28 Şubat süreci neyi amaçladı? ‘Batı destekli irtica’ hedefti

28 Şubat sürecinde asıl hedef FETÖ’cülerdi. 'Batı destekli irtica' onları tarif ediyordu. FETÖ’cüler yoğun propaganda ile bunu mütedeyyin insanların üzerine attı. Ergenekon sürecinde vatansever subaylar hedefe kondu ve tasfiye edildi. 28 Şubat Davası da bu süreçte açıldı.

28 Şubat süreci basit bir irticayla mücadele değildi. Türkiye’nin bağımsızlık ve toprak bütünlüğü mücadelesiydi. ABD’nin, Türkiye’ye yönelik irtica ve bölücülük üzerinden sürdürdüğü diz çöktürme hamlesine karşı kararlı duruşun adıdır.

Bunun kanıtı da ABD’nin PKK ve FETÖ’ye verdiği açık destektir.

28 Şubat sürecinin en sembol kararı ‘8 yıllık eğitim’di. Bunun için yaygara koparanlar Japonya’nın 1860 yılında ‘8 yıllık eğitime’ geçtiğini bilir mi acaba? Yine o gün yaygara koparanlar şimdi kademeli de olsa 12 yıllık eğitime geçmediler mi? Tabiî, ‘28 Şubat’ bununla sınırlı değildi. Mafya ve karanlık odaklarla mücadele vardı… Tek kelimeyle ‘Devrim Kanunları’nın uygulanması isteniyordu. Birilerine Türkiye’nin bir devrimle kurulduğu hatırlatıldı. ‘28 Şubat’ kararları bir gecede mi alınmıştı? Hayır!

ABD PLANLARINA KARŞI HAMLELER

28 Şubat sürecinin kökleri en yakın tarih olarak 1990’lara dayanır. Komşumuz Sovyetler Birliği ve ona bağlı Varşova Paktı'nın yıkılmasıyla dünyayı yeniden şekillendirmeye çalışan ABD, etnik ve mezhebi kışkırtmalarla ulus devletleri parçalamaya ve denetim altına almaya çalıştı. Baş hedef Irak ve Yugoslavya’dan sonra Türkiye oldu. Irak üzerinden Kürt ayrılıkçılığı kışkırtılıp Türkiye sıkıştırıldı. Türk ordusu bununla tarihinin en büyük mücadelesine girdi. Irak’a 1991 başında yapılan müdahaleye Türk ordusu ‘hayır’ dedi. Cumhurbaşkanı Turgut Özal üzerinden yapılan baskılar sonuç vermedi. Zamanın Genelkurmay Başkanı Org. Necip Torumtay istifa ederek planları boşa çıkardı. Ardından gelen Doğan Güreş de bu çizginin dışına çıkmadı. Özel Kuvvetler Komutanlığını tümen seviyesine çıkararak mücadeleyi sürdürdü. PKK’yla mücadele aslında ABD ile mücadeleydi. Çünkü ABD’nin 1960’lardan bu yana adım adım uygulamaya çalıştığı “Kukla Kürt Devleti” girişimi vardı. Bunu da Irak’ı işgal ederek hayata geçirmeye çalıştı. Bunu bölgede görev yapan subaylar daha iyi gördü. ABD’ye karşı ordu içinde tepki de arttı. ABD’nin Orta Doğu'ya yerleşmesinden çok rahatsızlık duyuyorlardı. Çünkü bu ancak bölücülüğü harekete geçirerek olabilirdi.

Dönemin Başbakanı Erbakan 28 Şubat süreci için hiçbir zaman “darbe” demedi! Asker aleyhine bir açıklamada bulunmadı.

PKK IRAK’A YERLEŞTİ

ABD 1991 yılından itibaren Lübnan’daki PKK kamplarının Irak’ın kuzeyine taşınmasına izin verdi. PKK’yı burada büyüttü. 1993 yılında yoğun istikrarsızlaştırma ve önemli isimlere yönelik suikastlara girişti. PKK’daki ABD elini gören ve bununla mücadele eden Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis ve yazar Uğur Mumcu gibi bir çok kişi katledildi. Mumcu, son yıllarda PKK’nın İsrail ve ABD bağlantılarını yazıyordu… TSK’nın PKK’ya yönelik büyük operasyonu öncesi Sivas’ta katliam çıkarıldı. Üç gün sonra Başbağlar’da yapılan katliamla mezhepsel kışkırtma yaratılmak istendi. Yine 12 Mart 1995'te PKK’ya karşı büyük bir operasyon öncesi İstanbul Gazi Mahallesi’nde olaylar çıkarıldı…

KARADAYI ABD PLANLARINI BOZDU

Türkiye boyun eğmedi. ABD’ye mesafe koyan Org. İsmail Hakkı Karadayı 1994 yılında Genelkurmay Başkanı oldu. Irak’ın kuzeyine operasyonlar daha da yoğunlaştı. PKK büyük oranda darbe yedi. Halk kazanıldı. Balık denizden çıkmıştı artık... Karadayı dönemiyle birlikte Cumhuriyetçi kuvvetler de atağa geçti. Karadayı’ya halk da destek verdi. 28 Haziran 1996 tarihinde iktidara gelen Erbakan-Çiller Hükümeti, ABD planlarında ısrar edince çatışma başladı. ABD, Irak’ın kuzeyinde kuracağı kukla devleti Türkiye’nin himayesinde inşa etmeye çalıştı. Buna TSK karşı çıktı. Karşı çıkmasıyla birlikte ‘uyuyan güzeller’ (irticacı kuvvetler) harekete geçirildi. ‘Zincir eylemleri’yle türbana sarılan kesimler, TSK karşıtı konuma sürüklendi. Aynı günlerde Çelik Harekâtı’yla Irak ordusu ilk kez kuzeye girdi. Operasyon Saddam ve Barzani ortaklığıyla yapılmıştı. ABD’nin yetiştirdiği CIA peşmergeleri, apar topar Çiller’in devreye girmesiyle Guam Adası'na kaçırıldı.

4 Kasım 1996 tarihinde Susurluk’ta meydana gelen kazayla ‘Çiller Özel Örgütü’nün kirli işleri ortalığa saçıldı. Halk büyük tepki gösterdi. “Bir dakikalık aydınlık” hareketiyle hesap sorulmasını istedi. İç çephede sıkıştırılan Cumhuriyet kuvvetleri 28 Şubat 1997 günü Hükümetin önüne Devrim Kanunları'nı koydu. Karanlık odaklardan hesap sorulmasını istedi. Hükümet ise bunun etrafından dolanmaya başladı. İşi sürümcemeye soktu.

Bu süreçte Başbakan Erbakan bir yıllık süresini doldurmuş ve protocol gereği 30 Haziran 1997 günü istifa ederek, görevin DYP lideri Tansu Çiller’e devredilmesini istemişti. Toplumdaki gerginlik nedeniyle Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel buna izin vermedi ve Mesut Yılmaz’ı görevlendirdi. 1999 seçimlerinden sonra DSP lideri Bülent Ecevit başkanlığında kurulan hükümet de 28 Şubat sürecine burun kıvırdı. Batı Çalışma Grubunu kurarak işi buraya havale etti. Hatta Ecevit kararlara ayak diretti. Fetullah Gülen’e övgüler dizmeye başladı. “İyi tarikatlar da var” diyerek işin sulanmasına neden oldu. Bugünlerde “28 Şubat süreci bitti” denmeye başladı. İşte bu tartışmaların ortasında Genelkurmay Başkanı Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu, 3 Eylül 1999 günü tarihi sözünü sarf etti: “Gerekirse bin yıl sürer!” İşte bu söz kâbusları oldu. Mesaj ABD’ye idi. ABD, 2002 yılında ‘Bin Yılın Meydan Okuması’ tatbikatını başlattı. Senaryodaki ülke Türkiye’ydi. 1 Mart 2003 tezkeresiyle de bunu gerçekleştirecekti. O da olmadı...

DEVRİM KANUNLARI UYGULANSIN HAMLESİ

Çok kişinin unuttuğu Devrim Kanunları’nı İşçi/Vatan Partisi 1996 yılı kongresiyle hatırlattı ve çıkış yolunu gösterdi: “İrticaya karşı Devrim Kanunları uygulansın!” Bunu kampanya halinde Türkiye’nin her yerine yaydı. İlk afişi de Doğu Perinçek astı. 9 Şubat 1997 Aydınlık kapağı “Devrim Kanunları uygulansın” şeklindeydi. Oysa Türkiye’yi Türkiye yapan kanunlardı. 1990’lardan sonra bizzat CIA tarafından Türkiye’nin var oluş ilkeleri hedefe konmuştu. CIA’cı Graham Fuller “Atatürk dönemi bitti. Ilımlı İslâm en iyisi” şeklinde üğütler vererek Gülen’i işaret ediyordu... Televizyon ve gazetelerde de sabah akşam laiklik hedefe konularak Gülen’e övgüler diziliyordu.

FETÖ ABD’YE KAÇTI

İşte bu kararlılık sonucu Türkiye’de barınamayacağını anlayan Gülen ABD’ye kaçırıldı. Hakkında Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM)’de idam cezası istemiyle davalar açıldı. Gülen 28 Şubat sürecinden kendini korumak için “Okullarımı vermeye hazırım” diyerek üzerine gelinmesini önlemeye çalışmıştı. Gülen’in en büyük destekçisi siyasi uzantılarıydı. 2013 yılı sonunda devleti ABD adına hedefe koyan FETÖ, bugüne kadar devletin her kurumuna sızarak meydan okumaya başladı.

Ergenekon tertibi sürecinde de Türk ordusunu hedef aldı ve onu çökertmek için kumpas davaları açtı. Yüzlerce vatansever subayı ordudan tasfiye etti ya da hapse atarak yıpratmaya çalıştı. İşte 28 Şubat Davası da bu süreçte FETÖ’cü hâkim ve savcılar tarafından açıldı. Bu tertipler de 2014 yılında çöktü ve hapse attığı vatanseverlerin yerine kendileri girmeye başladı. FETÖ’nün son hamlesi 15 Temmuz 2016 gecesi darbe girişimi oldu. O da Türk ordusu ve halkının kararlı duruşuyla yerle bir edildi. Devletin içindeki FETÖ’cü güçlere karşı geniş kapsamlı tasfiye hareketi başlatıldı.

28 ŞUBAT’IN HEDEF ALDIKLARI 15 TEMMUZ'DA DARBEYE KALKTI

15 Temmuz bastırmasından sonra Türkiye’nin önünde yeni bir dönem başladı. ABD aslında bu darbe girişimiyle yüzünü Asya’ya çeviren Türkiye’yi buradan koparmak istiyordu. Bunu da başaramadı. Ardından yapılan üç önemli operasyonla, ABD’nin Suriye üzerinden Akdeniz’e çıkarmak istediği Kukla Devlet girişimi bozuldu. Türkiye, ABD’ye meydan okuyarak “Bin yıllık kararlılığı” sürdürmüş oldu.

İşte bu gelişmelerden dolayı 28 Şubat hamlesine “bir süreç” diyoruz. Hükümet yıkma değil, Türk devletini ayakta tutan ilkeleri hatırlatma ve bunların hayata geçirilmesini isteme girişimiydi. O günden bugüne gelişen olaylar 28 Şubat sürecini çok iyi anlatır. Şunu da hatırlatmak zorundayız ki, Türk ordusu darbeler nedeniyle yıpranmıştı. Bugüne kadarki darbelerin arkasında ABD vardı. ABD çıkarlarına göre bu girişimler yapılmıştı. Bu darbelerden en çok da TSK zarar görmüş; 4 bine yakın vatansever subayı tasfiye edilmişti. Türk ordusunun subayları asla bir darbe istemiyordu. Darbeciler 15 Temmuz gecesi sahaya çıktı. ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin deyimiyle “Mekanizma harekete geçti.” O gece o mekanizmayı yerle bir eden ise Mustafa Kemal’in askerleriydi. 28 Şubat kararlarıyla ABD’ye direnenlerdi! 28 Şubat’ın komutanları Karadayı ve Kıvrıkoğlu’nun 28 Şubat Davası'yla hedefe konulması bile anlamlıydı!

28 ŞUBAT 1997’YE NASIL GELİNDİ

4 Kasım 1996 tarihinde Susurluk’ta meydana gelen kazayla ‘Çiller Özel Örgütü’nün kirli işleri ortalığa saçıldı.

Refahyol Hükümeti 28 Haziran 1996 günü kuruldu. 3 Kasım 1996 günü Susurluk kazası Türkiye gündemine bomba gibi düştü. Kazada “emniyet-siyasetçi-mafya” ilişkisi ortalığa serildi. 1996 MİT raporunda belirtilen kirli ilişkiler gün yüzüne çıktı. Halk buna büyük tepki gösterdi ve suçlulardan hesap sorulmasını istedi. ‘Bir dakika karanlık’ eylemleri başladı. 10 Kasım 1996’da Atatürk’ü anma gününde bir milyona yakın vatandaş Anıtkabir’i ziyaret ederek tepkisini doruğa çıkardı. İşte bu sürecin ardından 28 Şubat 1997 günü yapılan 9 saatlik MGK toplantısında rahatsızlık dile getirildi.

Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in başkanlığında yapılan toplantıda alınan kararların ortak özeti ‘Devrim Kanunları’nın uygulanması isteği ve kararlılığıydı. Buna ilişkin olarak yapılan açıklamada “Anayasal bir yaptırım” olduğu hatırlatıldı.

Toplantıya gelen önemli bir konu da ‘irticai faaliyetler”di. Başbakan Erbakan, toplantı öncesi bu maddeyi gündemden çıkarmak için çaba harcadı ancak başaramadı. Uzun süren toplantıda bir ara ‘Erbakan istifa etti’ haberleri bile geldi. Toplantıda askerler gündemdeki konulara ilişkin olarak önceden hazırlanan raporları sundular. MGK toplantısı sonunda 18 ana başlık altında Hükümetin yapması gereken konular saptandı. Bunlar da Anayasa çerçevesinde yapıldı. Dönemin Başbakanı Erbakan 28 Şubat süreci için hiçbir zaman “darbe” demedi! Asker aleyhine bir açıklamada bulunmadı. Buna “darbe” diyenler ise FETÖ’cülerdi! Bunu da Erdoğan’ı yanlarına çekmek için yaptılar…

KARARLAR UYGULANMAYINCA

28 Şubat kararlarını Hükümet de imzaladı. Ancak zaman içinde bunlar uygulanmadı. Başbakan Erbakan, Çiller ile yaptığı protokol gereği 30 Haziran 1997 günü istifa etti. O sürecin önemli kararlarından birisi de, Genelkurmay’ın Milli Askeri Stratejik Konsept (MASK)’te irticaya karşı “Gereğinde ulusun talebi doğrultusunda askeri güçle tasfiye” kararını 29 Nisan 1997 günü kamuoyuna açıklamasıydı. 31 Ekim 1997 günü de MGK’da, yeni Milli Güvenlik Siyaset Belgesi kabul edilerek, ırkçı boyutlardaki milliyetçilik düşman kapsamı içine alındı ve ülkücü mafyayı tasfiye kararı açıklandı. Aralık 1997’de de Genelkurmay Başkanlığı “Batı destekli irtica ile iç savaş tehdidi”ne karşı TSK’yı yeniden yapılandırdı. Org. Karadayı döneminde alınan bu kararlar Kıvrıkoğlu döneminde de takip edildi ve Kıvrıkoğlu’nun “28 Şubat bin yıl sürecek” sözüyle kararlılık dünyaya ilan edildi.

İŞTE O KARARLAR

Dönemin MGK toplantısı ve 4 Eylül 1999'da Milliyet'te yayımlanan Kıvrıkoğlu'nun “Bin yıl sürecek” açıklaması.

‘8 yıllık kesintisiz eğitim’le özetlenen maddeler!

MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç imzasıyla gönderilen “Rejim Aleyhtarı irticai faaliyetlere karşı alınması gereken tedbirler” şöyle sıralanıyordu:

  • Lâiklik ilkesi büyük bir titizlikle korunmalı, mevcut yasalar uygulamada yetersiz görülüyorsa yeni düzenlemeler yapılmalıdır.
  • Tarikatlarla bağlantılı özel yurt, vakıf ve okullar devletin yetkili organlarınca denetim altına alınarak Milli Eğitim Bakanlığı’na devri sağlanmalıdır.
  • Genç nesillerin dimağlarının öncelikle Cumhuriyet, Atatürk, Vatan ve Millet sevgisi, Türk Milletini çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma ülkü ve amacı doğrultusunda bilinçlendirilmesi ve çeşitli mihrakların etkisinden korunması bakımından: (a) 8 yıllık kesintisiz eğitim, tüm yurtta uygulamaya konulmalı, (b) Temel eğitimi almış çocukların, ailelerinin isteğine bağlı olarak, devam edebileceği kuran kurslarının Milli Eğitim Bakanlığı sorumluluğu ve kontrolünde faaliyet göstermeleri için gerekli idari ve yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
  • Cumhuriyet rejimine ve Atatürk ilke ve inkılaplarına sadık aydın din adamları yetiştirmekle yükümlü. Milli Eğitim kuruluşlarımız, Tevhidi Tedrisat Kanunu’nun özüne uygun ihtiyaç düzeyinde tutulmalıdır.
  • Yurdun çeşitli yerlerinde yapılan dini tesisler belli çevrelere mesaj vermek amacıyla gündemde tutularak siyasi istismar konusu yapılmamalı.
  • Yasa ile yasaklanmış tarikatların ve bu kanunda belirtilen tüm unsurların faaliyetlerine son verilmeli.
  • İrticai faaliyetleri nedeniyle TSK’dan ilişkileri kesilen personel konusu istismar edilerek TSK’ni dine karşıymış gibi göstermeye çalışan bazı medya gruplarının silahlı kuvvetler ve mensupları aleyhindeki yayınları kontrol altına alınmalıdır.
  • TSK’nden ilişkileri kesilen personelin diğer kamu kurum ve kuruluşlarında istihdamı ile teşvik unsuruna imkân verilmemelidir.
  • Türk Silahlı Kuvvetlerine aşırı dinci kesimden sızmaları önlemek için alınan tedbirler; diğer kamu kurum ve kuruluşlarında da uygulanmalıdır.
  • İran İslâm Cumhuriyeti’nin ülkemizdeki rejim aleyhtarı faaliyet, tutum ve davranışlarına mani olunmalı, tedbirler paketi yürürlüğe konulmalıdır.
  • Mezhep ayrılıklarını körükleyip milletimizin düşmanca kamplara ayrılmasına yol açacak faaliyetler yasal ve idari yollarla mutlaka önlenmelidir.
  • Anayasa ve yasalara aykırı olarak sergilenen olaylar önlenmeli.
  • Kıyafetle ilgili kanuna aykırı olarak ortaya çıkan ve Türkiye’yi çağdışı bir görünüme yöneltecek uygulamalara mani olunmalı, kamuda titizlikle uygulanmalıdır.
  • Silah ruhsat işlemleri yeniden düzenlenmeli, kısıtlamalara gidilmeli, pompalı tüfeklere olan talep dikkatle değerlendirilmelidir.
  • Rejim aleyhtarı, örgüt ve kuruluşların deri toplaması engellenmeli, kanunla verilmiş yetki dışında kurban derisi toplattırılmamalıdır.
  • Yasa ile öngörülmemiş bütün özel üniformalı korumalar kaldırılmalıdır.
  • Ülke sorunlarının çözümünü “Millet” kavramı yerine “Ümmet Kavramı”yla sonuçlandırma girişimleri önlenmelidir.
  • Büyük kurtarıcı Atatürk’e karşı yapılan saygısızlıklar ve Atatürk aleyhine işlenen suçlar hakkındaki kanunun istismar edilmesine fırsat verilmemelidir.
Sonraki Haber