70’lerde ahşap bir İstanbul vardı

Mimar Deniz Alkan’la İstanbul söyleşimizin son bölümünde ahşap yapılardan söz ediyoruz. İstanbul'un tarihsel mirası ve mimarisini ana gündemimiz

Mimar Deniz Alkan’la İstanbul’un en eski semtlerinden biri olan Hobyar’ı gezmeye devam ediyoruz. Söyleşinin son bölümünde Mimar Deniz Alkan, Bâb-I Âli kapısından, İstanbul’daki ahşap yapılardan söz etti. Alkan, İstanbul’un Osmanlı döneminden önceki tarihine de dikkat çekti. Alkan İstanbul’un tarihsel mirasının ve mimarisinin korunamadığını da sözlerine ekledi.

Bâb-ı Âli hakkında biraz bilgi verir misiniz?

“Yüksek kapı”, “yüce kapı” anlamlarını taşıyan bu terim Sadrazam konağına işaret etmektedir. Anlamı genişledikçe “Paşa Kapısı” ve “Bâb-ı Âsafi” denmeye başlamıştır. 1808’deki Alemdar olayından sonra yeniden yaptırılan binaya dönemin padişahı Mahmud-ı Adli diye bilinen II. Mahmud’a izafeten Bâb-ı Adl ya da Bâb-ı Adli, 19. yüzyılın ikinci yarısında sonra Bâb-ı âli denmiştir.

Altı kez yanan ve yenilenen bu yapılar günümüze Stefan Kalfa’nın yatay kuruluşlu sade ampir cepheli yapılarıyla ulaşmıştır. Barok saçak ve örtülü, çeşmeli bir zafer takı düzenindeki Bâb-ı âli kapısı sadrazam ve hükümette odaklanan yürütmenin sembolik ifadesini yansıtır. Saray erkini temsil eden Alay Köşkü’nden daha alçak olmasıyla da hiyerarşiyi mimaride de yaşatmaktadır. Üzerinde çeşitli değişiklik ve yıkımlar yapılmışsa da mimarın yaptığı ana hatlar halen durmaktadır.

‘MAALESEF KORUYAMADIK’

İstanbul tarihi bir şehir ve uygun korunması için ne söylemek istersiniz?

İstanbul için dünya başkenti diyebiliriz. Bugün Roma, Paris, Londra gibi eski şehirlerden bahsedilir ama hiçbirinin tarihi İstanbul kadar eski değildir. Şu an mevcut olan çoğu 19. yüzyıl yapılarıdır. İtalya’daki Roma dönemine ait yapıların kalıntılarını saymazsanız.

Günümüzde şehirde son bulunan arkeolojik kalıntılar ile yeni yapılan kazılar var. Beşiktaş’ta bulunan kurgan şeklindeki mezarlardan İstanbul tarihinin bilinenin çok ötesine, 8bin yıl öncesine kadar gittiğini söyleyebiliriz.

Küçükçekmece de Yarımburgaz mağarası var. Oda ilk çağlardan beri bölgede bir yerleşim alanı olduğunu da gösteriyor. Doğu Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğuna da başkentlik yapmış bir şehir. Bir metre kazıyorsunuz hemen altından Bizans onun altından Roma’yı buluyorsunuz. Biz böyle tarihi bir yerleşim merkezini yeterince koruduk mu? Tabi ki maalesef koruyamadık.

‘70’LERDE BİR AHŞAP İSTANBUL VARDI’

Şu anda aramızda olmayan Teknik Üniversiteden Hocam Doğan Kuban bir beyanatında diyor ki “Ben 1972’de İstanbul’un tarihi yarımada koruma planı hazırladım. Bunu 10 -15 sene önce söylemiş. Şu anda o plandan %1 bile kalmadı” diyor. 70’lerde bir ahşap İstanbul vardı ama bugün o yapıların hiçbiri kalmamış.

Bu çok acı. Kendi meslek hayatımda da yok olan yapıların hepsine şahidim. Bunlar bilinçsiz yıkımlar, yanlış restorasyonlarla tarihi değerlerini kaybeden pek çok yapımız var. Tabi bu yanlışlıklar şehrin hafızasını da yok ediyor. Bir yapının tarihi değerinin olması, sadece eski teknolojiyle yapılmış olmasından dolayı gelmiyor. Önemli bir şahsiyetin yaşadığı, tarihi olayların geçtiği binalar tescilli eski eser yapılar sınıfına alınıyor.

Mesela bizim konuştuğumuz bölge içinde İttihat Terakki’ye ait yapı Düyun-u Umumiye binasının hemen alt köşesinde yer almaktaydı. Yani modern Türkiye’nin kuruluşunun nüvelerinin olduğu ahşap bir bina. Orası şu anda yok oldu! Bu tarihi yapıların arasında Atatürk’ün yaşadığı binalarda var. Aslında tarihi olayların geçtiği tüm yapıların korunması gerekiyordu.

Şu anda siyasi iktidar dediğimiz dönemlerde yok olup yıkılan camileri ayağa kaldırmaya çalışıyor. O zaman neden tarihi olayların geçtiği yapıları da eğer halen yeri mevcutsa anı değeri olduğu için ayağa kaldırmıyoruz? Eski bilgi belgelerini bularak, restitüsyon projelerini hazırlayarak tekrar ayağa kaldırabiliriz, ancak bu yapılar aslının bir kopyası ve tarihi bir değeri olmayan yapılar olacaktır.

SARAYBURNU'NDAKİ ATATÜRK HEYKELİ

Sarayburnu’ndaki Atatürk heykeli hakkında ne söylemek istersiniz?

Sarayburnu parkında Mustafa Kemal Atatürk’ün heykelini hayatta iken dikilmesi fikri dönemin belediye başkanı Emin Erkul’a aittir. Bu heykelin yapımı heykeltıraş Heinrich Krippel ’e veriliyor. Krippel Ankara'daki Zafer Anıtı, Samsun'daki Onur Anıtı ve Konya'daki Atatürk anıtına da imzasını atmıştır. Bu bronz heykeller sanatçının atölyesinde, dökümü de Viyana'da Birleşik Maden İşletmelerinde yapılmış ve parçalar halinde İstanbul’a getirilmiştir. Heykel 3 Ekim 1926’da törenle açıldı. O dönem İstanbul halkı anıta büyük ilgi göstermiş ve gecenin geç saatlerine kadar akın akın seyre gelmiştir. Atatürk’ün de şöyle çok kibar bir telgrafı oluyor. “ Muhterem İstanbul halkı ilk defa heykelimi dikmek suretiyle gösterdiği yüksek kadirşinaslıktan ve resm-i küşat münasebetiyle hakkımda izhar buyrulan necip hissiyatından dolayı samimi teşekkürlerimi arz ederim. Sözün bundan sonrası heykeltıraşlarındır.” Anıt, Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı için Samsun'a giderken İstanbul'dan hareket ettiği yere konuldu. Mermer kaide ve bronz heykel olmak üzere iki kısımdan oluşmakta ve İki kademeli dörtgen bir platform üzerinde bulunmaktadır. Kaidenin üç cephesine bronz madalyon şeklinde yazıtlar monte edilmiştir. Fakat bunların hiçbirisi mevcut değildir. Anıt, ele alınan dönem içinde Atatürk'ün sivil giysili devlet adamı olarak betimlendiği az sayıdaki örneklerden birisidir. Atatürk'ün sol eli beline dayalı, sağ elini yumruk biçiminde sıkarak aşağıya doğru uzatmış, başı dik, kaşları hafif çatık, gözleri hafif kısıktır; dinamik duruşuyla kararlı bir ifade içinde olduğu görülmektedir.

KÜLTÜR BİLİNCİ İÇİN YAPILAN ÇALIŞMALAR

Mimari eserlerin tanıtılması, korunması için ne tavsiye edersiniz?

Bir mimarlık dersi gibi değil ama okullarda çevremizi tanıyalım şeklinde başlayan bir eğitim olmalı. Çocuklar şehrindeki tarihsel, kültürel yerleri gezerek göreceği uygulamaların olması lazım. Benim de başkanlığını yaptığım Tarihsel Çevre Yapı Korumacıları Derneği geçmişten günümüze adım adım diye bir proje başlattı. Alibeyköy’de bir pilot okul seçildi. Oradaki öğrenciler ile çocuk esirgemeden kimsesizleri alıp rehber olmadan tarihi çevreleri gezdirdik. Mesela Süleymaniye ile Sultanahmet camilerine, Arkeoloji müzesi ile daha eğlenceli olsun diye Minyatürk’e götürdük. Çocuklarla bu gideceğimiz yerleri önceden çalıştık. Arkeoloji müzesine gideceğiz orada hangi eserler var? Arkeolog kime denir? Bunları çalışın ve orada arkadaşlarınıza siz anlatın dedik. Her çocuk bir bölümü çalıştı ve gidip orada anlattılar. 15 gün sonra da Hocalarıyla birlikte dernek üyelerinin katıldığı bir sunum yaptılar. Biz de ortaokul öğrencilerinin anlayacağı düzeyde yazılmış kitapları, yazarlarına imzalatarak ve bir katılım belgesiyle derneğimizin adına ayrı ayrı hediye ettik. Bu çok güzel bir proje ama bizim derneğimizin yetişebileceği bir şey değil. Milli eğitimin bizimle iş yapması veya belediyelerin maddi destekçi olarak buna kaynak aktarması gerekiyor. Osman Hamdi kimdir bunu çocuk küçük yaşta öğrenirse. Niye arkeoloji müzesi var? Niçin arkeolojik kalıntılar korunmalı diye öğrendiği an bir sonra ki nesil bulduğu kalıntıları yok etmez. O zaman bunu tutalım koruyalım diye düşünür.

Sonraki Haber