ABD’nin Demokrasi Zirvesi: Altı boş bir plan
ABD’deki egemenlerin penceresinden bakıldığında bu mantığı anlamak mümkün, çünkü ülke, tarihinin en zor döneminden geçiyor ve küresel egemenlik iddiası hiç bu kadar zayıflamamıştı. Dolayısıyla gidişatı tersine çevirecek, kapsamlı ve köklü bazı hamleler yapmaları gerektiğini düşünüyorlar.
ABD Başkanı Joe Biden’ın 25 Mart 2021’de Beyaz Saray’da gazetecilerin sorularını yanıtlarken kullandığı ifade oldukça dikkat çekiciydi: “Bakın, size öngörümü söylüyorum, çocuklarınız veya torunlarınız doktora tezlerini kimin başarılı olduğu konusunda yapacaklar: otokrasi mi yoksa demokrasi mi? Çünkü mevzu bu, sadece Çin değil.”
ABD’nin jeopolitik hedeflerini açık bir şekilde ortaya koyan bu tarif yeni değildi. Joe Biden, küresel güç mücadelesinde izleyecekleri stratejiyi bir süredir zaten tüm kamuoyuyla paylaşıyor. Bu plan doğrultusunda ABD’yi eski gücüne kavuşturmak ve yeniden Atlantik merkezli bir uluslararası düzen kurmak istediklerini de saklamıyor.
Bu plan aslında Joe Biden’ın seçim vaadiydi. Biden, ‘Demokrasi Zirvesi’ni 2020’nin Mart ayında yazdığı bir makalede böyle duyurmuştu: “Ancak bu rekabet sadece geçmişimizi tanımlamıyor. Aynı zamanda geleceğimizi de tanımlıyor. Dünyanın dört bir yanındaki demokratik lider arkadaşlarımı, demokrasiyi yeniden güçlendirmeyi gündemimize almaya davet edeceğim. Bugün demokrasi 1930'lardan bu yana hiç olmadığı kadar tehdit altında. Görevdeki ilk yılımda, Amerika Birleşik Devletleri en sahipliğinde küresel bir Demokrasi Zirvesi düzenlenecek. ABD, gelecekte Çin'e veya herhangi birine karşı rekabette kazanmak için yenilikçi yönünü geliştirmeli, kötü niyetli ekonomik uygulamalara karşı koymak ve eşitsizliği azaltmak için dünya çapındaki demokrasilerin ekonomik gücünü birleştirmelidir. Tek başına ABD, küresel GSYİH'nın yaklaşık dörtte birini oluşturuyor. Kardeş demokrasilerle bir araya geldiğimizde gücümüz iki katından fazla artıyor.”
Amerikan müesses nizamında belirli çıkar odaklarının ve hakim sınıfların, kontrolünü kaybetmeye başladıkları uluslararası düzen için çok yönlü bir ‘jeopolitik oyun’ kurmaya giriştikleri aşikar. Yol haritasına ve motiflere yakından bakalım.
LİSTE NASIL HAZIRLANDI
Joe Biden zirveye 110 ülkeyi davet etmişti. Davet edilmeyen, dolayısıyla rakip veya düşman olarak görülen ülkelerin başında Çin, Rusya, Türkiye, Macaristan, Mısır, Katar, Venezuela, Vietnam, Bangladeş, Azerbaycan geliyordu. Davet edilen ve edilmeyen ülkelere göre bir harita da çıkarmak mümkün. Buna göre Afrika’nın yarısından fazlası, Ortadoğu’nun neredeyse tamamı, Orta Asya’nın tamamı ve Güneydoğu Asya’nın da önemli bir bölümü zirveye davet edilmedi. Kriterleri belirlerken Freedom House’un raporları esas alınmış.
Freedom House ABD hükümetinin doğrudan fonladığı, Washington merkezli bir kuruluş. ABD politikalarıyla uyum içinde faaliyet yürüttüğü bilinen, hükümetin kontrolünde bir ‘sivil toplum kuruluşu’. İşte Freedom House'un 2021 raporuna göre, ‘9 Aralık Demokrasi Zirvesi’ne davetlilerin çoğunluğu (yetmiş yedi ülke) 'özgür' veya tamamen 'demokratik' olarak sıralanıyor. Otuz bir davetli ülke ise 'kısmen özgür' olarak sıralanıyor. Son olarak, üç ülke 'özgür olmayanlar' kategorisinde. Öte yandan ABD Tayvan’ı bağımsız bir ülke olarak tanımamasına rağmen zirveye davet etti. Bu arada zirve öncesi davetli listesinin kendi içinde tutarsız olduğu konusunda Batı basınında dahi çok sayıda görüş yayınlandı. Yine ‘Batı’nın koyduğu’ kriterlere göre demokratik olmadığı öne sürülen, örneğin Polonya, Brezilya, Filipinler, Kenya, Kongo ve daha bir çok ülkenin davet edilmesi ise eleştiri konusu oldu.
İşin aslı tek bir kriter vardı. ABD hazırlandığı küresel güç mücadelesinde, kendi yanında olabileceğini düşündüğü ülkeleri çeşitli platformlar aracılığıyla aynı cephede toparlamaya çalışıyor. Ortak değer olarak sunulan demokrasi ise hikayenin ambalajı. ABD’nin dış politika alanında önde gelen kuruluşları da bu gerçeği itiraf ediyor. Carnegie Endowment adlı düşünce kuruluşu şu ifadelerin yer aldığı bir analiz yayınladı: “Birincisi, bölgesel dinamikler büyük rol oynadı. İkincisi, ABD'nin daha geniş stratejik çıkarları da önemliydi. Ayrıca, liderliklerin muhtemelen değişeceği ülkelerde yaklaşan seçimler de bir faktördü. Filipinler ve Kenya, 2022'de çekişmeli seçimlere sahne olacak ve Biden'ın ekibi, zirve katılımının siyasi geçişlerini olumlu yönde güçlendirebileceğini umuyor olabilir.”
Yine Brookings Enstitüsü’nün değerlendirmesine göre, “Demokrasi Zirvesi'nin daha büyük bir jeopolitik hedefi var. Bu hedef, küresel bir demokrasi cephesi kurmanın Çin'in yükselişine ve Rusya'nın devam eden saldırganlığına karşı koyabileceğine dair Biden yönetimi içinde önde gelen bir görüşü yansıtıyor.”
ULUSLARARASI SİSTEMİN ALTINI OYUYOR
9 Aralık Demokrasi Zirvesi’nin 3 ana motifi vardı. En önemlisi “otoriterliğe karşı savunma” konsepti. Bunun için ABD yönetimi dünyayı otoriter ülkeler ve demokratik ülkeler şeklinde kabaca ikiye bölüyor. Kendi küresel egemenlik politikasıyla uyuşmayan ülkeleri ‘otoriter’ olarak damgalıyor ve bunlara karşı mücadele edilmesini salık veriyor. Dünya genelinde uzmanlar tarafından yapılan tüm yorumlarda bu strateji kamplaştırıcı ve tehlikeli olarak nitelendirildi.
Esasında mevcut uluslararası sistemin altını oymaya dönük bir yapılanma oluşturulduğunu görüyoruz. Yapılan açıklamaya göre bu zirvenin devamı gelecek ve yeni buluşmalar düzenlenecek. Bu buluşmalarda yeni mekanizmalar oluşturulması hedefleniyor. Bu bağlamda
uluslararası ticaretin kurallarına ve hatta Birleşmiş Milletler düzenine alttan alta çomak sokma girişimlerine şahit olabiliriz. Özellikle ileri teknoloji alanında üstünlüğü kaybetmek istemeyen ABD, bu konuyu ‘otoriter devletlere’ karşı güç mücadelesinin bir parçası haline getirebilir. Uluslararası ve kabul gören kriterleri hiçe sayarak ve tabi ki kuracağı demokrasi cephesinden güç alarak. Diğer büyük global meseleler için de benzer bir risk söz konusu.
RÜŞVETÇİLER YOLSUZLUKLA MÜCADELE EDER Mİ?
9 Aralık Demokrasi Zirvesi’nin 2. ana motifi ise “yolsuzlukla mücadele” konusuydu. Toplantı konseptinde en çelişkili bulunan hususlardan bir tanesi de bu oldu. ABD, demokrasi cephesinde yer alan müttefik ülkelerle beraber dünya genelinde yolsuzluğu bitirme konusunda uğraş verecekmiş! Halbuki ABD’nin seçim düzeni ve idari yapısı, ‘siyasal rüşvetin’ yasal olması sebebiyle yıllardır eleştiri yağmuruna tutuluyor. Yolsuzluğun temel unsurlarından birisi de rüşvettir. Uluslararası kuruluşların yolsuzluk tanımı da bunu tasdik eder: “Yolsuzluğu, kamu gücünün özel kazanç için kötüye kullanılması olarak tanımlıyoruz. Yolsuzluk birçok şekilde olabilir ve aşağıdaki gibi davranışlara bürünebilir: Karlı anlaşmalar elde etmek için yetkililere rüşvet veren şirketler...”
Kişiler, özellikle sermaye grupları, siyasi karar mekanizmaları ve hatta yasa yapıcılar üzerinde nüfuz oluşturmaya başladıkları vakit bu yolsuzluk olarak değerlendirilir. ABD’de bu yönde bizzat konunun ilgilileri tarafından çok fazla eleştiri yapılıyor. 2014 yılında yayınlanan bir araştırmanın sonucu çarpıcı. 1779 tane örnek olay üzerinden yapılan araştırmanın sonuçları makale olarak yayınlandı. Akademisyenlerin değerlendirmeleri çok net: “Çok değişkenli analizler, ekonomideki seçkinlerin ve ticari çıkarları temsil eden organize grupların ABD'de hükümet politikaları üzerinde güçlü ve bağımsız etkileri olduğunu, ortalama vatandaşların ve halka dayanan çıkar gruplarının ise bağımsız etkisinin çok az olduğunu veya hiç olmadığını gösterir…. Siyasi karar mekanizmaları üzerinde güçlü ticari kuruluşların ve az sayıda varlıklı Amerikalının egemenliği var ise, o zaman Amerika'nın demokratik bir toplum olma iddiası ciddi şekilde tehdit altındadır diye düşünüyoruz.”
SABIK BİR SÜPER GÜCÜN ÇARESİZLİĞİ
Sonuç olarak ABD çok büyük laflarla ve oldukça iddialı söylemlerle tarif ettiğimiz süreci başlattı. ABD’deki egemenlerin penceresinden bakıldığında bu mantığı anlamak mümkün, çünkü ülke tarihinin en zor döneminden geçiyor ve küresel egemenlik iddiası hiç bu kadar zayıflamamıştı. Dolayısıyla gidişatı tersine çevirecek, kapsamlı ve köklü bazı hamleler yapmaları gerektiğini düşünüyorlar.
ABD eski günlerdeki (aslında artık olmayan) haşmetine güvenerek yeni bir uluslararası oyun kurmaya çalışıyor. Mevcut gücü, imkanları ve kaynakları buna yetmeyeceği için, farklı bir yönteme başvuruyor. Tehdit algısı yaratarak, öfke ve korku iklimi oluşturarak, özetle rakip olarak gördüğü ülkeleri zayıflatarak sonuç alabileceğine inanıyor. Sabık bir süper güç olarak,
halihazırda yapıcı ve yaratıcı projeler ortaya koyamadığı için, başka ülkelere yaptırım uygulama taktiklerine ve düşman yaratma siyasetine sarılmış durumda.
Bu planın başarılı olması mümkün gözükmüyor. Bunu bilmek için 21. yüzyılın uluslararası dinamiklerine ve trendlerine göz atmak yeterli. Tarihin en büyük yatırım ve altyapı projelerinden olan Kuşak ve Yol İnisiyatifi bugün artık 138 ülkeyi kapsıyor. Geçen yıl Asya-Pasifik bölgesindeki 15 ülke, dünyanın en büyük serbest ticaret anlaşması olarak bilinen Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık anlaşmasını (RCEP) imzaladı. 2020 yılında ABD’yi geride bırakarak Avrupa Birliği’nin en önemli ticaret partneri olan Çin ile AB arasında Kapsamlı Yatırım Anlaşması imzalandı. Türk Devletleri Teşkilatı geçen ay aldığı tarihi kararlar neticesinde büyük bir bölgesel potansiyeli ortaya çıkaracak nitelikte. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Özetle ABD, propagandif ve altı boş projelerle bu gidişatı tersine çeviremez.
DİPNOTLAR:
(1) https://www.whitehouse.gov/briefing-room/speeches-remarks/2021/03/25/remarks-by-president-biden-in-press-conference/
(2) https://www.foreignaffairs.com/articles/united-states/2020-01-23/why-america-must-lead-again
(3) https://carnegieendowment.org/2021/11/22/who-s-in-and-who-s-out-from-biden-s-democracy-summit-pub-85822
(4) https://freedomhouse.org/sites/default/files/2021-02/FIW2021_World_02252021_FINAL-web-upload.pdf
(5) https://carnegieendowment.org/2021/11/22/who-s-in-and-who-s-out-from-biden-s-democracy-summit-pub-85822
(6) https://www.brookings.edu/blog/order-from-chaos/2021/11/22/bidens-summit-for-democracy-should-focus-on-rights-not-economics-and-geopolitics/
(7) https://www.state.gov/summit-for-democracy/
(8) https://www.transparency.org/en/what-is-corruption
(9) https://www.cambridge.org/core/journals/perspectives-on-politics/article/testing-theories-of-american-politics-elites-interest-groups-and-average-citizens/62327F513959D0A304D4893B382B992B