25. İzmir Tüyap Kitap Fuarı Onur konuğu Veysel Çolak: ‘Şiirsiz toplum eksiklidir!’

‘Ne yaşadımsa şiirlerime gömdüm tümünü. Yalnızlıklarım, sıkıntılarım, acılarım, politik kavgalarım, eylemlerim, tutukluluklarım, arkadaşlıklarım, uğradığım ihanetler, kaçakta geçen günlerim, korkularım, aşkla sevdiğim…’

“Herkes elinden tutmuş yalnızlığın
yalnızlık kalabalık
İşçilerin yorgun sabahındayım
çok üşüyor kalbimdeki serçeler
ben yaklaştıkça uzaklaşıyor ev
kent uyanmamış daha, sokaklar kara delik hangisine girsem yok olacağım”

diye yazar Veysel Çolak Yüzleşme şiirinde.

Dönem şiirlerinde siyasi olayları, siyasi cinayetleri işlerken, kavga, ölüm gibi yaşama, insana ait her durumu yansıtır şiirlerinde.

Yenibütüncü şiirin mimarlarından, “Şiir yaşamın diyalektik toplamıdır” diyen, Veysel kendini şöyle tanımlar:

“Ne yaşadımsa şiirlerime gömdüm tümünü. Yalnızlıklarım, sıkıntılarım, acılarım, politik kavgalarım, eylemlerim, tutukluluklarım, arkadaşlıklarım, uğradığım ihanetler, kaçakta geçen günlerim, korkularım, aşkla sevdiğim tabancam, yaşadığım ölümler, yabancılaşmalarım, kendimle yüzleşmelerim, hayatı algılayışım… yaşadığım ne varsa işte, hepsi şiirlerimdedir. İstesem de anlatamam yaşadıklarımı, beceremem bunu. Öte yandan ‘Korkuyorum yaşadıklarımı unutmaktan/ sen aşkları öldüren cellat, hep aklımdasın.”

25. İzmir Tüyap Kitap Fuarı onur konuğu Veysel Çolak’la söyleştik.

  • Veysel Çolak, şair, romancı, deneme yazarı, edebiyat eleştirmeni, düşünür olarak bilinir. Siz kendinizi hangisine daha yakın bulursunuz?

 Sağ olsunlar. Beni nitelerken böylesine yüceltici sıfatlar kullanıyorlar. Doğrudur, şiir yazıyorum. Doğrudur, estetik ve ideolojik açıdan edebî ürünleri eleştiriyorum. Doğrudur, şiir, şiir sanatı, estetik, etik konularda, toplumsal ve bireysel olgu, olay ve durumlar üzerine yoğunluğuna düşünüyorum.

DEVRİMCİ OLARAK GÖREVİMİ YAPIYORUM

İnandıklarımı, bulduklarımı da insanlarla bölüşüyorum. İnsanı, insanın geleceğini önemsediğim için, haktan, hukuktan, adaletten, özgürlükten, demokrasiden yana olduğum için de yazdıklarımı yayımlıyorum. Hayatın devrimci bir öznesi olarak ödevimi yapıyorum diyelim buna.  Düşünce ve edebiyat tarihi kim olduğuma karar verecek, versin. Ben şuyum demek istemem.

  • Yazarlık hayatınız nasıl ve ne zaman başladı?

Yazarlık, şairlik hayatım bir travmayla başladı. İlkokuldaydım. Bizim okulda ulusal bayramlarda okunacak şiirler ve okuyacak öğrenciler demokratik bir yolla seçilirdi. Bütün öğrenciler toplanır, şiir okuyanların şiir sunumlarını dinlerdi. Yapılan oylamada en çok oyu alan, okulu temsilen ulusal bayramlarda şiirini okurdu. Bir seferinde ben seçilmiştim. Gün yaklaştıkça heyecanım da büyüyordu. Cumhuriyet Bayramı’nda şiir okuyacaktım.

YAMALI PANTOLONLA ŞİİR OKUYAMADIM

Birkaç gün kala öğretmen yanına çağırdı beni. Başka pantolonumun ve ayakkabılarımın olup olmadığını sordu. “Yok” dedim. Pantolonumun dizleri ve arkası yamalıydı. Ayaklarımda yırtık cızlavet lastik pabuç vardı. Bu nedenle bana şiir okutmamışlardı. Çok üzülmüştüm.

Evimizin çevresi bomboştu. Oralara gidip ağlayarak, çığlık atarak o şiiri okumuştum günlerce. Sonra yazmaya da başladım.  Bana yapılan haksızlığın öcünü alacaktım. Ortaokula geldiğimde heceyle güzel doğa şiirleri yazmayı sürdürdüm. Liseye geldiğimde, lise bir de Atilla İlhan'ın genel yayın yönetmenliğini yaptığı Demokrat İzmir gazetesine göndermeye başladım şiirlerimi. Yayımlandı. Lise son sınıfa gelince Türkiye'de bilinen bir şair olmuştum.

YENİBÜTÜNCÜ ŞİİR

  • Yenibütüncü şiirin mimarlarındansınız? Yenibütüncü şiiri nasıl tanımlarsınız?

Yenibütüncü şiir anlayışı, Marksizmin ufkuna bireyi koyan, bireyin toplumsal önemini gündeme getiren, yaratıcılığı gözeten, yerelden evrensele eşitliği savunan, paranın büyüsünü bozmaya yönelik, emperyalizmin vahşetini durdurmaya çalışan, estetiği ve özgünlüğü savunan, bu insanî değerler için yola çıkmış bir sanat, şiir eylemliliğidir. Sosyolojik bir itirazdır. Şiirde ciddi bir kalkışmadır. Bugün, Yenibütüncü Şiirin Manifestosunda dile getirilen sorunların hâlâ giderilmemiş olması, söz konusu manifestoyu güncel kılıyor. Bu bağlamda verilmesi ve kazanılması gereken çok kavga var. Manifesto da bu nedenle yazıldı zaten.

FUARLARDA PERAKENDE SATIŞ OLMAMALI

  • Bu yılkı İzmir Kitap Fuarı’nın onur konuğusunuz. Fuarları sektör açısından nasıl değerlendirirsiniz?

Fuarlar ticari malların tanıtıldığı ortamlardır. Oralarda perakende satış olmaz, olmamalı. Fuarlar üretilenlerin tanıtıldığı, ülke ve dünya pazarına ürünlerin sunulmasının önceki evresidir. İnsanlar gelir otomobilleri, kamyonları, traktörleri, mobilyaları, beyaz eşyaları; kısaca ticari ürünleri inceler, beğendiklerinin siparişini verir, satış sözleşmesini imzalar ve gider.

Kitap söz konusu olduğunda durum değişiyor. Kitap fuarları kitapların perakende satıldığı bir ortama dönüşüyor. Yayınevleri kitapçıların yapacağı satış işini, fuarda kendileri yapıyor. Bu durum kitapçıların işini büyük oranda engelliyor. Büyük indirimler yapıp okura da kallavi bir katkı sağladıkları söylenemez.

Öte yandan şair ve yazarlara düzenlenen imza etkinliklerinde okurun önemsediği yazar ve şairi yakından tanıyıp birkaç söz edebilmesi iyi. Ayrıca düzenlenen konferans ve paneller de okur tarafından izlenerek bir kültür alışverişinde bulunulması yabana atılmamalı. Bu durumda konuşmacıların hazırlıksız olması, yazar ve şairlere duyulan saygıyı azalttığı da söylenebilir.

HERŞEY BİRBİRİNE BAĞLIDIR

  • Bir söyleşi de “Şiir yaşamın diyalektik toplamıdır” diyorsunuz? Bununla neyi kastediyorsunuz?

 Hayatta hiçbir şey bir diğerinden bağımsız değildir. Bilimsel olarak kanıtlanmamış olursa, dünyanın bir yerinde bir kelebek kanatlarını çırpsa, dünyanın öte ucunda bir şeyler olabilir. Yani insan söz konusu olduğunda, birinin yaptığı bir şey, diğerini de etkiler. 

Yaşanan olgu, durum ve olayların hep bir nedeni vardır. O nedenler de başkalarının yaptığıyla ilgilidir. Göçükte kalıp ölen bir işçinin ölüm nedenini aradığınızda zincirleme birçok olgu ve olaya denk gelirsiniz. Eğitimsizlik, bilimden uzaklaşma, önlem almama, kol emeğiyle çalışanların korunmaması, emek sömürüsü, sınıfsal açmazlar; daha birçok şey ortaya çıkar.

Her şey birbirine bağlı yani. Bunların bütünü bireysel ve toplumsal yaşantıyı oluşturuyor. Diyalektik olarak uzlaşmaz (antagonist) çelişkiler belirler insanın hayatını. Çelişkilerin birliğinden oluşan toplumsal bir yaşantı vardır. Bu diyalektik bir toplamdır.

ŞİİRİN DIŞINDA ÜŞÜRSÜNÜZ

  • Şiir toplum ilişkisi konusunda neler söylersiniz?

Ben şiirin önemini abarttığım için "Şiirin dışında üşürsünüz! Şiirsiz hayat yarım yaşanıyor demektir! Şiirsiz insan yalnızdır! Şiirsiz toplum eksiklidir! Şiir düş gördürür!" diyen biriyim. Benim gibi düşünen insanların da çok olmadığının farkındayım.

Türkiye gibi geri bıraktırılmış, Yunanistan, Portekiz, İspanya, Latin Amerika, Afrika gibi ülke ve kıtalarda en güçlü sanat şiirdir, öyle de olmalıdır. Ama gerçek hayatta bunun karşılığı yok. Şiir hayattın dışına itiliyor boyuna. Bu saydığım ülke ve kıtalarda yaşayan toplumlar duygularıyla düşünür daha çok. Ne yazık ki onların da duyguları her geçen gün biraz daha köreliyor. Akılcı evreye de geçmiş değiller.

Bu nedenle sömürülmekten kurtulamıyorlar. Emperyalistlerin oyuncağı olmaya devam ediyorlar. Toplumu oluşturan bireyler bunu farkında olmalı, esinleyen, eylemli kılan şiirler okumalı, ki eyleme geçip haklarını arayabilsin. Şiir kimseyi kurtaramaz, ama mücadeleye kalkışanların elinden tutar. Onların diri kalmasını sağlar.

SİVAS’TA DÜNYA YANIYOR

  • “Sivas’ın ortasında dünya yanıyor.” diyorsunuz bir şiirinizde. Sizce yaşadığımız toplumsal olaylar şiirde gerektiği kadar yer alıyor mu?

Bu dizenin yer aldığı şiiri Sivas Katliamı üzerine yazmıştım. Bu çağda bir kültürel etkinliğe katılmış insanlar, orta çağdaki gibi yakılıyorsa durup düşünmek gerek. Evet, o kent; Sivas dünyanın ortasında yakılıyor demektir. İsyanım buna. İsyanım siyasi iktidarın, insanlığın durup seyretmesine.

Sivas katliamı şiirde, edebiyatta, düşünce yazılarında yeterince yer aldı, almaya da devam edecek. Çünkü arkaya atılacak, görmezden gelinecek, sineye çekilecek bir olay değil. Öte yandan benzer konuların yeterince gündeme getirildiği söylenemez.

Özellikle 1980'den sonra her geçen gün biraz daha yoğunlaşan siyasi baskılar; sansürü, daha kötüsü otosansürü beraberinde getirdi. Şairler, yazarlar, düşünürler, bilim insanları özgür değil. 12 Eylül darbesinden sonra toplumcu, toplumsalcı şairler susturuldu. Yayın organları kapatıldı. Bunun yerine liberal, teslimiyetçi, biçimci bir anlayışı yaygınlaştıran dergiler çıkartıldı. 12 Eylül Darbesinden sonra toplumsal konulardan iyice uzaklaşıldı. Çok az şair toplumun sesi olmaya devam ediyor. Onlar da şiirlerini kitaplaştıracak yayınevi bulamıyor şimdilerde.

Sonraki Haber