4 Ekim Medyanın Halleri
'Piro Kemal', 'Sam Amca’sının canlı bombaları', 'Kalem düşmanın elinde', 'Liberal demokrasiden geriye ne kaldı?', 'Mektuplaşma dönemi bitti mi'. İşte günün öne çıkan köşe yazıları...
PİRO KEMAL
SONER YALÇIN- SÖZCÜ
CHP'nin ideolojik dönüşümü ile halkçılık, ortanın solu anlayışı-söylemi siyasal alandan nasıl silindi? Tek alternatif görülen sağa böylesine büyük savruluş nasıl yaşandı?
CHP kongrelerini takip ediyorum. Ne yazık ki ideolojik tartışma pek yok.
Kafalarda neo-muhafazakârlığa savruluşa dair soru bile yok.
Neoliberalizm, Baykal ve Kılıçdaroğlu'na benimsettiği “Üçüncü Yol” sağcılığı ile “Halk Partisi” ve halkçılığı vs. ortadan kaldırttı.
Öyle ya:
Ne demekti, döviz-kur- gibi kağıt iktisat politikalarına karşı çıkmak!
Ne demekti, üretici olmayan sermayeye karşı çıkmak!
Ne demekti, IMF-Dünya Bankası'na karşı çıkmak!
Ne demekti; adil sosyo-ekonomik düzen inşa etmek!
Halk Partisi, CHP'ye dönüştürülerek çökertildi.
Bugün:
Delegeler “halkçı” bir lideri mi partinin başına taşıyacak? Yoksa “Piro Kemal” mezhepçiliğine mi savrulacak?
SAM AMCA’SININ CANLI BOMBALARI
TAMER KORKMAZ-YENİ ŞAFAK
Meclis’in açılış gününün sabahı, İçişleri Bakanlığı’na saldıran iki teröristten biri kendisini patlattı, diğeri öldürüldü.
Saldıranlar, PKK’lı canlı bombalar:
-Sam Amca’sının vekil askerleri!
Hep söylüyoruz:
-Türkiye ABD ile adı konulmamış bir savaşta, Gizli Harp yaşıyor!
Vaziyet, böyleyken…
“ABD ile yeni dönem” ya da “ABD ile normalleşme başladı” gibi…
İkide bir sahne aldırılan lafların hiçbir geçerliliği, hükmü yoktur.
-Bu lakırdılar, bir nevi gözbağcılıktır.
KALEM DÜŞMANIN ELİNDE
İSMAİL KILIÇARSLAN- YENİ ŞAFAK
Antalya Film Festivali’nin iptaliyle sonuçlanan süreçte de, Hilal Nesin’in Karabağ’dan burunları bile kanamadan ve kendi istekleriyle giden Ermenilere berbat sesiyle yaktığı ağıtta da, dünyaca ünlü oyuncu Mel Gibson’ın Ermeni diasporasına destek verirken salladığı yalanlarda da aklımda hep bu hikâye ve son cümlesi vardı: “Kalem düşmanın elinde.”
Bilinen şeydir: Tanımlamazsanız, tanımlanırsınız. Tarif etmezseniz, tarif edilirsiniz. Çerçevelemezseniz, çerçeve içine alınırsınız.
Antalya Film Festivali’nin iptaline giden süreci ele alalım mesela. Kanun Hükmünde isimli ve açık açık FETÖ, dolayısıyla terör propagandası yapan belgeselin yarışmadan çıkarılması neticesinde festivalin jüri üyeleri o meşhur “sanat sansürlenemez” zırvasına sığınıp festivalden çekildiklerini bildirdiler.
Demet Akbağ’ından Ayşegül Aldinç’ine, Sema Kaygusuz’dan Ezel Akay’ına kadar jürinin içinden tek bir kimse çıkıp da “yahu bu operasyon çocukları, bu P.İ.Ç üyeleri 15 Temmuz’da yüzlerce insan öldürdü, az kala memleketi Amerika’ya satacaklardı, bunun propagandasına alet olmayalım” demedi.
Niye demediler? Çünkü “kalem düşmanın elinde” de ondan. Bir an olsun Türkiye’den, memleketten, memleketin insanından yana olmak akıllarının ucundan bile geçmiyor da ondan. Ama kabahat onların mı, söyleyin bana.
Hayır, kabahat kesinlikle onların değil. Kabahat, 22 yıldır memleketi yönetenlerin. “Tanımlama üstünlüğü”nün kendilerine geçmesiyle, hele bunu kültür üzerinden başarmakla hiç ilgilenmediler. Hiçbir zaman ilgilenmediler. 2002’de yetiştirilmeye başlayan çocuklar şu an Türkiye’nin kültür hayatını domine edebilir, dünyaya 15 Temmuz’da olan bitenin hakikatini onlarca film, yüzlerce belgesel, yüzlerce kitap ve sanat etkinliği ile duyurabilirlerdi mesela. Öyle yapsalardı bu operasyon çocuklarının belgesel diye yaptığı propagandanın esamisi okunmazdı.
LİBERAL DEMOKRASİDEN GERİYE NE KALDI?
HASAN BASRİ YALÇIN- SABAH
Çünkü Batı'da yaklaşık 200 yıldır devam eden bir çıkar birliği son buluyor. Artık sermaye ve orta sınıfların çıkarları farklılaşıyor. Sermaye küreselleşme isterken orta sınıflar yerellik istiyor. Kalabalık orta sınıflar, sandıktan istenmeyen isimleri çıkartabiliyor. Liberalizmi ve dayandığı sermayeyi sandığın istenmeyen etkisinden korumak için de ya bu orta sınıfların sayısını azaltmak lazım ya da sandığı bütünüyle devre dışı bırakmak gerekecek. Dikkatli gözlerle bakanlar, bu iki fikrin de çok kurnazca piyasaya sürüldüğünü şimdiden görebilir. Günümüzde şahit olduğumuz tüm tuhaflıklar bu gündemle ilişkili.
MEKTUPLAŞMA DÖNEMİ BİTTİ Mİ
DOĞAN HIZLAN- HÜRRİYET
Benim bu mektuplar arasında en dikkatle okuduğum Behçet Necatigil ile Kâmuran Şipal’in mektuplaşmalarıdır. Nâzım Hikmet ile Kemal Tahir’in yazışmaları da Kemal Tahir’i yakından tanıdığım için fazlasıyla ilgimi çeker.
Hiç kuşkusuz başka tanınış yazarların da bu türdeki çalışmaları önemlidir. Yazarlar, sanatçılar arasındaki dostluk belki de bu mektupların en etkileyici yanıdır.
Bugün böyle mektuplaşmalar oluyor mu? Pek sanmıyorum, çünkü teknoloji kâğıdın işlevini yavaş yavaş azaltıyor. Yazarlar, sanatçılar mektup türünü pek kullanmıyorlar.