6 ekim Serebral Palsi Farkındalık günü: Bir Arslancan hikâyesi

Serebral palsili Arslancan Kırdağ’a dokuz aylıkken teşhis konulmuş. Kendisi ve ailesi, Aydınlık’a yaşadıklarını, duygularını duru bir dille, içtenlikle anlattılar… Hem iyi hem kötü koşulları görmüşler. Onların deneyimi, engellerin aşılması için ülkemizde neler yapılması gerektiğini gösteriyor.

Arslancan, annesi ve babası, muhabirimiz Selenga Artar Yağcı (en solda) ile.

Arslancan Kırdağ, serebral palsili bir fiziksel engelli. El ve kollarını sınırlı kullanabiliyor, belden aşağısını kullanamıyor.

Anne karnındayken ‘kordon dolanması’ teşhisi konulmuş, beyne yeterince kan pompalanmaz endişesiyle erken doğuma alınmış. Doğumdan sonra dokuz aylık olana kadar her şey normal gitmiş, daha doğrusu öyle sanılmış. Annesinin şüphesi ve ısrarlarıyla gidilen doktorlar, tahliller, MR raporları derken tanı konmuş. Arslancan ve ailesi için 27 yıldır süren maratonda ilk günler böyle başlamış. Yaşadıklarını, Arslancan’ın annesi, babası ve kendisinden dinliyoruz.

‘SEN BİR ANNESİN MARATONUN BAŞLASIN!’

  •  Bize kendinizden bahseder misiniz? Olay nasıl başladı?

BELGİN KIRDAĞ- Ben THY’nin yer operasyonları biriminden emekliyim. Eşim de THY uçaklarına ikram veren şirkette çalışırdı, şimdi o da emekli. Tanışıp anlaşmamız ve evlenmemiz THY çevresinde oldu. Arslancan bizim tek çocuğumuz,27 yaşında. Serebral palsi tanısı konulduğunda bir yaşında var, yoktu. Tanının peşinden gelen ilk günleri tahmin edersiniz, çok üzüldük, ağladık, adeta yıkıldık. Sonra durumumuzu anlamaya çalıştık, tedavi nasıl olacak, başımıza neler gelecek, nasıl baş edeceğiz, baş edebilecek miyiz? Kafamızda bin bir soru, şaşkın, ağlak dolaşırken, rast geldiğimiz bir doktor, ismini anmazsam olmaz, Prof. Mefkure Yurdakul, bana “Hey, kalk bakalım!” dedi. “Senin yolun çok uzun, ağlamak için vaktin yok, sen bir annesin ve maratonun başlasın!” Maraton sözü ondan bize yadigâr. Sağ olsun çok yol gösterdi. Arslancan büyüdükçe, bedensel ve ruhsal, hastalığının değişik evrelerden geçen seyrini en doğru o bildi ve söyledi.

  • Bu seyrin içinde İsviçre’de de bulunmuşsunuz, onu anlatır mısınız, neden ve nasıl gittiniz, ne yaptınız?

BELGİN KIRDAĞ- Evet bulunduk. Çalıştığımız THY’de, sağ olsunlar çevremiz ve müdürlerimiz çok duyarlıydılar. Bize yardımcı oldular, İsviçre’ye tayinimizi çıkardılar. Arslancan orada hastalığıyla baş etmenin ilk eğitimlerini aldı. İlginçtir, orada gittiğimiz Merkez, tedavi yani ayağa kaldırmaktan çok hastalığın nasıl gelişeceği ve o gelişmelerle nasıl baş edileceği, örneğin tek başına nasıl yemek yenileceği, diş fırçalanacağı, markete, okula gidileceği gibi şeylerle ilgileniyordu. Duygunun daha eksik, desteklerinse son derece teknik ve tatmin edici olduğu günleri İsviçre’de yaşadık.

İSVİÇRE – TÜRKİYE KARŞILAŞTIRMASI

  •  Biraz açar mısınız, duygu eksik, teknik destek tatmin edici ne demek?

HAMİT KIRDAĞ- İsviçre işte, zengin memleket. Engelliler için adeta cennet. Gerek hastalık çevresinde gerek normal hayatta her yer ve her şey çok organize. Örneklerle anlatayım. Arslancan başını tutamıyordu, ilk oradan başladılar, sırf başı için iki yıl çok özel aletlerle uğraştılar. Devamında ellere, bele ve ayaklara indiler. Sağ olsun kendisi de savaşçı çıktı ve bu noktaya gelebildi.Türkiye’de o zamanın şartlarında o aletlerin hiçbirini bulamazdık. Sonra tekerlekli sandalye, Türkiye’de verilir geçilir, değil mi? Ama orada günlerce ölçerler biçerler, sırtını incelerler, oturma düzenine bakarlar, anlam veremezdik. Sonra anladık ki ortopedik yaptıkları için bel kemiği düzgün gelişti Arslancan’ın. Omurga eğriliği olmayan ender çocuklardandır. Arslancan’ın okula gidiş gelişleri sırasında, evimizin çevresinde, okul servisinde ve okulda Arslancan’ın ihtiyaçlarına özel imal ve inşa edilen rampa, asansör, tuvalet,ortopedik tekerlekli sandalye, bir kere de değil, gelişmesiyle paralel çeşitli kereler, hepsi de parasız… Normal bir ailenin altından kalkması imkânsız.

Türkiye’deki desteklerse çok çok yetersiz. Duygusu eksik derken de kendi insanının sıcaklığı, memleketinin sıcaklığı, ne olursa olsun aranıyor. Özellikle son zamanlarda Arslancan çok aramıştı.

  •  Türkiye’ye dönüşünüz nasıl oldu? Okul ve terapiler burada da devam etti mi?

ARSLANCAN KIRDAĞ -Memleket sıcaklığı aramak mı denir bilmiyorum ama yorulmuştum. Yüzmeydi, ata binmeydi, bitmek bilmeyen terapileri, donuk bakışlı insanları, ben büyüdükçe katılaşan kurallarıyla İsviçre’deki okuldan artık sıkılıyordum. İsviçre’dekine benzer Türkiye’de açılacak özel bir okul projesiyle alakalı okulumuza bir heyet gelmişti. Ben onlara tercümanlık ve asistanlık yaptım, devamında ilişki geliştirdik, Türkiye’de yeni açılacak bu okuldan davet aldım. Seve seve kabul ettim, Türkiye’ye kesin dönüş yaptık. Fakat aksilik, yaşım büyük olduğu için MEB o okula gitmeme izin vermedi. İstanbul, Beykoz’da başka bir okula yönlendirildim. Terapilere orada devam ettim, ta ki pandemiye kadar.

ENGELLİLİK EN GÜZEL NERDE NASIL YAŞANIR?

  •  Şimdi de Cide’desiniz (Kastamonu’nun ilçesi), buraya neden geldiniz? Nasıl vakit geçiriyorsunuz, terapilere devam edebiliyor musunuz?

ARSLANCAN KIRDAĞ -Cide anneannemin memleketi, iki senedir buradayız. Burada insanlar köy işleri ve balıkçılıkla uğraşıyorlar. Bağ, bahçe arasında eken, biçen, hasat peşinde koşuşturan insanlar arasında olmayı, durumum elverdiğince onlara katılmayı seviyorum. Burada Celal Abim var, sandalyemden tuttuğu gibi beni camiye götürür. Hasan Abim, Hüseyin Abimle yürüyüşlere çıkarız. Sahile giderim, balık tutanları yukardan saatlerce seyredebilirim. Sultan Teyzem bahçede çalışırken onunla laflarız. Kapının önünden gelip geçenlerle muhabbet ederiz.

Bahçelerde imeceyle yapılan işlere katılırım, fındık ayıklarım, bakla ayıklarım, hiçbir şey yapamasam sohbete katılırım. Beni herkes tanır, ben herkesi bilirim. Cuma günleri babam başka bir camiye götürür. Camiler arası cemaatlerin tatlı çekişmesine ortak olurum. Evimizde aletler var, onlarla terapilerimi yaparım. Bir eğitmen bulduk, bir de otel ayarladık, haftada 1-2 kere otel havuzunda yüzme terapisi alıyorum. Cide’de çok aktif ve çok sosyalim, kendimi özgür hissediyorum. İstanbul’da mümkün değil.

300 BİN KİŞİDE VAR KESİN TEDAVİSİ YOK

Serebral palsi (beyin felci) doğum öncesinde, sırasında veya sonrası erken dönemde beyin hasarı sonucu ortaya çıkan engellilik durumu. Ülkemizde yaklaşık 300 bin kişide var, kesin tedavisi yok. Bununla birlikte özel eğitim ve terapiler sayesinde serebral palsililer aktif hayata katılabilirler ve birçok şeyi başarabilirler.

HİÇ EKSİLMEYEN EBEVEYNLİK HEYECANI!

Belgin Hanım, hoşsohbeti ve enerjisinden cesaret alarak yönelttiğimiz “Durumunuzun keyifli yanları var mı, neler?” sorumuzu da yanıtladı:

“Çocuk büyütmenin zorluklarını bütün anne babalar bilirler. Zorluklar, çocuğun yaşı ilerledikçe değişkenlik gösterir, ebeveynlik heyecanıysa zamanla azalır, en azından peşinden koşuşturmalar biter, çocuğunuz elinizden uçar gider. Bendeki heyecansa hiç eksilmez, çocuğum elimden uçamaz, hep benim bebeğim olarak kalır. Bu heyecan bizi hayata karşı daha diri tutar. Benim hayattaki en büyük iki şansımdan biri oğlum, diğeri eşimdir. Birçok serebral palsili çocuğun babasının bu heyecandan yıldığını, sınıfta kaldığını, aileyi terk ettiğini biliyoruz. Bizim babamızsa bu heyecanın adeta şampiyonudur. Fedakarlıkta sınır tanımaz. Hayatta pek kimseye nasip olmayacak sorunları, çözümleri, maceraları biz hep birlikte yaşarız. Birbirimiz olmadan bir şey yapmayız. Hani lunaparkta en havalı, en tehlikeli bir oyuncak vardır, insanlar merak eder, gözünü alamaz ama korkudan da binemez. Binenlerse lunaparkın tadını en çok çıkarırlar. Arslancan’ın ihtiyaçları peşinde biz hayatı sürekli öyle bir oyuncakta yaşarız. Bizde eğlence hiç bitmez.”

BELEDİYELERDEN RİCAMIZ

Hamit Bey ise “Topluma ve yöneticilerimize ne söylemek istersiniz?” sorumuza şu yanıtı verdi:

“İnsanlara empati kurmalarını, bizi kabul etmelerini ve kendilerinden görmelerini söylemek isterim. Yöneticilerimize, daha doğrusu küçüğünden büyüğüne bütün belediye başkanlarınaysa şu ricada bulunmak isterim: işlerine bir gün tekerlekli sandalye ile gidip gelsinler. Ertesi gün de sandalyeyi bıraksınlar ve gözlerini bağlayarak gidip gelsinler. Neyin sıkıp neyin sıkmadığını tek bir gün kendileri yaşasınlar.”

Sonraki Haber