ABD’nin kaos örgütü: Antifa

Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faese darbe operasyonuna sert tepki gösteren ve AfD’yi hedef alan isimler arasında yer aldı.

Compact dergisi Genel Yayın yönetmeni gazeteci Jürgen Elsasser içişleri bakanın açıklamalarına yanıt verirken antifa üyesi olduğuna dikkat çekti. Peki Avrupa siyasetinde aktif rol oynayan ve PKK  ve YPG gibi terör örgütleriyle birliyte hareket eden antifa ne?

Maskeli ve siyah giyim kuşamları ile tanınan antifaşist hareket olan “Antifa” grupları özellikle 1 Mayıslarda “gelenekselleşmiş” şiddet ve kaos görüntüleriyle tanınmaktadır. 2017’de Hamburg’ta gerçekleşen G-20 zirvesindeki kaos ve şiddet olayları Antifa’nın yer aldığı son dönemdeki “marka” eylemleri arasında gösterilebilir. Hamburg’taki bu eylemlerde şehir günlerce savaş meydanına döndü, büyük maddi hasarın yanı sıra yüzlerce insan yaralandı. Antifa’nın terör eylemi, siyasi suikast ve cinayeti bir “eylem tarzı” olarak benimsememesine rağmen şiddet ve çatışma stratejilerinin temelinde yatmaktadır. Siyasi düşman olarak tanımladıkları kişileri (polis ve cümle “sağcılar”) fiziki saldırıyla ağır yaralamak Antifa’nın olağan eylem tarzıdır. Dolayısıyla terörizmi ve siyasi suikastleri eylem tarzı olarak benimsemeyen Antifa bir tür organize siyasi holiganlık çizgisi izlemektedir.

Antifa’nın anarşizmle yakınlığını “örgütsüz organizasyon” çizgisinde de görebiliriz: Antifa’nin bir partisi, hiyerarşik siyasi örgütlenmesi, merkez örgütü ve liderleri yok. “Otonomlar” olarak da bilinirler. Antifa ortak semboller, radikal sahte solcu ideoloji ve holiganvari eylem tarzında ortaklaşan, fakat pozitif bir siyasi programda ortaklaşamayan yerel gruplardan oluşmaktadır.

ALMAN SOLUNUN ÇÖZÜLÜŞÜNÜN ÜRÜNÜ ANTİFA

Tarihin en koyu ve gerici faşizmi olan Hitler diktatörlüğünü yaşamış olan Almanya esas olarak önemli bir gerçek antifaşist mücadele geleneğine sahip. 1920 ve 30’larda Nazizme karşı mücadele veren bir Alman solu vardı. İkinci Dünya Savaşı akabinde bu geleneğin solda önemli bir itibar ve prestiji de vardı. Fakat Alman solu NATO içerisinde ehlileşti: Sosyal  Demokratlar NATO’yu ve kapitalizm içerisinde reformist çizgiyi yeniden benimseyerek 1914’te girmiş oldukları devrim karşıtı yolda ilerlemeye devam ettiler. 1956’da KPD (Alman Komünist Partisi) kapatılarak örgütlü bilimsel sosyalist mücadele geleneğine önemli bir darbe indirilmiş oldu. ‘68 hareketi örgütlü bir devrimci hareket ortaya çıkarmak yerine bir tarafta hippilik ve anarşist eğilimleri, diğer taraftan “K-grupları” olarak bilinen radikal sol örgütleri doğurdu. K-grupları kendilerini marksist-leninist olarak tanımlamakla birlikte maceracı, sekter ve kimi zaman terörist eğilimlerle bir kitle stratejisi izleme kabiliyetinden yoksun oldukları için üniversite ve entelektüel çevreler dışında etkin güç oluşturamadı. Devlet bu grupları kolayca marjinalize etti ve kitlelerin devrimci siyasetlerden kopuşu pek kolay gerçekleşti. 1967’deki demokratik eylemler sırasında polis tarafından öldürülen Benno Ohnesorg bu partisiz ve öncüsüz solun maceracılığa savrulmasının temel dayanaklarından birtanesini oluşturdu. “Faşistleşme tezi” radikal solda kabul gören ana tezlerden birtanesi oldu. Buna göre Alman devleti yalnızca emperyalizmin cephesinde olan burjuva bir devlet değildi, Alman devleti yeniden faşistleşiyordu.

 EMPERYALİZM YERİNE “FAŞİZM” ODAKLI MÜCADELE

1970’lere kadar tüm yanlışlara ve sorunlara rağmen Alman radikal solu marksist, antiemperyalist, antikapitalist, toplamda “kızıl” ve “devrimci” bir görünümdeydi. 1980’lere gelindiğinde bu artık değişiyordu: Radikal solculuk pasifizm, çevrecilik, feminizm, kimlik siyaseti gibi eğilimlerin etkisine girdi. Bu tabi bir siyasi ve toplumsal evrim süreci şeklinde gerçekleşti: Alman radikal solu bir günde “kızıl” olmaktan vazgeçip neoliberal solculuğa geçmedi. Buna denk olarak Alman radikal solu içerisindeki antifaşizm de bir günde anti-amerikancı / anti-emperyalist içeriklerini yitirip tümden sistemin payandası haline gelmedi. Fakat 80’lerde solun nitelik değişikliğine uğradığı tespitini yapabiliriz.

1980’lerden itibaren “Antifa” adı altında anılmaya başlayan gruplar antisemitizm, ırkçılık, milliyetçilik ve sağcılığa karşı mücadele gündemiyle bir araya gelmeye başladılar. 1983’te bazı Antifa grupları kapitalist sistemi tümden “devlet faşizmi” olarak niteleyen teoriler savunmaya başladılar.  1920 ve 1930’ların antifaşist mücadele geleneğinin ve Alman radikal sol geleneğinin prestij ve itibarından vazgeçmek istemeyen Antifa grupları kendilerini tümden sol gelenekten soyutlama isteğinde olmadılar. Fakat esasen Antifa marksist-leninist sol gelenekten kopuşu temsil etmekte. Antifa’nın logosunda biri kızıl, biri siyah olmak üzere iki bayrak yer almaktadır. Kızıl bayrak sosyalizmi, siyah bayrak anarşizmi temsil ediyor. Bu siyasi sembol esas olarak Antifa’nın ideolojik muğlaklığını göstermekte. Herşeye rağmen bir prestiji olan “kızıl” sol geleneği açıkça reddetme cesaretini gösteremeyen Antifa, “mücadelesinin” merkezine devlet ve milliyetçilik düşmanlığını (“antifaşizm”) koyuyor. Dünya tahlilinin merkezine “faşizmi” ve Holocaust’u (yahudi soykırımı) koymanın sonucu olarak, kimi Antifa grupları örneğin ABD’nin 1991’deki Körfez Savaşını ve Afganistan Savaşını desteklemiştir. Filistin halkının 2. İntifada isyanında “İsrail ile dayanışma” içerisinde İsrail’i destekleyip, 11 Eylül saldırısından sonra yükselen anti amerikancılığı “ırkçılık ve gizli antisemitizm” olarak değerlendirerek ABD’nin yanında tavır almışlardır. Yakın zamanda Filistinlilerin Batı’da İsrail mallarını boykot çağrılarını da “antisemitizm” olarak yaftalamıştır.

 

PKK VE ANTİFA DOST KUVVETLER OLARAK AYNI EYLEMLERDE

Irkçılıkla mücadele çizgisi tüm antikapitalist söylemine rağmen Antifa’yı neoliberalizmin taşeronlarından birtanesi haline getirdi. Kapitalist devletlerin ulusal politikalarına değil, ulus devletinin varlığına karşı mücadele eden Antifa neoliberalizmin temel programıyla örtüşen konumda. Neoliberal küreselleşmeye karşı olma iddiasında olan Antifa, eşzamanlı olarak neoliberalizmle ulus devleti ortadan kaldırma programında buluşuyor. Faşizmi somut, gerçek ve en yakıcı tehlike olarak tarif eden Antifa her türden “sağcılık” ile mücadeleyi hayati olarak kavramakta ve göstermekte. Düşman profiline yalnızca Neo-Nazileri ve aşırı sağcıları değil, aynı zamanda her türden geleneksel anlayışı savunan ve kendi ülkesinden yana tavır alan herkesi oturtan Antifa bu zeminde mor feminizm, LGBT, radikal iklim aktivistleri, etnik ayrılıkçılar gibi sorosçu ideolojinin başat “toplumsal” aktörleri ile aynı cephede buluşuyor. Bu bağlamda PKK ve Antifa’nın dost kuvvetler olarak aynı eylemlerde buluşması da şaşırtmıyor. Antifa radikal “ırkçılık karşıtlığı” ve “antisemitizmle mücadele” programının şampiyonu olarak finans kapitalin insanlığa dayattığı kozmopolitizmin ve ağır bir siyonizmin başat kuvveti işlevini görmekte. Savunduğu anarşist anti otoriterlik çizgisi de jeopolitik düzlemde emperyalizmin “otokratlar ve diktatörlere karşı mücadele” programıyla, toplumsal düzlemde de neoliberalizmin sosyal mühendislik projesi olan atomize toplum hedefiyle örtüşmektedir. Anti otoriter “otonom” anarşizm sınıf mücadelesini ve antiemperyalist mücadeleyi imkansızlaştımanın ve sahte bir mücadele programı oluşturmanın önemli bir yöntemidir. Devrimci mücadeleyi sahte mücadele gündemleriyle ikame etmek emperyalizmin karşı devrim repertuarının en etkili silahları arasındadır.

FAŞİZM KARŞITLIĞI EMPERYALİZMİN YARATTIĞI DON KİŞOTÇULUKTUR

Alman İçişleri Bakanı SPD’li Nancy Faeser

1920’lerde ve 1930’larda yükselen işçi sınıfının iktidarı ele geçirip Sovyetler Birliğini örnek alan devrimci bir rejim kurmaları burjuvazi açısından yaşamsal ve gerçekçi bir tehlike oluşturuyordu. Bu koşullarda burjuvazi en gerici yüzünü göstererek içeride işçi sınıfını “silindir gibi” ezmek, dışarıda Sovyetler Birliği’ne karşı imha savaşı yürütmek için faşist iktidarları işbaşına getirdi. 1945’te faşizm yenildi, emperyalizmin yeni dünya düzeninin ideolojisi liberalizm oldu. 1945 sonrası faşizm artık sistemler yarışının bir parçası olmaktan çıktı. Faşist ideolojiye sahip kişiler ve gruplar ancak CIA’nın emrinde tetikçilik, işkencecilik, provokatörlük gibi kirli işlerde kullanılan aletler olarak işlevsel oldu. Fakat bir siyasi model, insanlık tarihinde yeri olan bir rejim şekli olarak faşizm 1945’te ortadan kaldırıldı. Günümüzde insanlığın önünde “faşizm” diye bir tehlike yok. Faşizmin ne sınıfsal, ne ekonomik, ne de tarihsel koşulları mevcuttur. Fakat “faşizm” hayaleti emperyalizmin milli devlet ve ulusal kültürü imha siyaseti için mükemmel bir kılıf oluşturmakta. Aynı zamanda “faşizm” tehdidi sihirli bir şekilde emperyalizm olgusunu “görünmez” hale getirmektedir. Onun için “sağcılıkla mücadele / ırkçılıkla mücadele” Batı emperyalizminin temel ideolojik propagandası haline gelmiş durumdadır. Bu bağlamda Antifa en kısa yoldan “sorosçuluk” olarak tarif edebileceğimiz emperyalist ideolojinin koçbaşı işlevini görmektedir.

Antifa Batı ülkelerinde son derece “tartışmalı” bir örgüttür. Emperyalist sol ve Antifa arasında geçişkenlik ve “aynı cephede” olmanın bilinci vardır. Örneğin SPD Eşbaşkanı Saskia Esken, Alman İçişleri Bakanı SPD’li Nancy Faeser, Sol Parti milletvekili ve parti yöneticisi Martina Renner gibi isimler Antifa mensubudur. SPD, Yeşiller ve Sol Parti’nin gençlik örgütleri Antifa ile içli dışlıdır. PKK yandaşı Deniz Yücel’in de açıkça Antifa’dan yana tavır alması Batıcı “solcuların” tavrı açısından tipiktir.

Liberal burjuva ve merkez sağ partiler ise Antifayı “solcuların” radikalizminin ve şiddet ve yasa dışılıkla aralarına mesafe koymamalarının en somut kanıtı olarak değerlendirir. Fakat liberal ve merkez sağ burjuva partileri ile Antifa arasındaki siyasi hasımlık nesnel olarak aynı cephede bulundukları gerçeğini değiştirmiyor. Antifa’nın İç İstihbarat tarafından gözlemlenmesi sistem içi siyasi aktörlerin aralarındaki siyasi çelişmeler olarak nitelenebilir. İç İstihbarat örgütü (Verfassungsschutz) Antifa’yı tekil bir örgüt yapısı ve hiyerarşisi olmadığı için bir suç ve terör örgütü olarak niteleyemiyor, ancak somut suçlara karışmış gruplara karşı tekil işlem yapıyor. Bu bağlamda İç İstihbarat Antifa’yı örgüt olarak değil, sol ve aşırı sol “camianın” içinde yer alan otonom akımlar için kullanılan genel adlandırma olarak niteliyor.

Diğer yandan Antifa örgütlerine çeşitli “demokrasi ve sivil toplumu güçlendirme” projeleri dahilinde devletten maddi kaynak sağlanıyor.

Antifa eylem tarzı ve aşırılığı sebebiyle “tartışmalı” da olsa sistemle aynı cephede olduğu için ideolojik olarak belirleyici konumunda. Örneğin “Black Lives matter”, AfD karşıtı eylemler, mülteci haklarını savunan “No Borders!” (“Hudutlar kalksın!”) kampanyalarının lider örgütü olarak Antifa beliriyor. Antifa çoğu Alman üniversitesinde ve “solun kaleleri” olan semtlerde alan hakimiyetini sağlamakta. Tüm anarşist radikalizmine rağmen “sağa karşı ilerici” mücadele tüm sistem aktörleri nezdinde Antifa’ya meşruluk kazandırıyor.

Don Kişot gerçek dünyadan kopup kendine hayali bir düşman yaratarak yel değirmenlerine karşı savaşmıştır. Sahte solun “faşizmle savaşım” saplantısını sahte mücadele yanıyla Don Kişota benzetebiliriz. Fakat Cervantes’in karakteri Don Kişot sevimli ve zararsızdı. Antifa ve “faşizm karşıtı” ahbapları sevimli ve zararsız değildir. Mızraklarını yel değirmenlerine doğrultmuyorlar. Antifa’nın mızrakları Soros’un ve emperyalizmin dünya uluslarına ve milletlerine doğrulttuğu mızraklardır.

Sonraki Haber