Abazaların kendi dillerinde adları: Psıwoa yani can insanlar

Kaf Dağı’nın arkasına gittik. Karadeniz’in doğusunda, palmiyeler, gür çamlar, dereler tepeler, göller kayalar aştık,Abhazya’ya konduk.Gözlerimiz kapalı, tarihte yolculuk yaptık. Abhaz kültürünü yaşamış, yaşatmış bilge Atay’ın Adapazarı’nda Reşitbey köyünden yola çıktık, dinler öncesi döneme uzandık.

Çerkezleri biliriz de Abazaları pek bilmeyiz. Kafkas halkları denilince aklımıza onlar, sonra da Gürcüler gelir. Pek çoğumuz bilmeyiz: Kafkasya’da Çerkez diye bir halk yokmuş, Çerkez kavramını Kuzey Kafkasya ve sahil Kafkasya kardeş halklarına kendilerinin dışındaki ülke halkları takmış. Kuzey Kafkasya’nın Karadeniz sahilinde yaşayanlar Abazalar, kuzeyde yaşayanlar ise Adigelermiş.

Abhazya, 1992-93 Gürcistan-Abhazya savaşında ülkemizde duyulmaya başladı ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması tartışması gündeme gelince daha bir tanındı. Aynı Türkiye’nin tanıdığı ve Atlantikçilerin pek sevdiği ifadeyle “uluslararası toplum”un ısrarla yok saydığı KKTC gibi, Rusya da Abhazya’yı tanıyor, birkaç ülke dışında sadece Rusya Abhazya’yı tanıyor. Herkesin umudu, Rusya KKTC’yi, Türkiye de Abhazya’yı tanısın, Karadeniz’de, Akdeniz’de, bölgemizde komşular safları sıklaştırsın. Biz, siyasi gelişmelerin yanısıra sosyal ve kültürel boyutuna mercek tutalım, dedik. Bu kardeş halkı daha yakından tanımak üzere, Abhazya ile Türkiye arasında köprü kurmak için emek vermiş, Abhaz toplumun bilge öncülerinden Atay Ceyişakar’ın kapısını çaldık.

SÜLALE SOYİSMİYLE TANIRLAR

*Merhaba, önce sizi tanıyabilir miyiz?

1940 yılında Adapazarı’nın bir köyü; Reşitbey köyünde doğdum. İsmim Atay Ceyişakar. Türkçe soy ismim böyle, Abhaz/Abazaca Çüışba... Halkımız yaşamboyu soyismini kaybetmez. Bir Abaza ile tanışmışsanız, falancayı tanır mısın derseniz Abazaca soyadını bilmiyorsanız tanıyamaz.

Benim köyüm, Abazaların yaşadığı bir köydü. Abazaca konuşulurdu; ilk öğrendiğimiz dildi.

-Ne zaman gelmişsiniz?

1850’den sonra Kuzey Kafkasya ve sahilde Abhazya’dan Türkiye’ye zorunlu göçler oldu. Ailem, ‘93 harbi denilen 1877-1878’den sonra göç zorunda bırakılanlardan.

-Köy bugün de Abaza köyü mü?

Çocukların okulu, iş güç derken muhtelif sebeplerle şehirlere göç etmeye başladılar. Bunun üzerine Karadeniz’den köylerimize göç başladı.Yavaş yavaş karışmaya başladık.

-Yeni gelenlerle kaynaştınız mı?

Tabii arkadaşlık ediyoruz, birlikte oyun oynuyoruz. Ama bizim alışkanlıklarımız ve örfümüzle onlarınki arasında arasında oldukça fark var.

SOSYALLEŞMEK İÇİN TERAVİ

-Rusya’dan geliyorsunuz, Ortodoks Hıristiyanlık devam etti mi?

Bizim Abazalar, göç ettikten sonra önemli bir kısmı Müslüman olmuş, ama gereklerini pek yapmazlar. Biraz da sosyalleşmek için... Mesela, Ramazan gelince oruç tutarlar, teraviye giderler ama beş vakit namaz kılmazlar. Teraviden sonra kahveye gider sohbet muhabbet sahura kadar, sonra sahur yenir yatılır.

-Siz?

Ben de 5-6 yaşına kadar özentiyle oruç tutacağım, demeye başladım. Annem, yarım oruç tuttururdu tabi... Bizim Abazalar dindar yaşamazlar ama içlerinden silah-mermi kaçakçısı, hırsız çıkmaz, çok düzgün yaşarlar. Devlet baskısı olmadan; geleneklerinin gereği yalan söylememeye, çalmamaya çalışırlar. Komşusunu en az kendisi kadar korur. Kedi sever, köpek sever, doğa sever. Nasıl oluyor da bu halk, hiçbir ilahiye bağlanmadan böyle ahlak kurallarına uygun yaşayabiliyor? Araştırmaya başladım.

-Başvurduğunuz yazılı bir kaynak var mı?

Yok. Ben de Abazaca okuma yazma bilmiyorum ama dili iyi biliyorum. Kelimelerin her bir hecesinin anlamlı ve aritmetik bir yapısı olduğunun farkına vardım. Bu kadar eski bir dil, doğadan esinlenerek günümüze kadar yaşamış.

DİLLERİ CAN ÜZERİNE KURULU

-Örnek?

Bizim halkımıza Abazaca Apsıwoa/Apsuwa derler. Kelimenin esası psı-wa’dır. Baştaki ‚a’ harfini belirtme zamiri gibi düşünebiliriz, Yani kendi dilimizde ismimizin anlamı; hecelerden hareketle Psı, ruh, can demektir. Waa ise halk demektir. Yani Abazaların ismi, kendi dillerinde ‚ruh-can insanlar’. İyi güzel, sonra? Bunların bir dili var, psı-şöa. Anlamı: Psı’yı anladık, ruh-can. Söa, şarkı, söz, dile gelme. Yani ruhun (canın) dile gelmesi, şarkı söylemesi. Anlamı bu. Peki, vatanlarının ismi ne? Psı-adgil. Adgil toprak demek. Yani, ruh-can insanların yaşadığı yer, anavatan. Özetle kadim atalarımız hem dillerini hem yaşam felsefe; örf-ananelerini varoluşun yansıması olan doğadan esinlenerek oluşturmuşlar.

-Dilinizin tarihi belli mi?

Tam tarihi belli değil, ancak şunu söyleyebiliriz, yazılı tarihten beri sahnedeler; yani dinlerden binlerce yıl öncesinden beri varlar. Bilindiği gibi tüm dinler ‘komşu sevgisini öğütler; komşunu kendin kadar sev’ derler. Bizim dilimizde komşu kavramını ifade eden kelime ‘gu-laa/gulaa’dır. Anlamı: gu, kalp demek, laa ise, göz demektir; yani gula kelimesi ile ifade edilen komşu’ya kadim atalarımız o kadar değer vermişler ki, ‘kalbin gözü; kalbin ve gözün kadar değer vermen gereken kişi diye ifade edebileceğimiz kavramı yakıştırmış.

KEYİF İÇİN AVLANMAZLAR

Doğayı anladılar; doğadan esinlenerek kültürlerini, dillerini oluşturdular demiştim. Örneklersem: Abazacada öldü denmezdi, ‘yipsı tazara dalsit’ derlerdi. Anlamı ‘ruh, araç olarak kullandığı bedeni terketti’ dir. Yani, ruh enerjisi ölümsüzdür.

Başka bir örnek; Abaza avlanmaya giderken okluğuna ancak 6 civarında ok koyardı; yani keyif için av yapmaz, ailesinin ihtiyacı kadar ava ok atardı. Son olarak: abazanın ihtiyacı için ağaç kesmesi gerekirse, keseceği ağaca varıncaya kadar tüm diğer ağaç-bitkiler tedirgin olmasın diye, baltasının ağzına kılıf geçirirdi.

OKULDA ADIM ABAZA ATAY OLDU

-Okul hayatında bir yabancılaşma oldu mu? Dışlanma, aşağılanma?

Bende de ailemde de olmadı. Ama çevremde oldu... Vatandaşlık bağlamında hepimiz Türküz, ama ben Abazayım; atalarım Karadeniz sahilindeki Abhazya’dan, Kuzey Kafkasya’dan göç eden kardeşlerimiz ise Adige. Sonradan öğrendiğimiz Çerkez Ethem vakası vardı. Orta okul için şehre gittiğimizde Çerkez olduğumuzu saklamaya çalışırdık; 6 ay kadar Abaza olduğumu sakladım. Sonra düşündüm, bir adam ya da halkın bir bölümü kötülük yapmışsa bana ne? Öyleyse ben Abazayım dedim ve adım Abhaza Atay’a çıktı, öyle de devam etti.

-Askerde kimliğinizi sakladınız mı?

Yok hiçbir zaman saklamadım. Kimse de bu konuda neden Abazayım diyorsun, demedi. Askerliğim iyi geçti, çalışmayı seviyordum. Bölük komutanı, tabur komutanı, akrabalarım vardı. Kıbrıs çıkartmasında öncü komutanlar, üst düzey askerler vardı.

-Abhazya’ya ilk ne zaman gittiniz?

Nereden kim tarafından bilinmez ama bize Sovyetler Birliği dağılıyor, dışa açılmak için bize yardımcı olun, diye haberler geliyordu. 90’da, ortalık serbestleşmişti. Abhazya’ya davet edildik, vize aldık ve Moskova’ya gittik. Abaza bir arkadaş bizi karşıladı, Abhazya’ya geçtik.

-İlk kez ata yurdunu görüyorsunuz...

Ağustos son haftasıydı. Akrabalarımızı da görmek istiyoruz ama önce ‘birbirimize nasıl faydalı olabiliriz’i belirlemek istiyoruz dedik. Yetkililerle görüşmek isteyince bizi dayanışma derneklerine götürdüler. Ertesi gün anladık ki, akıllı bir müdahale olmazsa Gürcülerle Abhazalar savaşacak...

TİCARET VE İŞBİRLİĞİ ÇABASI

-Engellemek için bir önlem var mıydı?

Ankara ile görüşmeye çalıştık, bilgilendirmek istiyorduk. Bir yandan da çok ortaklı bir hemşeri şirketi kurduk. Abhazya ve Moskova’dan işadamlarını bir araya getirmeyi umut ediyorduk. Abhazya Devlet Başkanı, 24 Temmuz 1992’de bir heyet halinde geldiler. Bir gün önce de Abhazya parlamentosu, eski anayasına dönüp bağımsızlığını ilan etmişti. Başkan gitti, on beş gün sonra, 14 Ağustos’da savaş ve işgal başladı. Sovyetler’in dağılmasıyla yasalarda da karmaşa ortaya çıkmıştı. Oysa Sovyetler Birliği kurulduğunda Abhazya, 23. Sovyet Cumhuriyetiydi. Sonradan statüsü, özerk cumhuriyete çevrilmişti.

-Tekrar bağımsızlığını kazandı mı?

Sonuçta 30 Eylül 1993’de Abhazya savaşı kazandı, o tarihten beri bağımsız bir devletti. Rusya, 2008’de Güney Oshetya’yı ve Abhazya’yı tanıdı ve egemen bir devlet oldu. Birleşmiş Milletler, ABD ve NATO sebebiyle Abhazya’yı tanımıyor. Venezuella, Nikaragua ve bazı küçük devletler tanıdı. Son olarak Suriye de tanıdı. Statüsü böyle...

-İş adamı olarak ne yaptınız?

Savaş başladığında Türkiye’de pek çok derneğimiz vardı. Türkiye çapında bir çatı örgütü oluşturmak için çalışıyorlardı. Yalova’da toplanacaklardı, o günlerde savaş çıktı. Yalova toplantısı İstanbul’a alındı. Tüm Türkiye’den delegelerin katıldığı bir toplantıda bana yetki verdiler. İnsani yardım, diplomatik yardım, ne lazımsa bunları koordine edecek bir yönetim oluşturdum, merkez İstanbul’da bizim yönetim, diğer şehirlerde dernek yönetimleri çalışma gruplarını oluşturduk. 23 Ağustos 1992’de Kafkas-Abhazya Dayanışma Komitesi kuruldu. Ankara ile de görüşmelere başladık, bilgi veriyorduk. Süleyman Demirel’e kadar çıktık.

-O günle bugünkü statü arasında fark var mı?

Harpten önce Abhazya’ya gemi seferleri vardı, Trabzon’dan Soçi’ye uçup gidebiliyorduk, şimdi bunlar yok. En azından gemi seferine izin verilirse doğrudan Abhazya’ya ulaşımımız kolaylaşır. Bu konunun tanınma ile bağlantısı yok; insani bir sorundur, akrabaların görüşmesini kolaylaştırmak insan haklarının gereği değil mi!

PERESTROYKA YILLARI

-Araştırmalar bekledi mi?

80’li yıllardan sonra, büyüklerimizin kurduğu Kafkas-Abhazya Kültür Derneğinde birkaç devre başkanlık yaptım.

-Nüfus ne kadar?

Biz 1 milyon cıvarında Abhaza olduğumuzu düşünüyoruz, ama kimliğini bilen 4-5 yüzbin Abaza olsa gerek. Dernek üyelikleriyse binlerle ifade edilebilir.

-O tarihte SSCB Abhaza Sosyalist Cumhuriyeti var, ilişkiniz yok mu?

İnanılması zor bir hayal gibi, Abhazya diye bir yer var, deniyor. Hiç ilişki yok, gitmek isterseniz vize zorluğu var, yanınızda biri olmalı.

-Sizin dernek başkanlığı ne zamana denk geldi?

80’li yıllardı, SSCB dağılıyordu. Ankara’daki dernek, göçün 120. Yılı dolayısıyla uluslararası bir toplantı düzenledi. Resmi olarak bizim göç tarihi 21 Mayıs 1864 belirlenmiştir; Rusların kazandığı kesinleştiği tarih simgesel olarak kabul edilmiştir. Bir grup arkadaş Ankara’ya gittik, orada Amerika’dan gelenler vardı. Uluslararası ilişkiler de başladı.

-Abhaz kökenlilerde Rusya ve komünizm düşmanlığı var mı?

Bir kısım insanımızda ciddi Rus düşmanlığı var, anavatanımızdan bizi kopardı, dünyaya dağıttı, diye. Bir taraftan da Çarlık Rusyası’ndan sonra Sovyetler zamanında, özel olarak Abazalar için değil ama küçük halkları, dillerini korumak gibi haklar tanındığı için sempati de duyarız. Ondan (Rusya) başka da şu an dostumuz yok.

SÖZLÜ ANAYASA: KABZA

-Bu kadar uzun süre kültür nasıl yaşadı?

Bizim Kuzey Kafkasya kardeş halklarıyla beraber Kabza dediğimiz yazılı olmayan öğretimiz var. Bir tür yazılı olmayan anayasadır. Tamamen toplum yaşamını düzenleyen, oturup kalkmadan her türlü davranışa hitap eden sözlü anayasadır. Sıfır yaştan öğrenilir. Doğduğumuz gün bununla büyümeye başlarız. Örnek olarak bize öğretildi, biz de çocuklarımıza öyle öğretmeye çalışırız. Nasıl oluşuruldu? Oralarda her ailenin, her köyün, her yörenin büyükleri, yani tamada denilen bilge insanları seçilirdi. Tamada’nın anlamı Allah vekili; Bilge insan demek. Sorun çzme, topluma yardımcı olma, öncü olma konusunda insanlara yardımcı olurlar. Yaşı önemli değil. Herhangi bir sorun olduğunda ya da bir örf anane değiştirmek gerektiğinde belli aralarla bir araya gelirler , müzakere edilir ve ortak karar alınırdı. Bu artık değişmezdi. Ben beğenmiyorum, deme şansınız yoktur. Ancak süreç içinde bazı kaidelerin uygulama zorlukları olursa, yapılan bir toplantıda müzakeresi sağlanır; evrime uğratılırdı.

-Yaptırımı var mı? Cezası?

Kabza’ya uymayan kişi, aile toplumca ayıplanır. Ayıplanmanın abazacadı ‘Pkhaşara’ dır. Anlamı ise, sıcak kan akıtmak; yani cinayet işlemek. Yani ayıp yapan kan dökmüş kadar, yani cinayet işlemiş kadar suçlanır ve toplum dışına itilirdi.

-Bunlar bugün ne durumda?

Malesef yerlerde sürünüyor. Çünkü, zorunlu göç, savaşlar, dağınık yaşam, sosyo kültürel etkileşim sebepleri ile kültürün evrime uğratılamaması realitesi ile karşı karşıyayız.

Sonraki Haber