bile söndüren nihâi bir irâdesizlik, nihâî bir teslimiyet mi? Nihilizm hiç bugün olduğu kadar târihi kolonize etmiş; bu kadar rakipsiz kalmış mıydı?…

HABERCİLİK, FARKINDALIK, KIŞKIRTICILIK!..

HİKMET GENÇ / AKŞAM

Bir tarafta depremzedelerin acıları, diğer tarafta medyanın hali perişanı...

Habercilik adına vicdansız ilkesiz kuralsız bir yarış vardı...

Tekraren söylüyorum...

Afet bölgesinde yaşanan acılara tuz basan, nefret pompalayan gazetecileri gördük.

Yardım ekiplerine haber vermek yerine kaos çıkarmaya çalışan televizyoncuları gördük.

Ellerinde mikrofon reyting uğruna ve dahi yalan söyleyerek yapmadıkları ahlaksızlık kalmayan muhabirleri gördük.

Afeti fırsat bilip PR peşinde koşan, yalan ihbarlarla yardımları engelleyen vicdansız gaddar 'youtuber'lar, fenomenler, 'tiktokçu'lar, vesaireler gördük...

Tamam, tüm bu pislikleri millet gördü de...

Biraz bekleyemedik mi?.. İlk günden itibaren, 7/24 acının karesi, çığlığın fotoğrafı, yürek burkan görüntüler neyin yarışıdır?!..

Habercilik yarışı mı?

Kışkırtıcı yayıncılık mı?

Farkındalık oluşturmak mı?

Değişime yol açmak mı?

Ne işe yarıyor?.. Kime ne faydası oluyor?..

Hakikat o ki, çoluk çocuğunu evini barkını kaybetmiş depremzedelerin acılarını yaşamalarına dahi izin verilmedi.

Sonraki Haber