8 Mayıs Medyanın Halleri

Köşe yazarlarının gündemi... Gazetelerde neler var. Köşe yazılarında öne çıkanlar...

YAYINCILARIN TELİF FERYADI

DOĞAN HIZLAN - HÜRRİYET

GEÇEN perşembe günü bir jüri toplantısı vesilesiyle buluştuğum üç yayınevi yöneticisiyle, yayın dünyasının kanayan yarası telif sorununu konuştuk.
Birçok yazarın mirasçısı bulunamadığı için kitabı basılamıyor, yasadaki boşluklar yüzünden yazar veya çevirmen unutuluyor.
Hükümetin bu belirsizliğe çare bulmasını hepimiz bekliyoruz.
Kimi mirasçılar da bilmeden bu unutulmaya alet oluyorlar.
Hiç kuşkusuz bu sadece edebiyat dünyasının bir derdi değil, müzik dünyasında da aynı belirsizlik hâkim.
Bazı hukukçular bu kitapların basılmasını uygun görüyorlar, önerdikleri çözüm şu: Belirlenecek telifin bir hesaba yatırılması. Yasal mirasçı ortaya çıkınca bu hesapta biriken paranın kendisine ödenmesi. Bu bana da akla uygun bir çözüm gibi geliyor.
Bazı hukukçuların da mirasçılara yüksek telif almaları yönünde tavsiyeleri oluyor.
Herkes bestselleri hayal ediyor. Müzik dünyasının mirasçıları ise daha da gerçeklikten uzakta.
Somut örnekler vereceğim.
İyi çevirmen, birçok önemli kitabı dilimize kazandıran yazar Ahmet Cemal’in kitapları basılamıyor. Yayıncının söylediğine göre mirasçı sayısı onu geçiyor ve anlaşma sağlanamıyor.
Burada Ahmet Cemal’e yapılan edebi zulmün giderilmesi için yetkililer de harekete geçmeli.
Okurlardan bu kitapları uzaklaştırmanın inandırıcı, savunabilir bir gerekçesi yoktur.
İki iyi şairin de kitapları basılamıyor.
Ercüment Behzat Lav ve Celal Sılay’ın.
Antolojiler de yapılamıyor, oysa edebiyata ilk adımı atanlar için antolojiler çok önemidir.
Yavaş yavaş iyi edebiyatçıların eserlerini okuyamayacak, iyi müzisyenlerin bestelerini dinleyemeyeceğiz.

BİZİ BOZAN ŞEYLER…

HAŞMET BABAOĞLU - SABAH

Ankara'da pek havalı bir devlet kurumundan örnek vereyim size...
Genç kadın iş çıkışı biraz da yorgunluk içinde kafasını dinlemek için servis minibüsünde öne oturuyor.
Arkasındaki takım elbiseli adamlardan of pof sesleri geliyor...
Sonunda kıdemli bir çalışandan cep teline mesaj geliyor: "Canım, bizim serviste öne oturmamız aslında yasak, diğer kişiler kızıyor." Ne alaka?
Cevap kısa ve öz: "Anlarsın işte, statü meselesi!"
Niye yazdım bunları?
Herkes bir klişenin içine düşmüş:
"Para insanı bozar" deyip duruyoruz.
Oysa parayla bir yere kadar...
Statü endişesi, statü arayışı, statü buldum sarhoşluğu, statü sopası, statü kibri, statü ezikliği...
Asıl bunlar bozuyor insanı...
Meseleyi düşünmeye bir başlangıç olsun diye yazdım...
Hadi bir tarafı hiyerarşik toplum düzeninin ayrılmaz parçası, anladık.
Ama bir tarafında da "sevilme, sevme" eksikliklerimizin de payı var.

YATIRIM GREVİ

YUSUF DİNÇ - YENİ ŞAFAK

Sıklıkla Kalecki ile anılan literatürdeki yatırım grevi kavramlaştırması kapitalistlerin güç kayıplarını telafi etmek için başvurdukları bir enstrüman olarak ifade edilir. Kalecki’ye göre kapitalistlerin güç kaybı artan yatırımdan ve yayılan refahtan kaynaklanır. Yatırım grevi refleksi, yayılan refahın kapitalistler için sevimsiz olması nedeniyle yapılır. Kalecki, parasal ve politik ilişkilere tepki olarak da bu greve gidebileceklerini göz ardı etmez. Alternatif kârlılık alanlarına açık olup olmadıklarınıysa öngörmez. İlave kârlılık kaybını bu grevin maliyeti olarak gördüğü de ifade edilebilir ki her grev maliyetlidir.

Türkiye’de 2013’ten bu yana öyle bir yatırım grevi görüldü ki hem yayılan refah kapitalistleri rahatsız etti, hem parasal sisteme, hem politikanın yönüne tepki verdiler. Kombo… (…)

2013 yılı IMF ile stand-by anlaşmalarının sonu ve milli ekonomi mefkuresinin başıydı. Mesele hep IMF üzerinden yorumlandı. Belki de o yorum doğrudur ama ben kapitalizm söz konusuysa, hep mesafeli olduğum, sermayenin milliliği üzerinden konuyu tartışmayı daha uygun bulurum. En basitinden İsrail ile ticaretin hükümet eliyle durdurulmak durumunda kalınması bir örnek olarak gösterilebilir. Milli tavra uygun olarak işletmeler kendileri ilişkiyi kopartabilirdi.

Kapitalizm konuyu öyle ileri sardı ki sermayenin milli olması ancak ve sadece kapitalizmin medeniyet değerlerine rağmen kendi medeniyet değerlerine tutunabilen istisnai sayıdaki sermayedarlarla sınırlı kaldı. Emekçiler o kadar ileri gidemedi, milli kaldı. Emekçiler kapitalistleşmişseydi de başka kurtarırları yoktu zaten, onu da söyleyeyim.

Yani bence sorun IMF değil, sermayenin kendini rassal görmesi ve kaynaklarından beslendiği ülkeye dair milli ruhunun kalmamış olmasıydı. Üstelik grev milli ekonomi mefkûresine sığınıp gene aynı mefkûreye saldırdı, hala da devam ediyor. Aslında kapitalistler kendilerini yok ediyor. Kapasiteleri bu kadar. Şimdi konkordato ilan edenlerin greve uymayanlar olmasına bakıp sevinmeleri boşa...

Sonraki Haber