4 Ağustos Medyanın Halleri
İşte 4 Ağustos 2023 öne çıkan köşe yazıları
BU FİLMİ GÖRMÜŞTÜK, DEFALARCA
Ali Saydam/Yenişafak
Türkiye’nin ‘Millî Enerji ve Maden’ politikasından bir nebze haberdar olan her ehli vatan, şu gerçekleri de bilir…
Bir, Maden, bir ülkenin millî zenginliklerinin en önemlilerindendir. Millî ekonomik bağımsızlığı sağlayıcı etkisi tartışılmaz.
İki, Madeni sizin istediğiniz yerden çıkaramazsınız. O neredeyse, faaliyet de orada yürütülür.
Üç, Faaliyetin bulunduğu yerlerde fauna ve flora tabii ki etkilenecektir. Ancak, sorumluluk sahibi şirketlerde madencilikle birlikte ağaçlandırma ve faunayı koruma çalışmaları da hemen başlar.
Dört, Maden sonsuz bir kaynak değildir. O nedenle faaliyetler sırasında yapılamadıysa da bittikten sonra bölge yeniden ağaçlandırılır. Bölgeyi eski hâliyle bırakmak, madencilik şirketlerinin ‘yasal’ zorunluluğudur.
Hâl böyleyken ülkemizde ithalata dayalı maden işinde yerli ve millî bir yatırıma kalkışıldığı anda, çıkarlarının zarar göreceğini düşünenler tarafından hemen bir reaksiyon başlatılır. Burada üç tip insan unsuru kullanılır: 1. Profesyonel aktivistler, 2. Protestodan kendi tanınma ve itibarları adına çıkar sağlayacağını düşünen entel dantel ve siyasetçi kesimi, 3. İlk iki grup tarafından kandırılan bazı vatandaşlar.
Bu tür filmleri çok izledik. Bergama’da, İkizdere’de, Cerrattepe’de, Kaz Dağları’nda… Hepsinde senaryo belli: Türkiye’de örneğin altının çıkarılmasından hiç hazzetmeyen, ülkemize altın satan şirketlerin desteklediği Alman Vakıfları prodüksiyonu hazırlıyor, yukarıdaki üç maddede bahsettiğimiz oyuncuları sahneye sürüyor… Bunlar Eurogold’a, Alamos’a yaptıkları gibi şirketlere dünyayı dar ediyorlar… Maden faaliyetinin durdurulmasına kadar da vazgeçmiyorlar… Sonuçta kim kazanıyor; kim kaybediyor?.. Bir düşünmek lazım…
ABD’NİN ÇÖPLÜĞÜ
Bedir Acar/Akşam
Adına ister göçmen, ister mülteci, ister sığınmacı, ister yabancı diyelim...
Suriye'de patlak veren iç savaşın ardından bizim şehirlerimiz, özellikle İstanbul, Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar ani göç dalgasıyla karşılaştı.
Avrupa'da on yıllar boyunca, sindire sindire olgunlaşan göçmen meselesi Türkiye gündemine ışık hızıyla girince, ister istemez sosyolojik ve ekonomik tartışmalar da beraberinde geldi.
Bu aşırı göç dalgasına Avrupalı ve Ortadoğulu zenginlerin Türkiye'den mal-mülk edinme süreçleri de eklenince, iş konut fiyatlarına kadar geldi.
Bu işin maddi yönü ama asıl hassas bir mesele daha var; o da şehirlerin gittikçe erozyona uğrayan kültürel dokusu...
Gazeteci Gaffar Yakınca, Credit Suisse bankasının raporunu hatırlatmış.
Rapora göre, dünya genelinde, üst-orta sınıfa dâhil insanların sayısı son yirmi yılda yaklaşık beş kat artmış. 'Oysa' diyor Yakınca, 'Paris bir tane, Roma, İstanbul, Moskova, Atina bir tane...'
Dolayısıyla bu şehirler artık zengin olmayanlara bırakılamayacak kadar kıymetliler!..
İlginçtir dün konuştuğum bir emlakçının söyledikleri Yakınca'yı doğrular nitelikte.
'Eldekini satıp merkezden uzak bir semte mi taşınsam' diye fikir danıştığım emlakçının cevabı aynen şu oldu: 'Yabancı nüfusu arttıkça, semtlerin yerlileri zaten nispeten daha ucuz ve uzak yerlere taşınacaklar. Merkez ilçeler ileride çok daha kıymetli hale gelecek.'
Demek böyle bir şey var;
'Dünyanın gözde şehirlerinin kadim sakinleri yerlerini zengin 'yatırımcılara' veya ziyaretçilere bırakıyorlar.'