AB artık bir savaşçı mı?

AB liberalizmin küresel iddialarını doğuya doğru genişleyerek ayakta tutmaya çalışıyor. Atlantik İttifakının dünyanın geri kalanı karşısında ne ölçüde ortak hareket edebileceği, Avrupa’nın Rusya karşıtı konumunu ne kadar koruyabileceği, liberalizmin geleceğini de belirleyecek

Versailles’da 10 ve 11 Mart 2022 tarihinde Avrupa Birliği üyesi ülkeler devlet hükümet başkanları düzeyinde yapılan toplantı sonrasında yayınlanan bildiride şu cümleler yer aldı:

Rusya’nın saldırı savaşı Avrupa tarihinde tektonik bir kayma yarattı. Versailles’daki toplantımızda Avrupa’nın bu yeni gerçeklikte sorumluluklarını nasıl yerine getirebileceğini, vatandaşlarımızı, değerlerimizi, demokrasimizi ve Avrupa modelimizi nasıl koruyabileceğimizi tartıştık.”(1)

Koruma tartışması saldırı algısını gösterir. İki cümleyi bir arada okuduğumuzda, tektonik kaymanın değer ve modellerdeki bir çelişkiyle ilgili olduğunu anlıyoruz.

Kaymanın yönünü görebilmek için 1990 tarihli Yeni Bir Avrupa İçin Paris Şartı ile onda değişiklik yapan ve 1999’da İstanbul’da imzalanan Avrupa Güvenlik Şartına bakabiliriz. Çünkü kayma, 1990’da Avrupa’nın Soğuk Savaş sonrası ilişkileri ve kurumları inşa edilirken belirlenen prensiplerin, Paris Şartı imzacılarının ortak değerleri olmaktan çıkmasını ifade ediyor.

LİBERAL ÜTOPYALAR DÖNEMİ

1990’da Türkiye, ABD, Kanada, SSCB ve Avrupa ülkelerinin devlet ve hükümet başkanlarının katılımıyla imzalanan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı’nın Paris Şartında,(2) imzacıların tarihsel beklentilerini değiştirdikleri söyleniyor ve “cepheleşme dönemi sona ermiştir” deniliyordu. O zaman da tarihsel dönüm noktası tespiti yapılmıştı; fakat bu sefer “derin değişim ve tarihsel beklentilerden” söz ediliyordu. İlk bölümün başlığı “Yeni Bir Demokrasi, Barış ve Birlik Dönemi” idi. Yeni dönemin Avrupası ekonomik özgürlük, insan hakları, toplumdaki tüm gruplara karşı tolerans, etnik dini azınlıkların hakları ve özgürlük gibi kavramlara dayandırılmıştı.

Paris Şartı demokratik devrimlerin kazanımlarını liberalizmin ayrılamaz parçası olarak algılayan dönemin liberal ütopyalarına uygun kaleme alınmıştır. Şu cümle kalkınmanın ve değer yasalarının liberalizmle nasıl iç içe geçirildiğini gösteriyor: “Özgürlük ve politik çoğulculuk sürdürülebilir ekonomik gelişme, refah, sosyal adalet, istihdamın yaygınlaştırılması ve ekonomik kaynakların verimli kullanımı için pazar ekonomilerini geliştirmek ortak hedefimizin gerekli unsurlarıdır. Bu yönde çaba sarf eden ülkelerin piyasa ekonomisine geçişteki başarıları önemlidir ve bunda hepimizin menfaati var.”

Soğuk Savaş sonrasında pazar ekonomisi kavramı meta ekonomilerinin kamu mülkiyeti ve gücünü dışlayan biçimi, özgürlük ve politik çoğulculuk ise liberal düzenin güvenliğini sağlayan politik yapı için kullanıldı. Bu yapı 1990’larda Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) içinde AB tarafı için barış ve işbirliğinin koşuluydu:

“İlişkilerimiz demokratik değerler, insan hakları ve temel özgürlüklere ortak bağlılığa dayanacak.”

“Pazar ekonomisine dayanan ekonomik işbirliğinin ilişkilerimizin esas unsurunu teşkil ettiğini, müreffeh ve birleşik Avrupa’nın inşasında yardımcı olacağını vurguluyoruz.”

“(Pazar ekonomisine geçen ülkelerin) uluslararası ekonomik ve finansal sisteme daha ileri entegrasyonunun, kazançlar gibi disiplinleri de kabul etmelerinin gerekliliğinin altını çiziyoruz.”

Rusya’nın liberal prensipler ve onun ekonomik ve finansal disiplinlerine aykırı hareketi, AB’ye göre kendi menfaatine yönelen ve tektonik kayma yaratan saldırının özüdür.

AB VE SAVAŞ

Aslında Paris Şartı’nın 10. yılı dolmadan liberal prensiplerin vaat edilen başarıyı gösteremediği ortaya çıkmıştı. 1999’da İstanbul’da imzalanan metinde tespit edilmiştir:

“20. yüzyılın son on yılı AGİT bölgesinde büyük ilerlemeler getirdi; işbirliği geçmiş saflaşmaların yerini aldı; fakat devletler arasındaki çatışma tehlikesi bertaraf edilemedi. Avrupa’nın geçmiş bölünmelerini gerimizde bıraktık; fakat yeni tehlike ve tehditler ortaya çıkıyor, devletler arası çatışmalar kadar devletlerin içindeki çatışmalar Paris Şartını imzaladığımızdan bu yana güvenliğimize yönelik daha büyük bir tehdide dönüştü. AGİT norm ve prensiplerine açık tecavüz oluşturan çatışmalara şahit olduk.” (3)

Liberal düzeni tahkim etmek için yeni kurumsal yapı getiren İstanbul Şartı mevcut araçlarını geliştirmek ve yenileri yaratmak, bu araçları kullanarak AGİT bölgesini güvenlik bölgesine dönüştürmek amacını taşıyordu. Bugünkü tektonik kayma, liberal düzeninin güvenliğini sağlamak için 1999’daki düzenlemenin amacına ulaşmadığı gösterir.

Avrupa Birliği Resmî Gazetesinin 27 Ocak 2023 tarihli sayısında Ukrayna, Moldova ve Gürcistan’ın üyeliği hakkında Avrupa Parlamentosu Kararı yayınlandı. (4) Karar, Rusya’nın Ukrayna’daki operasyonlarını, Avrupa modern tarihinde daha önce benzeri görülmemiş ölçekte bir askeri saldırganlık olarak tanımlıyor; Rusya’yı Ukraynalılara karşı genosit düzeyine varan savaş suçlarıyla suçluyor.

Ukrayna, Moldova ve Gürcistan’ın üyeliğe kabul süreci, Ukrayna müdahalesine karşı Rusya’ya yaptırımların ve AB’nin savaş politikalarının parçasına dönüştü. Örneğin Konsey’in Ukrayna üzerine 30 Mayıs 2022 tarihli değerlendirmesinde, üç ülkenin üyeliği, Rusya’ya karşı Ukrayna’ya politik destek bölümünde yer aldı. (5) 27 Ocak 2023 tarihli Parlamento kararında da şu söyleniyor:

Avrupa Birliği “(Ukrayna, Moldova ve Gürcistan’a) AB tarafından üyelik statüsü bağışlanmasının, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yakıcı savaş saldırısının bugünkü bağlamında önderliğin, azim ve vizyonun gösterilmesi, jeopolitik durumun yeniden tanımlanma girişimi, Avrupa yolunu geri dönülemez biçimde tercih eden ve Avrupalı partnerleri tarafından kabul edilen söz konusu ülkelere açık politik mesaj ve üçüncü taraflarca hiçbir müdahaleye konu olmamaları gerektiği anlamına geleceğinin altını çizer. Aynı ideallerle ayağa kalkanlarla dayanışma göstererek kendi prensiplerine ve değerlerine bağlı kalan AB’nin güvenilir partner ve inanılır jeopolitik aktör olmaya devam etmesi gerektiğini tekrarlar.”

AB’nin savaş koşullarında güvenilir jeopolitik aktörlük iddiasının bu şekilde ortaya konulması, üçüncü taraflarca müdahaleyi bertaraf etme çabası, Rusya’nın askeri operasyonuna karşı önderlik, azim ve vizyonun tanımlanma biçimi AB’nin savaşta taraf olarak hareket ettiğini resmi olarak ortaya koyuyor. Hem AB kurumlarının yöneticilerinin açıklamaları hem de sahadaki aktif tavır resmi metinlerle zaten uyumlu.

Eski SSCB coğrafyasıyla Avrupa’yı liberal barış bölgesine dönüştürme projesinin başarısızlığı, AB’nin yayılmacı savaş örgüte dönüşmesiyle sonuçlanabilir mi? Cevabı yakın gelecekte öğreneceğiz.

LİBERALİZMİN SAVAŞI

Versailles toplantısında, Avrupa’nın bağımlılığını azaltmak için 2030’a kadar yeni yatırım ve büyüme stratejisine ihtiyacı olduğu belirlendi. Toplantı kararı AB’nin savunma kapasitesini güçlendirmesini, enerji bağımlılığının azalmasını, daha dayanıklı ekonomik temel oluşturulmasını içeriyor. Savunma kapasitesinin güçlendirilmesi, çatışmalı süreç beklendiğini ve AB’nin savaş için hazır olmak istediğini gösterir. Paris Şartında silahsızlanma ve silahların kontrolünden, güvenliğin imzacıların işbirliğine dayanacağından söz ediliyordu.

Versailles deklarasyonunda enerji bağımlılığının azaltılması Rusya ile enerji bağını zayıflatmayı ifade ediyor. Dayanıklı ekonomi başlığı altında yarı iletkenlerde Avrupa’nın dışa bağımlılığının azaltılacağı vurgusu da yapıldı. Bu vurgu daha çok Atlantik’in iki yakası arasındaki çelişkilerle ilgili.

Resmi metinler tek başına geleceği göstermezler. Fakat hakim paradigmaları incelemek için birincil kaynaklardır. AB metinlerine bakarak AB karar mekanizmalarında Rusya’nın Ukrayna’daki askeri operasyonlarının liberalizme ve doğrudan AB’nin kendisine yönelen tehdit olarak algılandığını söyleyebiliriz. Ukrayna, Moldova ve Gürcistan’ın AB üyelik süreçlerinin hızlandırılması, AB’nin, liberal olmayan Rusya’ya karşı liberalizmin etki alanını genişletme hamlesi olur.

Liberalizm artık Atlantik bloğundaki çıkarların en iyi gerçekleştirilebileceği ekonomik ve politik düzenin ve ondan türeyen ideolojinin adı; yani bütün olarak emperyalizm. Savaş ise, Batılı uzmanların da ifade ettiği gibi, liberal Batı’nın dünyanın geri kalanıyla savaşı.

AB liberalizmin küresel iddialarını doğuya doğru genişleyerek ayakta tutmaya çalışıyor. Atlantik İttifakının dünyanın geri kalanı karşısında ne ölçüde ortak hareket edebileceği, Avrupa’nın Rusya karşıtı konumunu ne kadar koruyabileceği liberalizmin geleceğini de belirleyecek.

AB’nin ifadesiyle tektonik kayma, Çin resmi metinlerindeki ifadeyle türbülanslar dönemindeyiz. İdeolojiler şimdi hem global ölçekte hem de ulusal ölçekte, 2008 öncesinden farklı şekilde ittifak ve ilişkiler geliştiriyorlar. Daha önemlisi artık liberalizm savaşa daha bağımlı olabilir. Tektonik kayma sürecinde Türkiye’nin AB üyeliğini savunmak, artık savaşta ortaklık anlamına gelebilir. AB Parlamentosunun 27 Ocak tarihli kararındaki “Avrupa yolunu geri dönülemez şekilde tercih etme” ifadesi tam da böyle okunabilir.

DİPNOTLAR

1-Informal Meeting of the Heads of State or Government Versailles Declaration 10 and 11 March 2023.

https://www.consilium.europa.eu/media/54773/20220311-versailles-declaration-en.pdf

2- Charter of Paris for a New Europe; https://www.osce.org/files/f/documents/0/6/39516.pdf

3- Charter for European Security ンstanbul, November 1999, https://www.osce.org/files/f/documents/4/2/17502.pdf

4- Candidate status of Ukraine, the Republic of Moldova and Georgia, Official Journal of the European Union 27.01.2023.

5- European Council conclusions on Ukraine, 30 May 2022 –

https://www.consilium.europa.eu/en/press/press-releases/2022/05/31/european-council-conclusions-on-ukraine-30-may-2022/#:~:text=It%20urges%20Russia%20to%20immediately,within%20its%20internationally%20recognised%20borders.

Sonraki Haber