Ahmet Ümit: Sözde muhalif özde piyasacı
Ne yazık ki sadece Ahmet Ümit değil günümüzdeki birçok 'muhalif' aydın sistemin değerleri ile kuşanmış ve insanlığa karşı karamsar. İnsanın içindeki aydınlığı göremiyor çünkü hepsi örgütsüz. Örgütsüz oldukları için çıkış yolunu açacak toplumsal pratiğin içinde değiller
“İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine onların bilincini belirleyen, toplumsal varlıklarıdır.” demiştir Marx. Bu durum, aydınlar ve sanatçılardan bağımsız değildir. Sanatçılar da belli bir toplum içine doğar ve yaşar. Yaşamı ve sınıfsal konumu; güzellik duygusunu, estetik kaygılarını ve hayata bakış açısını belirler. Yaşadığını düşünür, yaşadığını yazar. İçinde bulunduğu toplumsal pratik, ürettiği sanat ürününün ideolojik yapısını belirler. Siyasal tavrı değişirse hayata ve insana bakışı da değişir.
AHMET ÜMİT’İN DEĞİŞEN İNSANI
Edebiyatçı Ahmet Ümit’in 10 Ekim günü bir sosyal medya mecrasında yayımlanan söyleşisinde; yukarıda Marx’tan alıntılayarak bahsettiğimiz durumun somut bir örneğini görüyoruz. Ümit, gençliğinde bir “sosyalist” örgüt içinde mücadele ettiğini ancak doğruyu görüp örgütlü mücadeleyi bıraktığını keyifle anlatıyor ve ekliyor: “Eskiden insan görünce sevgi ile bakarak ah insan derdim, şimdi ise korku ile bakarak ah insan diyorum.” Hâlâ solcu olduğunu ancak doğayı merkeze alan (yani emeği ve vatanı değil) özgürlükçü bir sol olduğunu vurgulamayı da ihmal etmiyor. Görüyoruz ki yazar “devrimci” olduğu zamanlar insana sevgiyle, umutla bakarken artık insandan korkuyor ve insanın içindeki güzelliğe dair hiçbir inancı kalmamış. Zaten bu durumu “Devrimciyken; ‘halk bilgelikle doludur. Halk, eninde sonunda bizim gibi aydınlık, çağdaş insanların arkasında yürüyecektir.’ diye düşünürdüm. Her seferinde yanıldım.” diyerek anlatıyor.
SİSTEMİN 'MUHALİF' YAZAR İHTİYACI
Ahmet Ümit’in geçmişinde mücadele ettiği yer ne kadar devrimci o ayrı bir yazı konusu. Ama insana ve halka bakışındaki geçmişi ve bugünü arasındaki fark devrimci ile sistemin “muhalifi” arasındaki farkı ortaya koyuyor. Sistemin Ahmet Ümit gibi “muhalif” sanatçılara ihtiyacı var. Neoliberal sistemin, mutluluğu sürekli daha fazla tüketimde bulacak insan tipini yaratmak; bencil, bireyci, yalnız ve karamsar insanı yaratmak için Ahmet Ümit gibi sözde muhalif sanatçılara ihtiyacı var. Çünkü “muhalif” olmalı ki bu düşünceler bir dayatma olarak gözükmesin. Aynı zamanda sistemin belirlediği bir “muhalif” olsun ki muhalefeti eşitsizliklerin kalbinden, emeği ve vatanı savunmaktan uzak tutsun. Eğer toplumsal tepki, sınıfsal eşitsizliklere karşı emeği savunan veya küreselleşme döneminin, ezilen milletleri sınırsız sömürü için savunmasız bırakan serbest pazar modeline karşı milli devleti savunan bir yapıya bürünürse, sistem büyük bir tehlikeyle karşı karşıya gelir. Onun için sistemin; emeği ve vatanı değil doğayı ve kimliksel farklılıkları önceleyerek sistemin merkezinden uzak duran ve sisteme karşı örgütlü mücadele içinde olmayan “muhaliflere” ihtiyacı var.
Ahmet Ümit yine aynı söyleşide “Para kazanmak sorun değil paranın seni kazanması sorun” diyor. Anlıyoruz ki Ahmet Ümit piyasanın kendisini kazandığının farkında değil. Mevcut sistemde bir yazarın; sistemin nimetlerinden faydalanabilmesi, kitaplarının büyük yayınevlerinden yüzbinlerce baskı yapabilmesi, büyük reklam kampanyaları ile okuyucularla buluşturulması ve büyük kitabevlerinin ön raflarında göz alıcı kapaklarla parlayabilmesi için sistemin değerleri ile uyumlu olması lazım. Sistem kendi değerleri ile uyumlu olduğu ölçüde yukarıda saydığımız olanaklarını “muhalif” sanatçının ayaklarının önüne serer. Ancak sanatçı, sistemin değerlerini yaymayı reddediyorsa anti emperyalistse, ABD destekli bölücü ve yobaz planlara açıktan karşı çıkıyorsa hele bir de emeği ve vatanı örgütlü bir şekilde savunuyorsa sistem onun önünü tıkamak için her şeyi yapar. “Büyük” yayınevlerinin, ödül törenlerinin, TV’lerdeki sanat programlarının kapısından içeri adım atamaz.
Ümit söyleşide, “İnsan kötüye daha çok meyillidir. İnsanın doğasında bencillik ve bireycilik vardır. Rekabet vardır. Kapitalizm kötüdür ancak insanın doğasına uygun olduğu için ayakta kalmış, sosyalizm yıkılmıştır. Çünkü sosyalizmde ‘hepimiz’ vardır, kapitalizmde ‘ben’ vardır.” diyerek sistemle uyumunu gözler önüne seriyor. “İnsanın doğası bencilliktir” saptaması neoliberalizmin ihtiyaç duyduğu insan tipidir ve tamamen gerçek dışıdır. Ahmet Ümit ise sistemin nimetlerinden faydalanmak için girdiği yolda toplumsal gerçeklerden uzak kalmış, sistemin “gerçeklerine” bağlanmıştır. Her sistem, kendi ihtiyaç duyduğu insan tipini yaratmak ister ve bir insan doğası uydurur. Feodalizmde “insanın doğası” sadakattir. Çünkü insanın toprak ağasına sadık olması, isyan etmemesi, toprağını işleyip üretiminin bir kısmını ağaya vermesi gerekir. Kapitalizmde ise “insan doğası” gereği bencil, bireyci ve rekabetçidir. Çünkü eşitsizliklere karşı toplumsal mücadeleyi değil bireysel köşe dönmeyi öncelemeli ve mutluluğu tüketmekte bulmalıdır. Bu insan doğası tanımlarının hepsi safsatadır. İnsanın doğası hayatta kalma güdüsüdür. Toplumsal sistemler hayatta kalmaları için ne dayatıyorsa ona bürünür. Bugün kapitalizmin yarattığı insan bencil olabilir. Ancak insan doğasında hayatta kalmak için birlikte üretmek, birlikte yaşamak vardır.
Ahmet Ümit devrimcilikten uzaklaştıkça insanın içindeki aydınlıktan da uzaklaşmış. Halktan uzaklaşıp piyasaya yaklaşmış. Dolayısıyla halkın değerlerinden uzaklaşıp piyasanın değerlerine yaklaşmıştır. İnsanlığın önündeki sorunları çözecek olan halkın birikiminden ve değerlerinden uzak kalmıştır. Bu halktan kopma süreci sonucunda insanlığa karşı kibirli ve karamsar düşüncelerin içine düşmüştür. Kendi sorunlarını halkın ve insanlığın üstüne atmıştır. Ne yazık ki sadece Ahmet Ümit değil günümüzdeki birçok “muhalif” aydın sistemin değerleri ile kuşanmış ve insanlığa karşı karamsar. İnsanın içindeki aydınlığı göremiyor çünkü hepsi örgütsüz. Örgütsüz oldukları için çıkış yolunu açacak toplumsal pratiğin içinde değiller. Toplumsal pratikten ve toplumun gerçeklerinden de uzaklaşmışlar. Toplumsal gerçekler ancak toplumsal pratiğin içinde öğrenilir. Halka dayanarak sanat yapanlar halkın değerlerini kuşanırlar. Piyasaya dayanarak sanat yapanlar ise piyasanın değerlerini kuşanırlar. Bu nedenle Ahmet Ümit ve diğerleri istedikleri kadar muhalif, solcu, sosyalist, devrimci ve özgür olduklarını söylesinler. Gerçek; onların sistemin nimetlerinden faydalanmak için sistemin değerleri ile kuşandığı ve sistemin değerlerini yaydıklarıdır.