Rota Türkiye - Libya hattı olmalı

Abdülhamid Han gemisinin 9 Ağustos'ta Doğu Akdeniz'de gönderileceği bölge, yalnızca hidrokarbon arayışımızdaki kararlılığımızın değil denizlerdeki egemenlik haklarımızın da teyidi olacak.

Türkiye, 22 Aralık 2020'de sonlandırdığı Doğu Akdeniz'deki sismik/sondaj faaliyetlerine yeniden başlıyor. Yaklaşık 2 yıllık bir aranın ardından 9 Ağustos'ta 7. nesil sondaj gemimiz Abdülhamid Han, Doğu Akdeniz'deki faaliyetleri için Mersin/Taşucu limanından demir alacak. Fakat herkesin aklında tek bir soru var: Çalışma sahası neresi olacak? Bu sorunun önemi, en az yeni rezervler keşfedip çıkarmak kadar önemli.

Abdülhamid Han'ın çalışma sahasına ilişkin Rum ve Yunan basını her gün yeni senaryolar ortaya atıyor. Son olarak Türk düşmanlığıyla matuf Pentapostagma Gazetesi, Lefkoşa'nın Türk sondajına ilişkin üç senaryo üzerinde çalıştığını yazdı. Gazeteye göre Abdülhamid Han;

(a) GKRY'nin Türkiye ve KKTC MEB'i ile kesişen sözde parsellerden birine gönderilecek,

(b) GKRY kıta sahanlığı içinde parsellere yakın fakat bir uluslararası bir su alanına gönderilecek,

(c) Yunanistan kıta sahanlığına gönderilecek.

RUMLAR ENDİŞELİ

Rumların öngörülerinden hangilerinin gerçekleşeceğini yada Abdülhamid Han'ın tam olarak nerede çalışacağını yakında öğreneceğiz. Fakat Rumlar, bu üç senaryonun yaşanması ihtimallerini şöyle yorumluyorlar:

“Lefkoşa için en kötü senaryo, Kıbrıs MEB'inde yasadışı sondaj yapılmasıdır. Geçmişte de tekrarlanan böyle bir senaryoda Türkiye, esasen MEB'in sınırlarını değil, içinde faaliyet gösteren yabancı devlerin meşruiyetini sorgulamaktadır. Türkiye'nin özellikle ABD ile ilişkilerinde daha büyük bir çatlak yaratmak istemeyeceği bir dönemde, sondaj gemisini 'Glafkos' sahasının bulunduğu 10. parsele yada ExxonMobil'in işlettiği 5. parsele sokması uzak bir ihtimal. Aşağı yukarı aynısı, Fransız Total ve İtalyan ENI'nin aktif olduğu toplam yedi adet lisanslı blok için de geçerli.

“Bu nedenle muhtemel olan, Kıbrıs MEB'inde ancak üçüncü ülkelerin haklarının etkilenmediği bir noktada yapılacak sondaj faaliyetleridir. Bu esasen, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin haklarının sorgulanması mesajını verecek ve aynı zamanda Türkiye-Libya mutabakatını meşrulaştırma girişiminde bulunacaktır. Böyle bir senaryo, uluslararası toplumun geçmişte olduğu gibi ek yaptırımlar yerine sözlü kınamalarla geçiştirmesine sebep olacaktır.

“Üçüncü senaryo ise Türkiye için en büyük riski içerebilir, çünkü Yunanistan, Kıbrıs Cumhuriyeti'nden farklı olarak, egemenlik haklarının bu şekilde gaspedilmesine izin vermeyeceğini beyan etmektedir. Böyle bir hareket, geçmişte Oruç Reis'in sismik araştırmalar için Yunan denizlerine girdiğinde olduğu gibi, savaş gemilerinin çarpışmasına neden olacaktır.

“Fakat kesin olan, en azından Kıbrıs Cumhuriyeti ile ilgili iki senaryo için, benzer bir tepki göstermenin hiçbir yolu olmadığıdır. Bu, en azından Avrupa düzeyinde güçlü bir tepki olacağı beklentisinden yoksun, şikayet ve kınamalarla sınırlı kalacaktır.”

Türkiye, 18 Mart 2019'da Birleşmiş Milletler'e gönderdiği mektupta, “32 derece, 16 dakika, 18 saniye Doğu Meridyeni ile 28 derece Batı Meridyeni arasında kalan bölgede Türkiye’nin çıkarları vardır.” demiş; “28 derece boylamının batısı da müteakip sınırlamalara esastır.” beyanında bulunmuştu. Daha sonra Libya ile imzalanan anlaşmada Batı sınırı tam anlamıyla çizilerek 26 derece 19 dakika 11 saniyeye kadar deniz alanı uzatıldı. Anlaşmanın ardından TPAO, 26-28 derece boylamları arasındaki bölgede sismik araştırma ve sondaj için ruhsat başvurusunda bulundu. 7 adet yeni ruhsat sahası belirlenen bölge için ihale ve askı süreçleri 30 Kasım 2020 itibarıyla sona erdi. Fakat üzerinden neredeyse 2 yıl geçmesine rağmen TPAO'ya gerekli ruhsatlar hala verilmedi.

DEVLET UYGULAMALARINA ÖZEL ATIF

Türkiye'nin sondaj gemisini göndereceği bölge, egemenlik haklarının bir kez daha teyidi olacak. Çünkü savaş gemilerinin aksine sismik/sondaj gemilerinin faaliyetleri, doğrudan egemenlik iddiası olarak algılanıyor. Uluslararası hukuk da anlaşmazlık davalarında bu tür “devlet uygulamalarına” özel önem atfediyor.

Örneğin Hırvatistan ile Slovenya arasındaki deniz sınırı anlaşmazlığına ilişkin görülen Hakem Mahkemesi kararında, daha önce MEB ilan etmediği ve devlet uygulamaları yapmadığı için Hırvatistan'ın büyük bir kayba uğradığı görülüyor. Mahkeme kararında Hırvatistan aleyhine yapılan tespitte, birden çok kez, Hırvatistan’ın Münhasır Ekonomik Bölge ilan etmediği vurgulanmış. MEB ilan edilmemiş olması da Hırvatistan açısından olumsuz bir unsur olarak ortaya çıkmış ve aleyhte kararlara zemin hazırlamış. Dolayısıyla MEB ilan etmek ve buralarda düzenli devlet uygulamaları yapmak gelecek açısından önemli.

TÜRKİYE-LİBYA HATTINA GİDELİM

Bu kapsamda Abdülhamid Han gemisinin gönderilebileceği en önemli alanlardan biri de 28 derece Doğu Meridyeni'nin batısı olarak görülüyor. Bu bölge, Türkiye-Libya anlaşması ile ortaya çıkan ve Yunanistan-Mısır anlaşmasıyla da kadük hale getirilmeye çalışılan bölge. Bu saha için Mayıs 2020'de açılan ihale, askı süresinin de bitmesinin ardından Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) lehine 30 Kasım 2020 itibarıyla tamamlandı. Fakat o günden bugüne TPAO'ya ilgili ruhsatlar verilmedi. Dolayısıyla bu sahada ne bir NAVTEX ilan edildi ne de sondaj/sismik faaliyet yürütüldü.

TPAO'ya ruhsatın bir türlü verilmemesi, sismik/sondaj faaliyetleri yürütülmemesi ve bazı Türk diplomatların dönem dönem Libya anlaşması için olumsuz ifadeler kullanması; gidişata ilişkin soruları da beraberinde getiriyor. Mısır, Yunanistan ile 6 Ağustos 2020'de 28 derecenin batısını kapsayan sınırlı bir MEB anlaşması imzalamıştı. Kahire'nin Türkiye ile de 28 derecenin doğusunu kapsayan sınırlı bir MEB anlaşması imzalayabileceği değerlendiriliyor. Fakat bu yaklaşım, Türkiye için Libya hattının terk edilmesi anlamına geliyor. Aynı zamanda kullanılan metodolojinin çöküşü, ileride Filistin ve Lübnan gibi ülkelerle anlaşmayı da zora sokabilir. Dolayısıyla Abdülhamid Han ile dünyaya verilecek en büyük mesaj, Türkiye-Libya hattında NAVTEX ilan etmektir.

Sonraki Haber