Ahmet Arpad ile Alman edebiyatından yaptığı çeviriler üzerine konuştuk: Zweig'İn anlatımı Türk okurunun doğasına çok yatkın

“Zweig hiçbir zaman ümitsiz değildir. Bence o, yapıtlarını okuyanı yüreklendiren, ona yaşama sevinci veren bir umut yazarıdır.

Zweig barışın ve iyiliğin hep üstün geleceğini düşünmüş, umut etmiş ve yaşamının son dakikasına kadar da bu amaçla yazmıştır. Eminim ülkemizde Zweg'ı okuyanlar da daha çok hümanist, barışsever insanlar…”

İlk çevirisini 1967 yılında yapan Ahmet Arpad, yaklaşık 100 Almanca yapıtı Türkçe’ye kazandırdı. Arpad, Stefan Zweig'ın Türkiye’de tanınıp sevilmesinde önemli rol oynadı. Çevirmenler kültürler arası köprüler kuruyor. Ahmed Arpad’ın kurduğu köprüden geçerek yeni diyarlara ulaşıyoruz, yeni kültürleri keşfedip, farklı yaşamları buluyoruz tanıyoruz.
Ahmet Arpad, 1942 İstanbul doğumlu. Orta ve lise öğrenimini Alman ve Avusturya okullarında tamamladı. İstanbul Üniversitesi Alman Dili Edebiyatı bölümünü bitirdikten sonra Almanya'ya yerleşti. 1968 yılından bu yana yaşamını serbest gazeteci, fotoğraf sanatçısı ve çevirmen olarak sürdüren Ahmet Arpad, Heinrich Böll, Gerhard Hauptmann, Hermann Hesse, Stefan Zweig, Robert Musil, Joseph Roth, Anna Seghers, Pablo Neruda, Wolfgang von Goethe, Franz Kafka, Alfred Döblin, Peter Altenberg, Johannes M. Simmel, Thomas Bernhard ve Harry Mulisch'in çeşitli yapıtlarını dilimize kazandırdı.
Sözü Arpad’a bırakıyoruz.

  • Alman edebiyatının önemli yapıtlarını Türkçeden okuyanlar hem Burhan Arpad'ı hem de Ahmet Arpad'ı çok iyi tanıyorlar. Çeviri yapmaya ne zaman ve nasıl başladınız?

Alman Dili Edebiyatı’ndan Türkçeye çeviri yapmaya İstanbul Üniversitesi'nde Alman Dili Edebiyatı yüksek öğrenimi yaptığım yıllarda (1963-1967) babam Burhan Arpad’ın özendirmesiyle başladım.

  • Çevireceğiniz yapıtı nasıl seçiyorsunuz? Çevirdiğiniz ilk Almanca kitap hangisiydi?

Bir yapıtı yayıncıya önermeden önce o yapıt üzerinde bilgi toplamak, o yapıtı bir edebiyatçı gözüyle okumak çok önemli. Hangi kitabı çevireceğime çoğunlukla ben karar veriyorum ve yayıncıya öneri götürüyorum. İlk çevirilerim 1967 yılında Hermann Hesse‘nin ''Gençlik Bunalımları'' ve Heinrich Böll’ün ''Palyaço'' adlı yapıtlarıdır.

‘ZWEİG’I TANITAN ÇEVİRMEN MİSYONUMU BABAMDAN DEVRALDIM’

  • Bir çevirmen ana dilinin ve çevirisini yaptığı dilin yazınsal inceliklerini iyi bilmenin yanında, iki dilin edebiyatını da çok iyi tanımak zorunda mıdır?

Çevirmen kesinlikle her iki dilin yazınsal inceliklerini de iyi bilmelidir. Kanımca yapıtın yazıldığı dilin tarihini, kültürünü ve toplumunu yakından tanıması da başarılı bir çevirinin ortaya çıkması için göz ardı edilemeyecek önemde bir etkendir.

  • Türk okuru için Arpad soyadı neredeyse Stefan Zweig ile özdeşleşti. Zweig, severek okuduğunuz ve çevirdiğiniz bir yazardır, diyebilir miyiz? Onu çevirirken zorlandınız mı?

Çevirdiğim bütün yazarlar insancıl, insansever yazarlar. Stefan Zweig’ı yeğlememin ilk nedeni de budur. Ünlü edebiyatçıyı 1940’lı yıllardan başlayarak Türk okuruna tanıtan çevirmen olarak bilinen babamdan devraldığım bu misyonu severek sürdürüyorum. Çevirdiğim Zweig yapıtlarının sayısı bu arada yirmiyi buldu. Onu çevirirken kesinlikle zorlanmıyorum. Salzburg Stefan Zweig Centre ile Salzburg Üniversitesi bünyesinde kurulu Enternasyonal Stefan Zweig Cemiyeti'ne uzun yıllardır üye olmamın nedeni de Zweig’a olan saygım ve sevgimdendir...

‘ZWEİG UMUT VEREN BİR YAZARDIR’

  • Stefan Zweig'ı diğer Almanca yazan yazarlardan ayıran en belirgin özellikler nelerdir?

Zweig'ın anlatımı Türk okurunun doğasına çok yatkınlık gösteriyor. Bu yanıyla da bizden bir yazar gibi okunuyor Zweig. Yaşama ve insana olan inancı, iyimserliği hemen hemen her yapıtında görülüyor. Zweig hiçbir zaman ümitsiz değildir. Bence o, yapıtlarını okuyanı yüreklendiren, ona yaşama sevinci veren bir umut yazarıdır. Zweig barışın ve iyiliğin hep üstün geleceğini düşünmüş, umut etmiş ve yaşamının son dakikasına kadar da bu amaçla yazmıştır. Eminim ülkemizde Zweg'ı okuyanlar da daha çok hümanist, barışsever insanlar...

  • Çevirileriniz içinde en uzun süren, sizi en zorlayan hangisiydi? Kimi zaman zoraki çevirdiğiniz yapıtlar da var mı?

Oylumu 600-800 sayfa tutan Johannes Mario Simmel'in bir yapıtından sonra çevirdiğim en uzun romanlar Hans Fallada’nın 1220 sayfalık ''Kurtlar Sofrasında'' ve 860 sayfalık ''Köylüler, Kodamanlar ve Bombalar'' adlı yapıtlarıydı. Burada kesinlikle söylemek isterim elektrikli daktiloyla çalıştığım yıllarda bu uzun yapıtlarda zorlandığımı anımsamıyorum, fakat severek çalışan bir çevirmen için zorakilik söz konusu değildir; her çevirisinin altından başarıyla kalkar!

‘YAPIT BİREBİR ÇEVRİLMEZ’

  • Türkiye'de ve Almanya'da çevirisi yapılan yıllık yapıt sayısı ve niteliği üzerine bir karşılaştırma yaptınız mı? Bu konuda neler söylersiniz? Almancadan çeviri konusunda başka ülkelerle karşılaştırıldığında ülkemiz hangi düzeydedir?

Son 20 yıldır daha çok Türk edebiyatından Almancaya yapıtlar çevrilmektedir. Bunun nedenleri, Alman okurun Türk edebiyatçılarını merak etmesi, Almanya’da yaşayan üçüncü, dördüncü nesil Türklerin ülkemiz edebiyatını tanımak istemesi ve de devletin verdiği çeviri desteği. Buna karşın son 80 yılda Almancadan dilimize çevrilmiş yapıtların sayısına Türkçeden Almancaya çevrilenlerin erişmesi mümkün değil.

  • Çevirinin, 'bir yapıtı başka dilde yeniden yaratmak' olduğunu duyarız sık sık; bu konuda sizin görüşünüz nedir? Bu tanımlamayı doğru bulur musunuz?

Bu doğru bir betimlemedir. Yapıtı birebir çevirmek olmaz. Akıcılık yok olur. Okur böyle bir çeviriyi okuyamaz, en geç yarısına geldiğinde kitabı elinden bırakır. Çevirmene özgürlük tanımak zorunludur.

  • Bazı yayınevleri Alman dilinin birçok önemli yapıtını, dilimize önceden başarıyla çevrilmiş olduğunu bildikleri halde yeniden çevirtiyor. Bu ısrarın nedeni üzerine ne söylemek istersiniz?

Bu bence bir dengesizlik. En büyük örneğini de Stefan Zweig’da yaşadık ve hâlâ da yaşıyoruz. Sanırım Türkiye’de yüze yakın Zweig çevirmeni var! Okur hangi çevirinin Zweig'ın anlatımı olduğunu nasıl ayırt edecek? Ünlü yazara saygısızlık yapıldığı gibi, okurun da kafası karıştırılıyor. Yayıncıların bunu nasıl göze alabildiğine şaşırmamak, hatta öfkelenmemek mümkün değil! Ünlü bir Avusturyalı Zweig uzmanı birkaç yıl önce Türkiye’deki Zweig çevirilerinden söz ederken şöyle konuşmuştu: ''Çevirilerin içeriği ve çevirmenlerin sayısı bende Zweig edebiyatının Zweig'dan para kazanmanın gerisinde kaldığı izlenimini bırakıyor."

  • Tecimsel kaygılarla bazı klasik yapıtların dahi çalakalem çevirtildiğine tanık oluyoruz. Bu konuda bir sınırlama, bir denetim mekanizması var mı?

Ben ancak Alman Dili Edebiyatı’ndan yapılan çeviriler üzerine görüş bildirebilirim. Sizin de belirttiğiniz gibi ‘çalakalem çeviriler’ benim de gittikçe daha çok dikkatimi çekmeye başladı. Alman ve Avusturya edebiyatlarından eskisine göre daha çok çeviri yapılıyor, ancak merak edip okuduğum bazı çevirilerde Türkçenin kötü kullanıldığına tanık oluyorum. Kanımca sözünü ettiğiniz bir sınırlama, bir denetim mekanizması yok.

‘ÇEVİRMEN HEM ÖZGÜR OLMALI HEM DE YAZARIN ANLATIMINA BAĞLI KALMALI’

  • Bir yazarın başka dillerde çok sevilmesinde, hatta uluslararası ödüller almasında çevirmenin payı nedir?

Çevirmen, çevirdiği yapıtın yazarı kadar değerlidir. Çünkü bir köprü durumundadır. Çevirmen olmadığı zaman hiçbir kültür, diğer bir kültürü tanıyamaz. Batı kültürünü Türkiye'deki okura tanıtan, ona bütün kapıları açan çevirmendir. Burada şuna da değinmek isterim: Batı kültürünü toplumumuza kazandırma çabaları kapsamında özellikle 1940 yılından sonra çeviriyi bir ''medeniyet ve kültür davası'' gören dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in yoğun katkılarını unutmamalıyız!

  • Sizce çevirmen ne derece özgürdür?

Bir çevirmen hem özgürdür hem de yazarın anlatımına bağlı kalmak zorundadır. Fakat metne ya da yazarın diline yüzde yüz bağlı kalmak da hatalı bir yaklaşım olur, o çeviri okunmaz. Bu nedenle, az da olsa bir 'çevirmen özgürlüğü' gereklidir. Bu önemlidir... Burada çeviri editörlerinin görevini de küçümsememek gerekir kanısındayım. Ancak onun da en az çevirmen kadar bilgili olması, çevirinin yapıldığı dile çok iyi hâkim olması beklenir. Şimdi Sayın Doğan Hızlan'ın şu görüşüne de yer vermek istiyorum: "Okura sunulan eserin olabildiğince hatasız olmasının tüm sorumluluğu yalnızca çevirmenin omuzlarına yüklenmemelidir. Olası hataları önlemek için yayınevleri çok sıkı bir editöryel kontrol oluşturmalıdır.

‘20. YÜZYILIN EDEBİYATÇILARI NİTELİKLİ ÇEVİRİLERLE TANITILMALI’

  • Bir gününüzü okurlarımıza özetler misiniz? Nasıl bir disiplin içinde çalışıyorsunuz?

Çeviride disiplin çok önemli. Günümün 4-5 saatlik bir bölümünü çeviriye ayırıyorum. Çok gerekmediğinde daha fazla bilgisayarın başında kalmıyorum. Başka uğraşılara aşırı zaman ayırmamak, çalışmanızdan kopmamak zorundasınız. Ben çevirmenliğin ömür boyu sürdürülmesi gereken bir uğraşı olduğu kanısındayım!

  • Son aylarda hangi kitaplar üzerinde çalıştınız?

Son bir yıl içinde Bertolt Brecht, Franz Kafka, Hermann Broch ve Nobel ödüllü Elias Canetti‘ten yeni çeviriler yaptım.

  • Saygın çeviri ödülleri aldınız. Bu ödüller, çevirinin de, roman, öykü ve şiir gibi yazınsal bir tür olduğunun göstergesi diyebilir miyiz?

Evet, çok doğru bir saptama yaptınız. 2016 yılındaki Sait Halman Çeviri Ödülü törenindeki konuşmam da bu saptamanızı destekleyen bir konuşmaydı. Bir bölümün yinelemek isterim: “... Bu gibi ödüller çevirmenlere verilen değeri göstermesi bakımından çok önemlidir. Devam etmesini, çoğalmasını istiyorum. Yayınevlerinin özellikle 20. yüzyılın nitelikli edebiyatçılarını nitelikli çevirilerle insanlarımıza tanıtmaları, aklın kapılarını, Batı kültürünü Türk okuruna açmaları bakımından çok önemli.''

  • Gazeteci, yazar ve çevirmen Burhan Arpad babanızdı. 1994'te yitirdiğimiz o değerli kalemi de bir soruyla analım. Babanızın bugünkü başarınızdaki payı nedir?

Bugünkü konuma gelmemde babamın ve annemin payı büyüktür. On bir yaşımdan başlayarak Almanca öğrenmemi sağlayan onlardı. Üniversite yıllarımda çeviriye başlamama da babam neden olmuştu, ancak çeviri yaparken beni özgür bırakmıştı. Yapıtı çevirmeden önce ve çevirdikten sonra üzerinde konuşurduk, fakat hiçbir zaman yaptığım çeviriye karışmamıştı.

‘ÇEVİRİLEN DİLİN KÜLTÜRÜNÜ, ÜLKEYİ TANIMALISINIZ’

  • Genç çevirmenlere önerileriniz nelerdir?

Genç çevirmenler mesleğe atılırken toplumlar arasında önemli bağlayıcı bir görev yerine getirdiklerini kavramalıdır. Sadece yabancı dil bilmek edebi yapıt çevirmek için yeterli değildir. Çevirmenin, çevirdiği dilin kültürünü, ülkesini tanıması onun yararınadır. Genel kültürünün güçlü olması da önemli bir koşuldur. Bu görevi üstlenen kişi her çeviride yazarla ve metinle bir yakınlaşma, düşünüş içine girmek zorundadır. Çevirmenin bir edebiyatçı/yazar yanının da olması gerektiğine inanıyorum. Çocuk öyküleri, aşk romanları çeviren bir kişinin bir süre sonra batı edebiyatının klasiklerini de çevirmeye cesaret etmesi kanımca komik! Çevirmenlik bir yan uğraşı değildir, o ömür boyu sürdürülmesi gereken bir uğraştır. Bu nedenle çevirmenliği bir meslek olarak kabullenip ciddiye almak gerekir. Genç çevirmenlere savaş karşıtı, sosyal görüşlü, toplumcu yazarları yeğlemelerini, onları Türk okuruna tanıtmalarını önermek isterim.
Çok teşekkürler Sayın Ahmet Arpad.

Sonraki Haber