30 Ocak Medyanın Halleri
İşte günün öne çıkan köşe yazıları...
SANTA MARİA KİLİSESİ’NE SALDIRININ ARKASINDAKİ PLAN
ABDÜLKADİR SELVİ - HÜRRİYET
Santa Maria Kilisesi’ndeki suikast bir yönüyle 5 Nisan 2006 tarihinde Trabzon’da işlenen Rahip Santoro cinayetine benziyor. Rahip Santoro’yu öldüren Oğuzhan Akdin 18 yaşın altındaydı. Zaten bu tür cinayetleri az ceza alması için ya akli dengesi yerinde olmayan kişilere işletirler ya da 18 yaşın altındaki gençlere... Rahip Santoro’yu kilisenin içinde döven şahıs ise Yasin Hayal’di. Ondan sonra öldürüldü. Peki Yasin Hayal nerede karşımıza çıktı? 19 Ocak 2007 tarihinde işlenen Hrant Dink suikastinin azmettiricisi olarak. Yasin Hayal, Ogün Samast’ı azmettiren şahıs olarak yargılanıp müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Demek ki bu işlerin arkasındaki azmettiriciler önemli. (…) Her şeyi anlarım ama bir şeyi anlamam; Mossad casuslarına yönelik operasyonda yakalananlardan ne çıktı? Mossad bunlardan Süleymaniye ve Taksim camilerinin görüntülerini istemiş. Mossad imana gelip Müslüman olmayacağına göre cami görüntülerini neden ister? Bir süre önce İstanbul’da gerçekleştirilen DEAŞ operasyonunda yakalananların kiliselere ve sinagoglara yönelik saldırı hazırlığı içinde oldukları tespit edilmişti. Demek ki iş bölümü yapmışlar. Mossad camilere, DEAŞ kilise ve sinagoglara yapılacak saldırılar için görevlendirilmiş. Ama patronları aynı.
AMERİKA BÖLÜNMÜŞ DEVLETLERİ
HAKAN ALBAYRAK - KARAR
Texas’taki sınır krizinin ikinci iç savaşa yol açacağı filan yoksa da ABD’de bir bölünme potansiyeli var mı var. California ve Texas gibi eyaletlerdeki ayrılıkçı hareketler şimdilik çok marjinal, daha köklü olan Hawaii’deki bağımsızlık hareketlerinin başarı şansı da şimdilik çok düşük görünmekte ama dünya dönüyor ve belki de her şey bir rüzgâra bakıyor. Küresel iddiaları olan her ciddi devlet, Türkiye Cumhuriyeti de ABD’deki bölünme potansiyeli ile ilgili ‘fütürist’ senaryolar yazıyor olsa gerek. Yazmıyorsa yazsın.
SORULARIN SORUSU
SÜLEYMAN SEYFİ ÖĞÜN - YENİ ŞAFAK
Türkiye Cumhûriyeti’nin İsveç’in NATO üyeliğine karşı çıkarken, çok haklı olarak yükselttiği elini, ağır baskılara mâruz kalarak geri çekmesi ve nihâyette NATO’nun isteğini karşılaması çok farklı değişkenler üzerinde tartışma konusu yapıldı; daha da yapılacak. Beni bu tez ve karşıt tezlerin pek çoğu ilgilendirmiyor. Esas üzerinde durduğum husus,karârın Türkiye’nin savaş azim ve kararlılığı gösteren NATO’nun bu azgın süreçlerine dâhil etmesi; bölgesel inisiyatif geliştirme kapasitemizi daraltmasıdır. . Bu memleket mâceracı bir şekilde I. Umûmî Harb’e dâhil oldu. Neticeyi biliyoruz. Darmadağın olduk. II. Umûmî Harpten bir şekilde uzak kalmayı başarabildik. Ama hâlimiz hâl olmaktan çıktı. Şimdi yaklaşan ve azımsanmayacak kadar büyük bir tehlikeye dönüşen III. Harb-i Umûmi karşısında Türkiye ne yapacak? Üzerinde titizlikle durulması gereken soru budur?
SİYASETSİZLİĞİN YENİ ADI; ‘ÜÇÜNCÜ YOL’
MAHMUT ÖVÜR - SABAH
Son dönemde Türkiye'de güçlü siyaset aksı ortaya koyamayan ve güçlü bir lider çıkartamayan birçok siyasi akım, sihirliymiş gibi, "Üçüncü Yol" siyasetine sarıldı. Bu üçüncü yol siyasetinin küresel bir geçmişi de var. Sosyalistlerin Üçüncü Enternasyonali bu kapsama girer mi emin değilim ama ABD Başkanı Bill Clinton'dan İngiltere'nin "solcu" Başbakanı Tony Blair'e kadar birçok siyasi aktör tarihe iz bırakmak için böyle bir entelektüel çaba içine girdi. Sosyal demokratların en gözde propaganda aracı olarak yorumlanan bu kavramı, Türkiye'de en çok da HDP çizgisi kullandı. Gerçi Kandil'in vesayeti altında "üçüncü yol" siyaseti üretmek pek mümkün olmasa da kullandılar. Sonra bu kavramı daha popülist bir yöntemle Muharrem İnce ve Ümit Özdağ'dan duyduk. Çıktıkları üçüncü yoldan, biri geri çekilmek zorunda kalırken diğeri ırkçılığa varan bir savrulma yaşadı. Son seçimden sonra bu kavramı en çok kullanan CHP'ye eklemlenmekten sonuç alamayan Meral Akşener oldu. Akşener partisini "hür ve müstakil" yapmak için "üçüncü yol" siyaseti izleyeceğini söyledi.
YENİ SENARYO: ‘BÖLGESEL EKONOMİK ENTEGRASYON’
KEREM ALKİN-SABAH
Hem reel sektörü, hem de finans sektörünü 'stres testi'ne tabi tutup, zayıf noktaları bertaraf etmek en kritik çalışma alanı. Jeopolitik tehditler, gıdayı, enerji türevlerini, hammaddeleri, kritik maden ve mineralleri adeta birer 'silah'a dönüştürmüş durumda. 'Belirsizlik Çağı' ve jeopolitik baskılar ülkeleri 'küresel' yerine, artık 'bölgesel' modellemeye zorluyor. Küresel ekonomide 'bölgeselleşme' eğiliminin güçlendiğini, ülkelerin kendi güvenlikleri adına 'bölgesel' tercihlerde bulunma eğilimlerini hızlandırdıklarını gözlemliyoruz. Bu nedenle, 'bölgesel ekonomik entegrasyon' önümüzdeki dönemin en popüler konusu olacak. 21. Yüzyıl'ın başında dünyayı iddialı bir geleceğe taşıyacağı konuşulan 'küreselleşme' olgusunun tabutuna adeta çivi çakılıyor. Ülkeler 'bölgesel' bazda müttefiklik ilişkilerini güçlendiriyorlar. Ülkeler, sektörlerini, ihracatlarını, üretim ve yatırım süreçlerini yeniden yapılandırma adına zorlu süreçlerden geçmeye hazırlanıyor. 'Politize' bir dünyada artık 'her şeye' hazırlıklı olma zamanı.