28 Şubat Medyanın Halleri

Hazırlayan: Ercan Dolapçı

FELAKETİN TAM GÖBEĞİNDE ÇADIR SATMAK DA NEDİR?

AHMET HAKAN / HÜRRİYET

Kızılay’ın Kızılay Tekstil isimli bir şirketi var. AHBAP, depremin üçüncü günü bu şirkete başvurmuş. Şirket de yurtdışı için üretilen çadır stokundan 2 bin 50 tanesini, maliyetine AHBAP’a satmış.

Kızılay Başkanı Kerem Kınık, bunun rutin bir işlem olduğunu söylüyor. Sürekliliğin ve kapasitenin korunması için bunun yapıldığını belirtiyor. Alınan parayla çadır fabrikalarının hammadde ihtiyacının karşılandığını vurguluyor.

Depremin üçüncü gününü göz önüne getirelim:

Afet büyük. 11 ilde perişanlık var. Enkazlardan canlar kurtarılıyor. Barınma için acil çadıra ihtiyaç var. Millet perişan. Göz gözü görmüyor.

Böyle bir ortamda Kızılay’ın çadır şirketinin, kendisinden çadır isteyen AHBAP’la “Ver parayı / al çadırı” ilişkisine girmesi çok yadırgatıcı.

Normal zamanlarda bu tür işlemler, “rutin işlem” olarak görülebilir. Ama söz konusu zaman, normal bir zaman değil ki. Afetin en zirve yaptığı bir günden söz ediyoruz. Böyle bir günde eldeki tüm çadır stoklarının acilen deprem bölgesine sevk edilmesi gerekmez mi? 2 bin 50 çadır, ne diye elde tutuluyor ki? “Yurtdışı için hazırlanmış çadır stoku” da nedir?

Ülke, yüzyılın en büyük felaketine maruz kalmış. Yurtdışıymış, stokmuş... Hiç bakılmaz, acilen deprem bölgesine sevk edilmez mi?

Olay aşağı yukarı şöyle gerçekleşmiş anladığım kadarıyla: “Bana çadır ver, dağıtayım” diyen yardım derneği, Kızılay tarafından eli boş gönderilmek istenmemiş. Akla yurtdışı için hazırlanmış 2 bin 50 çadır gelmiş. Derneğe o verilmiş.

İyi, güzel de tam da o anda para ilişkisine girilmesi de neyin nesi?

Gün, rutin işlem yapma günü değil ki.

‘DEPREM BÖLGESİ’ EKONOMİSİ İÇİN 6 ÖNERİ

KEREM ALKİN / SABAH

11 ilimizi etkileyen asrın felaketinde, 'Deprem Bölgesi'nin ekonomik hayatını yeniden 'dirençli' hale getirmek, yaraları hızla sarmak, sanayinin, ticaretin, esnaf ve sanatkârımızın hızla toparlanmasına katkıda bulunmak adına, Türkiye Ekonomisi'nin önde gelen tüm paydaşlarının seferber olmaları gereken bir sürecin yönetilmesi gerekiyor. Bu noktada, ilk etapta, bölgedeki iş dünyasıyla gerçekleştirdiğimiz görüşmeler 6 önerinin yoğun bir şekilde dillendirildiğini göstermekte. Birinci öneri, Türkiye'nin önde gelen holdingleri ve şirketlerinin ivedilikle deprem bölgesindeki bayilerinin toparlanması ve ayağa kalkması adına adeta seferberlik ilan etmesi gerektiği. Hiç şüphesiz ki, Türkiye'nin bayi sistemi, beyaz eşyadan, mobilyaya, elektronik eşyadan otomotive, illerimizin ekonomisine finansman akışı anlamında da büyük bir canlılık katıyor.

Bu nedenle, Türkiye'nin önde gelen holding ve şirketlerinin deprem bölgesindeki 11 ilimizde, en çok zarar gören illerimizden başlayarak, bayi ağının ayağa kalkması ve faaliyetlerine geri dönebilmesi adına geniş çaplı projeler oluşturmaları, söz konusu bayilerinin onlarca yıldır bayi sistemi sayesinde söz konusu sektörlerin büyümesine yaptıkları ciddi katkı dikkate alındığında fazlasıyla hak ettikleri bir destek. Telaffuz edilen ikinci öneri deprem bölgesindeki istihdamın korunması adına, Türkiye'nin önde gelen holdingleri ve şirketlerinin, eğer mümkün olabiliyor ise, bilhassa organize sanayi bölgeleri ve sanayiye yakın noktalarda, konteynır kentler ve yeni yapılacak bina ve evler için tarihi bir seferberlik ilan etmeleri. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği bu konuda çok önemli bir adım attı. Bilhassa, inşaat malzemeleri sektörümüze de büyük bir görev düştüğü de elbette hatırlatılıyor.

AHBAP, İHH, BEŞİR…

KURTULUŞ TAYİZ / AKŞAM

Enkaz altında kalan insanları unutup "iktidara gelme zamanı" türü sevinişler.

"İşte Tayyip'i götürecek felaket de geldi" türü kötücül kehanetlere sığınanlar.

Siyasetçilerin hali kötü de yüzyılın depremini ıskalayan deprem profesörlerinin hali iyi mi?

Dünyanın en büyük kara depremini ıskalamalarına rağmen televizyonlarda hâlâ ahkam kesip sağı solu suçlamayı sürdürüyorlar. Milyon kere İstanbul depremi deyip bir kere Maraş dememişler oysa.

Deprem ortasında yardım kuruluşlarının devletle boy ölçüşmeye kalması da ayrı bir utanç manzarası.

Sahada sağdan soldan onlarca sivil dernek var. Ahbap, İHH ve Beşir gibi. Medyatik olmayan onlarca dernek ve binlerce isimsiz kahraman ilk günden beri sahada çaba gösteriyor. Bir depremzedenin yarasını sarana teşekkürü borç biliriz. Fakat yardım kuruluşları, dernekler siyasete soyunup kendilerini devlet yerine koymaya kalktıklarında ihtilaf, bölünme, kavga, dövüş başını alır gider, ülkede istikrar kalmaz. Fetret dönemi başlar. Yakın tarihten bunu gayet iyi biliyoruz. Herkes yerinde iyi.

Geride yıkılmış, yara almış 10 şehir ve 13 milyon vatandaşımız var. Bugünün asıl konusu artık, bu şehirleri ayağa kaldırmak ve insanlarımızın yarasını sarabilmek. Kim yapar, kim ülkemizin bu en büyük sorununu çözer? Türkiye'yi son yirmi yılda kim ayağa kaldırdıysa, 10 şehrimizi de o ayağa kaldırır. Bu gerçeği artık bütün ülke insanı biliyor.

YABANCILARA EV SATIŞLARI VE KİRA TERÖRÜ DURDURULMALI!

YUSUF KAPLAN / YENİ ŞAFAK

Kahramanmaraş-Pazarcık depremi olumlu olumsuz yönleriyle toplumumuzun bilinçaltının dışa vurmasına yol açtı.

Zor zamanlar, en çok da toplumun bilinmeyenlerinin, belki de bastırılan ya da ihmal edilen yanlarının öne çıkmasına zemin hazırlıyor. Genelde bir bütün olarak toplumun, özelde ise insantekinin kendiyle yüzleşmesinin kapılarını aralıyor zor zamanlar.

1999 Marmara Depremi’nde de bu depremde de, toplum anında deprem bölgesine damladı. Anadolu ruhu’nun şahlanması olarak kavramlaştırdığım bu özelliğimizi öne çıkarabilir ve buradan yeşertilecek ruhu hayatımızın bütün alanlarına yayıp köksaldırabilirsek bu toplum, hem mevcut hem de gelecekte zuhûr etmesi muhtemel bütün hastalıklarını tedavi edecek, büyük sorunlarını aşacak muazzam bir ruh, bir atılım ortaya koyabilir, demiştim.

Depremde ortaya çıkan, toplumdaki bütün fay hatlarını yok ederek toplumun bütün kesimlerinin birbirine kenetlenmesine yol açan bu ruhu özene bezene korumak, büyütmek ve her alanda yeşertmek zorundayız.

On yıllardır hasret kaldığımız bir kardeşlik, paylaşma ve dayanışma ruhu çıktı ortaya. Bu ruh, korunabilirse, büyütülebilirse, her alanda yeşertilebilirse, bu toplum hem depremin yaralarını hızla sarar hem de inanılmaz bir hızla ayağa kalkar, diye yazmıştım.

ÖNCE İNSAN ÇÜRÜMÜŞ...

YILDIRAY ÇİÇEK / TÜRKGÜN

Büyük deprem felaketinde on binlerce canımızı yitirdik. Ama gördük ki bu kadar can kaybının temel sebeplerinden biri de karakteri, ahlakı, vicdanı, merhameti çürümüş bazı insanlarmış...

Nedenine gelince... Deprem felaketinin yaşandığı illerimizdeki yıkılan binalara baktığımızda, büyük çoğunluğu çürük yapılan binalar. Demirden çalınmış, kumdan çalınmış, çimentodan çalınmış, kolondan çalınmış... Böyle binaların depremde yıkımı da tuz-buz olmakla sonuçlandı... ‘Az harcayıp, çok kazanma’ mantığıyla yaptıkları binalarla insanlara adeta tabut hazırlamışlar.

Binaların çürümesinden önce asıl meselemiz çürüyen insanlarmış. Çürüyen insanlar olmasaymış, çürük ve enkaza dönen binalarda olmazmış. Bunu niye söylüyoruz; karakteri sağlam, ahlakı güçlü kişilerin, işinin ehli insanların yaptığı binalarda çatlak bile yok çünkü. Bir depremzede şöyle haykırıyordu: “6 aylık sıfır bina çöker mi ya? Bu para hırsı nereye kadar bizde. Bu insanlar nasıl yaşayacaklar. Ortalık kış, hava soğuk. Küçük çocuklarımız var.”

Osmanlı Sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa’nın emri üzerine Mimar Sinan tarafından 1574 yılında yaptırılan 449 yıllık külliye yıkılmıyor, şimdi Hatay’da depremzedelere ev sahipliği yapıyor. Ama 6 aylık sıfır bina çöküyor. Ahlakı, karakteri sağlam ve işinin ehli olanın yaptığı yapı 449 yıl geçse de yıkılmıyor ama 6 aylık sıfır bina yıkılıyor. Görev ahlakının boyutunu anlatmak için bundan iyi örnek olur mu?

Sonraki Haber