Ateş daha Abdulkadir Selvi’yi yakmamış

30 Temmuz Medyanın Halleri... Köşe yazarlarının gündemi ne? Gazetelerde neler var? Köşe yazılarında öne çıkanlar neler?

Hürriyet’ten Abdulkadir Selvi, dün şöyle yazdı:

İran, Hizbullah’a yönelik bir saldırı durumunda direniş hattını harekete geçireceğini açıkladı. Direniş hattı ne? Lübnan sınırından başlayıp, Suriye, Irak ve İran’a kadar uzanan hattaki vekil güçler.

İran bu güçlerini İsrail Gazze’yi vururken neden harekete geçirmedi? Gazze yok edildikten sonra şimdi savaşı bölgeye yaymak için Hizbullah’ı neden aktif hale getirdi?

Bizde elele tutuşulup halay çekilir. Ama İran’da acem oyunu oynanır.

Gazze’de barış umutları yok olurken, savaş bölgeye doğru yayılıyor. Dikkat edelim bu ateş bizi de yakmasın.”

Filistin’i işgal eden, Gazze’de on binleri öldüren İsrail savaşı yayıyor.

Bunu da gizliden değil, açık açık yapıyorlar.

Direniş ekseni, İsrail yayılmacılığına karşı canıyla, kanıyla savaşıyor.

“İsrail’e ticareti durdurduk.” denmesine rağmen Mersin’den kalkan geminin Hayfa limanına gitmesini görmeyen Selvi, İran düşmanlığı sebebiyle direniş ekseninin mücadelesine burnunu kıvırıyor.

Hep dikkat çekiyoruz.

Güneydoğumuzda ve sınırlarımızın ötesinde kurulacak olan sözde Kürdistan, bir “İkinci İsrail” projesidir.
PKK, ABD ve İsrail’in vekil gücüdür.

Terör örgütüne en büyük desteği ABD ve İsrail vermektedir.

Mehmetçiğimizin bu hatta karşı kahramanca savaşıyor.

Mehmetçiğimizi vuran her ABD-İsrail kurşunu bizi de yakıyor.

Polisimizi vuran her ABD-İsrail kurşunu bizi de yakıyor.

Türkiye ateşler içinde teröre karşı mücadele ediyor.

Ama anlaşılan Sayın Selvi’nin yüreğini yakan bir ateş yok.

Bugün Filistin insanlığın ön cephesidir.

Filistin’in kazanması, Türkiye’nin kazanmasıdır.

Filistin düşerse, Türkiye düşer.

Sayın Cumhurbaşkanı da vurguluyor: “HAMAS’ın Gazze’de Anadolu’nun ileri hat savunmasını yapıyor.”
HAMAS’la yan yana savaşan, şehitler veren direniş cephesi de Anadolu’nun bu hat savaşında.

İsraillilerin Cumhurbaşkanımıza Saddam gibi sonun olur diye sopa gösterirken, direniş cephesine tavır almak, ABD-İsrail’in yanına düşmektir.

Aksine Türkiye’nin direniş eksenini güçlendirmesi gerekiyor.

Selvi bunu göremiyor. Çünkü gözünde İran düşmanlığı bağı var.

Umarız bu bağı çözer.

CUMHURİYET YAZARININ ABD SEVDASI

Örsan K. Öymen, dün Cumhuriyet’te “ABD gerçeği” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

“Türkiye’de siyasetin hem sağındaki hem de solundaki birçok kişi, anti-Amerikan olmakla, anti-emperyalist olunacağını sanıyor.

Oysa, ABD’ye özgü her şeye karşı çıkmak, Amerikan halkına, kültürüne, tarihine karşı toptan tavır almak, antiemperyalizm değil, ırkçılık ve şovenizmdir.”

Öymen bunları yazarken Aydınlık’ta dikkat çekici bir haber vardı: Can Ali gitti John Ali geldi.

Şöyle yazdık: Önce ğ, ş, ç harfleri çıktı hayatımızdan. Şimdi yeni doğan bebeklere İngilizce, Yunanca ve Fransızca kökenli isimler veriliyor.

Lina, Adel, Aleks, Alis, Leo, Milla… İsimler değişiyor, kimlik bunalımı başlıyor!

Öymen’e göre bu, muhtemelen şovenizm.

Oysa gerçekten Batı karşısında ezikliğin göstergesi.

Anlıyoruz, beyefendinin ezen millet-ezilen millet ayrımından haberi yok.

Marx, Engels’in İngiliz işçi sınıfının nasıl burjuvalaştığını anlattığı satırları hatırlamamış olabilir.

Altyapının üstyapıyı etkilediğinin de farkında değil.

Ama ABD’nin devrimci tarihi başka, bugünün dolar diktatörü ABD başka.

ABD o geçmişe çoktan sırtını döndü.

“Amerikan rüyası” denilen kültürü de dünyaya pompalıyor.

Ne var o kültürde? Kolay yoldan para kazanma, uyuşturucu, LGBT… Kısaca çürüme ve yozlaşma.

Biz de bu kültüre uyum sağlasın, “dünya vatandaşı olsun” diye çocuklarımıza yabancı isim veriyoruz.

ABD’de bir sol siyaset yoktur.

ABD, klasik bir emperyalist devlet değildir. Hegemonyacıdır.

Antiemperyalist olmak hegemonyacılıkla mücadeledir. O yüzden bugün Antiemperyalist olmak Antiamerikancı olmakla eşitlenmiştir.

30 TEMMUZ MEDYANIN HALLERİ

OLİMPİYAT MI, YOKSA MAHŞERİN KAPISI MI AÇILDI?

HAŞMET BABAOĞLU - SABAH

Mesaj bütün dünyaya verildi.

Hiç utanmadan, çekinmeden...

İnsanlara inancından vazgeç denildi...

Ülkenden, geleneklerinden, milliyetinden vazgeç denildi.

Cinsiyetinden vazgeç denildi...

İdeallerinden vazgeç, "sen de büyük orjiye katılıp keyfine bak" denildi...

Eveleyip gevelemek gereksiz...

Uluslararası Olimpiyat Komitesi Başkanı Thomas Bach söyledi zaten: "Şu an yeni Dünya Düzeninin doğuşuna tanık olmaktayız."

Işıkların söndürülüp koyu karanlık içinde metal gövdeli ve solgun bir atın koşturmaya başladığı anı izlediniz mi?

Hristiyan ilahiyatında önemli yer tutan "Mahşerin 4 Atlısı"ndan dördüncüsü müydü o at?

Hani binicisinin ölüm olduğu, kendisinin de kıtlık ve salgın taşıdığı at...

Düşünün bakalım şimdi...

KOKUŞMUŞ OLİMPİZM ÜZERİNE NOTLAR

SÜLEYMAN SEYFİ ÖĞÜN - YENİ ŞAFAK

Soğuk Savaş’ta ideolojikleşen olimpiyatlar, Soğuk Savaş sonrasında boşluğa düşüp geçici bir alâka kaybına uğradı. Endüstrileşmiş, şenlik ve turizm tarafı baskınlaşmış olimpiyatlardan ulusal ve sınıfsal olmanın çok uzağında kalan; daha çok rekâbete dayalı bireysel değerler ve başarı hikâyeleri çıkıyordu.

Şaşırmayalım; mutlak bireysel rekâbet fikri, zamânın rûhuydu ve küresel kapitalizmin de şiârıydı. Herkes Darwin’in biyolojik tezlerini tartışmaya bayılır. Ama bu tartışmaların da perdelediği daha derin bir Darwinizm, sosyal Darwinizmden o kadar da rahatsız olmaz. Rekâbeti yüceltmek çok mâsum görünür.

Küreselleşme ideolojisinin belkemiğini oluşturan rekâbet fikri üniversite müfredatlarına kadar girmiştir.

Bireyler, kurum ve kuruluşlar arası rekâbetin güzellemelerinden geçilmez. “Rekâbet diri tutar” düsturu hayâtın her sâhasında olağanlaşmıştır. Bunun sosyal Darwinizm ile bağı çok defâ hissedilmez bile.

Hâlbuki bu bağ çok derindir. Bugün cârî olan başarı kıstasları külliyen, narsisizm ile eşleşmiş; hiçbir ahlâkî kaygısı olmayan sosyal Darwinist kıstaslardır. Neoliberalizm esâsen sosyal Darwinizmin ekonomipolitiğini anlatır. Soğuk Savaş devrinde şekillenen sosyal devlete, hâmî bürokrasilere, çeşitli savunmacı toplumsal örgütlere savaş açması bu sebeptendir.

Aynı ekonomipolitikaların dünyâyı sürüklediği akıl almaz eşitsizliklerin ve krizlerin sonunda savaşlara sürükleniyoruz. Narsisist kültürel meydan okumaların ışıklı, dumanlı gösterilerine sahne olan Paris Olimpiyatı silâhların gölgesinde yapılıyor. Paris 2024 sanki 1936 Berlin’in bir déja vu’su. Dedikodularını, her meselede ahkâm kesen, aşk şehri Paris’e düşkün pürolu, fularlı élégant gazetecilerden dinleyeceğiz. Tuhaf olan, Ukrayna’da, Gazze’de binlerce insan ölürken kimsenin barıştan bahsetmemesi. Rekâbeti kutsallaştıran ve oyunlaştıran hegemon dünyâ zihniyeti savaşa da onun tabiî uzantısı olarak bakıyor. Hâsılı kadim Greklerin bile gerisine düştük.

Sonraki Haber