ABD’nin Filistin’de kaybettiği arabuluculuk rolünü kim üstlenecek?

ABD Başkanı Donald Trump, 28 Ocak'ta İsrail-Filistin çatışmasını sona erdirme konusundaki girişimini açıkladı. İsrail-Filistin barış müzakereleri 2014'te çökmüştü. 2014’ten bu yana barış müzakerelerine ilişkin herhangi bir gelişme yaşanmadı.

Davos'taki Dünya Ekonomik Forumu'ndan dönüşte gazetecilere konuşan Trump, Filistinlilerin ilk başta barış planına olumsuz tepki verebileceğini, ancak bunun aslında onlar için “çok olumlu” olduğunu ifade etti. “Yüzyılın Anlaşması” adıyla duyurulan ABD girişimi, Filistin topraklarının İsrail tarafından hukuksuzca ilhakını ön görüyordu. “Barış planı”na dünyanın dört bir yanından tepkiler sürerken gözler yeniden Filistin meselesine çevrildi.

Filistin konusunda öteden beri “iki devletli çözüm” seçeneğini savunan Avrupa Birliği’nin önümüzdeki dönemde nasıl bir tavır alacağı ise büyük merak konusu. ABD’nin İsrail yanlısı politikalara yönelmesi ve hızla “arabulucu” niteliğini yitirmesi, AB’nin bölgede barış arayışı için etkili bir aktör olarak öne çıkmasına yardımcı olabilir.

HUKUKSUZ İSRAİL YERLEŞİMLERİ ARTIYOR

İsrail-Filistin çatışması kökleri 20. yüzyıl başına kadar uzanan bir gerilime işaret ediyor. Günümüzde süregelen askeri ve sosyal çatışmalar bölgenin istikrarsızlaşmasında büyük rol oynuyor.

Tel Aviv Hükümeti’nin halihazırda işgal altında tuttuğu Filistin topraklarından çekilme yönünde bir niyeti bulunmuyor. Bu da, barış ümitlerini zora sokuyor. İsrail’in hukuksuz yerleşimlerinin sayısı gün geçtikçe artıyor. 2014’te 7 bine yaklaşan sayı 2015’te 1700’e kadar düşmüş, bir sonraki yıl da 2600 civarına kalmıştı. Ancak 2017 yılıyla birlikte İsrailli yerleşimcilerin hukuksuz genişlemesi de hız kazandı. 2017’de sayı tekrar 7 bine yaklaştı.

Günümüzde de işgal altındaki Filistin topraklarında İsrail yerleşimleri gittikçe yoğunlaşıyor. Trump Yönetimi’nden güç alan Tel Aviv’in 2014’teki agresif yerleşim politikasına döndüğü görülüyor.

FİLİSTİN-İÇİ UZLAŞIDA AB’NİN ROLÜ

Henüz emekleme aşamasındaki Filistin-içi uzlaşı görüşmeleri, AB’nin olaya yeniden müdahil olması adına bir fırsat olarak görülebilir. ABD, Hamas’ın herhangi bir Filistin hükümetine katılımıyla ilgili çekincelerini yineliyor. Buna karşın AB’nin Hamas konusunda Washington kadar sert bir tutum almadığı da bilinen bir gerçektir.

Filistin-içi uzlaşı süreci yerel ve bölgesel baskılar eşliğinde gerçekleşirken Hamas’da liderlik el değiştirmiş, Hareketin tüzüğünde değişiklik kararı alınmış ve Filistin Yönetimi’ne Gazze sınır geçişlerinde kontrol hakkı tanınmış durumda. Tüm bu gelişmeler hem AB’nin hem de diğer bölgesel güçlerin Filistin direnişine bakışında değişikliğe yol açabilir.

Burada hassasiyet gösterilmesi gereken nokta, uzlaşı sürecinde Filistinli tarafların edindiği pozisyonlar olacaktır. Tarafların güç paylaşımında uzlaşması halinde barış ve istikrarı destekleyen güçler de daha etkili katkı sunabilecektir.

Hamas’ın silahsızlandırılması ve Batı Şeria-Gazze Birleşmesi hala önemli hedefler olarak masada kalsa da sorunun sosyo-ekonomik köklerini çözmeden kalıcı bir çözümden bahsetmek uzak bir ihtimaldir.

AB REFAH SAĞLAYICI TEDBİRLERE ODAKLANMALI

Bölgede ekonominin ve sosyal kalkınmanın geliştirilmesinde Birliğin alacağı inisiyatif gerçekten de fark yaratabilir. Filistinli yetkililerle koordinasyon halinde ulaştırılacak AB yardımları bölgede sürdürülebilir kalkınma hedeflerine katkı sunabilir. Filistin’e şimdiye kadar yapılan yardımların önemli bir bölümünün dolaylı olarak İsrail ekonomisine katkı sağladığına dair analizler bulunmaktadır. Bu açıdan, yapılacak yardımların doğru bir şekilde tasarlanması ve yürütülmesi kritik bir hedef olarak öne çıkmaktadır.

Öte yandan, 2009’dan bu yana, AB fonlarıyla yapılan binalardan 400’ü İsrail saldırılarında hasar görmüş veya yıkılmıştır. Bu, Avrupalı vergi mükellefleri tarafından finanse edilen 1.2 milyon avro tutarındaki bir maddi varlığın heba olması demektir. Bu verilerin Avrupa ve dünya kamuoyunun dikkatine sunulması gerekir. Böylece, işgalin yalnızca Filistin halkını değil diğer ülkeleri de doğrudan ilgilendirdiği ortaya konulabilir.

SÖYLEMDEN EYLEME

AB’nin Filistin politikasında temel amaç, iki devlet çerçevesinin varlığını korumak suretiyle ekonomik ve siyasal kalkınmanın güçlendirilmesi ve yerel kuruluşlara somut faydalar getirecek çalışmaların yapılması olmalıdır. Filistin konusunda kolay bir çözümün söz konusu olmadığı açıktır.

Ancak ABD’nin tarafsızlık ve arabuluculuk rolünü “Yüzyılın Anlaşması” sonrası yitiriyor olması, hem AB hem de Türkiye’nin bölgede barış ve istikrar odaklı girişimleri için bir fırsat sağlayabilir. Bu anlamda, sözde barış planına yönelik tepkilerin gerçek barış arayışına evrilecek bir düzlemde ele alınması ve sürdürülebilir kalkınma hedefli yardımların öne çıkarılması gerekmektedir.

Öte yandan, hukuksuz işgale karşı tüm bölge güçlerinin hukuk zemininde yürüteceği mücadele, altı doldurulmayan söylemlerden daha etkili olacaktır. Bu anlamda, Filistin topraklarının Osmanlı tapu kayıtlarını elektronik ortama aktararak Filistin’deki bir arşive teslim edilmesi alkışlanması gereken bir hamledir. 36 bin sayfayı bulan tapu kayıtları Filistinlilerin haksız toprak gaspına karşı yürüteceği hukuk mücadelesine büyük katkı sunacaktır.

Benzer şekilde, işgale karşı olan ve hukuku savunan tüm güçlerin belli bir koordinasyon çerçevesinde hareket ederek hukuksuzluğu ortadan kaldırması gerekir. “Yüzyılın Anlaşması”na karşı tepkilerin söylem düzeyinden sonuç odaklı bir zemine taşınması da ancak böyle mümkün olacaktır.

Sonraki Haber