Alman kamuoyu: ABD tehditlerine boyun eğmeyelim

Kuzey Akım 2 projesine karşı 3 ABD’li senatörün Almanya’ya yazdığı ‘mahvedici yaptırımlar’ içerikli tehdit mektubu, iki ülke arasında gerilimi artırmaya devam ediyor. Alman basını ve siyasiler, ‘ABD haydut bir devlet gibi davranıyor’ yorumunda bulunarak karşılık verme çağrısı yaptı.

Ağustos ayının başında Amerikalı Senatörler Ted Cruz (Teksas), Tom Cotton (Arkansas) ve Ron Johnson‘un (Wisconsin) Alman-Rus doğal gaz boru hattı projesi Kuzey Akım 2’yi hedef alan ortak mektubu Alman kamuoyunda tartışmaya neden olmuştu. Almanya’nın kuzeyinde Mecklenburg-Vorpommern eyaletine bağlı Rugen adasının Sassnitz kasabasında Kuzey Akım 2’nin son altyapı çalışmalarını yapan işletmenin yöneticilerini, hissedarlarını ve hatta işçilerini ‘hukuken ve ekonomik olarak mahvedici yaptırımlarla’ tehdit eden mektuba Alman basınından devlet yöneticilerine kadar gelen tepkiler dinmiyor, Atlantik ittifakının yeniden masaya yatırılması gerektiği vurgulanıyor.

‘ABD SOPASI ALTINDA VAHŞİ BATI HUKUKU’

Almanya’nın en önemli günlük gazetelerinden olan Frankfurter Allgemeine Zeitung‘un (FAZ) geçen hafta kapaktan yayımladığı ‘Amerika’nın Sopası Altında’ başlıklı başyazıda yaptırımlar şöyle eleştirildi:

“Kötü bir espri mi bu? Hayır, Amerika Birleşik Devletleri için doğal bir şey çünkü geleneksel olarak kendi hukukunu ABD sınırlarının ötesine taşırlar. Alman şirketlerine de acı tecrübeler yaştan bir Vahşi Batı hukukundan bahsetmek abartılı olmaz. (…). Bir küresel güç olarak kendisini bağımsız ve bazı haklarının geçerliliğini sınırlar ötesi olarak gören ABD, çıkarlarını kabul ettirmek adına kendi hukukunu bir araç olarak kullanmaktadır. ABD’nin yaptırım hukuku başka ülkelerin vatandaşlarını ve şirketlerini de vurmaktadır. Bu durum, yaptırımın öznesiyle doğrudan bağlantılı olmasalar da, kişiler, banka hesapları ve ticaret malları için geçerlidir. Washington, İran veya Rusya’ya yaptırım uygulamak istediği takdirde, ekonomi dünyasının yarısı ABD copunun kendisine kadar uzanabileceğinden dolayı korkmaya başlıyor. (…). ABD hukukunun uçsuz bucaksız genişletilmesi Uluslararası Hukuk ile bağdaştırılamaz. (…). Trump burada yeni olan bir yolu izlemiyor aslında. Sonuçta Obama da Uluslararası Hukuk’un aziz savunucusu değildi, örneğin Guantanamo’yu veya şüpheli bulduğu kişileri dronla öldürmesini hatırlayalım. ‘Önce Amerika’ ilkesi, her yerde yetkili olmayı ve bir üstünlüğü kapsamadığı sürece kabul edilebilir. Fakat burada bir öncelik talebi varsa, bunun bir kalıcılığı olmayacaktır.”

‘TRUMP’A SINIRLARINI GÖSTERELİM’

Reinhard Müller imzalı yazının sonunda Alman devletine karşılık verme çağırısı yapılıyor:

“Bu Amerikan yayılmacılığına karşı koymak gerekir, mahkeme önünde de. Boyun eğmek artık bir seçenek değil. Kimsenin, ve burada Dışişleri Bakanı Heiko Maas (SPD) haklı, AB’ye enerji politikasını dikte etme hakkı yoktur. Kimsenin başka devletlere keyfine göre herhangi bir şeyi dikte etme hakkı yoktur. Uluslararası ekonomide dünya polisi olmaz. (…) Hukuku ve doğru usulü küçümseyen Trump’a sınırlarını göstermeliyiz, çünkü kendi çıkarlarını, kimseyi dikkate almadan, ortaklarının sırtı üzerinde savunan birisi, tüm devletlerin egemen eşitliği ilkesine zarar verir ve böylece özünde kendi egemenliğine de. Washington’daki hükûmete bu dostça ama net bir şekilde kavratılmalı.”

HAYDUT REJİM MUAMELESİ

Almanya’nın en çok satan siyasi dergisi Der Spiegel’de yayımlanan “Sanki Rügen’de bir haydut rejim var” başlıklı makalede ise yaptırım tehditlerinin olumsuz etkileri şöyle değerlendirildi:

“ABD, Berlin ve Washington’u, hiçbir Rus tatbikatının başaramayacağı kadar birbirinden uzaklaştırıyor. Washington’dan gelen mektubun öyle bir aşağılayıcı ve amirane üslubu var ki, zannedersiniz Sassnitz sıkı bir müttefikin 9000 nüfuslu sakin bir kasabası değil de, haydut bir rejimin geri çekilme alanı. Bu mektup gösteriyor ki, Büyükelçi Grenell’in vedasından sonra dahi, Amerikan dış politikasındaki Grenelleşme (Richard Grenell görevini bırakana kadar Almanya’ya tehditler savuran söylemleriyle tartışmalara yol açmıştı) süratle devam ediyor. (…) ABD’nin izlediği rota ve müttefikleriyle ilişkilerindeki garip havlayan üslubuna ek olarak Washington’un asıl amaçları hakkındaki haklı şüpheler, Alman-Amerikan ilişkileri için bugün her şeyden büyük bir tehlike teşkil ediyor. CAATSA (Countering America's Adversaries Through Sanctions Act) yaptırım belgesinde sadece‚ Avrupa’nın enerji güvenliği değil, Amerika’nın pazarları için de endişe ediliyor. İlgili yerde‚ önceliğin ABD enerji kaynaklarının ihracına verilmesi, böylelikle Amerika’da iş yerlerinin yaratılması beyan edilmektedir. Günün sonunda ne olursa olsun, Washington’un Kuzey Akım 2’ye karşı tutumu Almanya ve ABD’yi hiçbir Rus boru hattının yapamayacağı kadar birbirinden uzaklaştıracaktır.”

KENDİNİ SAVUN AVRUPA!

Aynı dergide eski Çevre Bakanı Jürgen Trittin (Yeşiller) ve Savunma Bakanlığı eski Müsteşarı Friedbert Pflüger (CDU) ortak imzasıyla yayımlanan, “Kendini Savun Avrupa!“ başlıklı makalede ABD’ye adeta isyan edilmişti:

“Trump hükûmetine karşı iyi argümanlar artık işlevsiz. Avrupa artık saklanmamalı, yeni ittifaklar (Kanada, Avustralya, Japonya gibi ülkeleri kastederek) inşa etmeli ve sağlam karşı önemler almalı. (…). Bir dans platformu, ağ tedarikçisi ve boru hattının ortak yönü nedir (TikTok, Huawei ve Kuzey Akım’dan bahsediyor)? ABD’nin hepsine de karşı olması, çünkü Amerika’dan değil Rusya veya Çin’den geliyorlar. Bunları yine de kullananlar tehdit edilir, şantaja uğrar ve yaptırımlara maruz kalır. Bu siyaset sadece ABD’nin hükümranlık alanıyla sınırlı değil, aksine küresel zorbalıkla dayatılıyor. TikTok, Huawei ve Kuzey Akım 2’nin reddinin resmî gerekçeleri ikna edici değil: Cep telefonlarında dans eden gençlerin ABD’nin millî güvenliği için ne gibi bir tehdit teşkil ettikleri ortaya konulamadığı gibi, Huawei’in başka ülkeleri ispiyonladığına dair bir vaka da tespit edilemedi.”

‘HUAWEİ DEĞİL NSA İSPİYONLUYOR’

Makalenin devamında asıl tehlikenin Çin değil, Amerikan istihbaratı olduğu vurgulanıyor: “Tam da burada Huawei ve ABD arasındaki fark ortaya çıkıyor, çünkü onların NSA’i (ABD istihbarat teşkilatı) Patriot Act zemininde Alman Şansölyesine karşı casusluk faaliyetinde bulunmaktan çekinmedi (…). Trump dış politika ve diplomasinin yerini tehdit, gümrük ve yaptırımla doldurdu (…). TikTok’a yönelik uygulama gasptan başka bir şey değildir. Sadece TikTok ABD’nin millî güvenliğini ‘tehdit etmiyor’, aynı şekilde Almanya’da Mercedes, BMW ve Volkswagen, Fransa’da da Bordeaux (Fransa’nın şarap üretimin merkezlerinden). İşin hukuki kısmı net: ABD’nin yaptırımları Uluslararası Hukuk’a aykırı, Dünya Ticaret Örgütü’nün kurallarına aykırı ve ayrıca bu yaptırımların talimatlarına uymak da Avrupa Hukuku’na aykırı. Sassnitz’teki işletmecilerin şu an iki seçeneği var: Ya ABD’nin yaptırımına maruz kalacaklar ya da Avrupa Hukuku’nu çiğneyecekler.”

‘AMERİKALILARA AB’YE GİRİŞ YASAĞI’

Makalenin devamında şu çağrı yapılıyor:

“Biz de mesela Amerika’nın sıvılaştırılmış doğal gazına gümrük vergisi uygulamasında bulunabiliriz. Alman vergi mükelleflerine de, ABD Alman firmalarını tehdit ederken, Amerikan F18’lere niye milyarlar harcamak zorunda olduğumuzu kavratmak zor olacaktır. Ayrıca, Avrupalı şirketlere bu kadar bariz bir şekilde şantaj uygulayanlar Avrupa Birliği’ne niye hâlâ seyahat edebiliyor? Eğer harekete geçmezsek müttefikten Vasal’a (Avrupa feodal sisteminde, derebeyine hizmetleri karşılığında kendisine toprak ve köylü tahsis edilen kişi) dönüşürüz. (…). ABD’nin enerji ve enformasyon teknolojisi gibi stratejik olarak gördüğü ekonomi sektörlerinde Washington artık rekabete müsaade etmeyecektir.”

‘DOLARIN GÜCÜNÜ KIRALIM, AVRO KULLANALIM’

“Gerçekte ABD yaptırım politikasıyla hep başarılı oldu. Dolar’ın tek hakiki küresel ödeme aracı olarak mutlak hakimiyeti buna katkıda bulundu ama buna Berlin ve Brüksel’in çekingen ve yatıştırıcı politikaları da katkıda bulundu. (…). Avrupa, Avro’yu Dolar’ın yanında sahici bir küresel para birimi yapmak için ciddî bir çaba içerisine girmeli. Avrupalı işletmeler gelecekte Avro ile alışveriş yapmalı. İran’la yasal ticaret amacıyla kurulan İnstex gibi özel amaçlı işletmeler katbekat büyütülerek örgütlenmeli ki ABD yaptırımlarına karşılık verebilsin.”

‘TAM ANLAMIYLA TERBİYESİZLİK’

Mevcut koalisyon hükûmetinin Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı sosyal demokrat Niels Annen de Alman devlet televizyonu ZDF’ye verdiği röportajda şu ifadeleri kullanmıştı:

“ABD’nin tehdidi tam anlamıyla bir terbiyesizliktir, hem üslup olarak hem de içerik olarak. (…). En iyi dost ve müttefiklerinden birine yaptırım tehdidinde bulunmak ve üstelik böyle bir dil kullanmak… Böyle olmaz! Avrupa’nın enerji politikası Berlin ve Brüksel’de kararlaştırılıyor, Washington’da değil. Bu politikanın arkasında sadece Cumhuriyetçiler değil Demokratlar da var. (…). Fakat Dolar’ın gücünü böyle sistematik bir şekilde kendi dostlarına karşı bile kullanmanın arkasında artık çok farklı bir nitelik var. (…). (Trump’tan sonra) Yeni bir Başkan gelse de bu sorunlar muhtemelen devam edecektir.”

‘MİLLÎ EGEMENLİĞİMİZE ŞANTAJA İZİN VERMEYECEĞİZ’

Tagesspiegel gazetesine de konuşan Niels Annen, ABD’nin kendilerinin ve Avrupalı dostlarının ‘millî egemenliğine yaptıkları saldırı ve şantaja müsaade etmeyeceklerini’ belirtirken, aynı vurguyu Sassnitz’in bağlı olduğu Mecklenburg-Vorpommern eyaletinin Başbakanı Manuela Schwesig (SPD) de yapmıştı: “Bu tehditler kesinlikle kabul edilebilir değil. Almanya nereden ve nasıl enerji tedarik edeceğine kendisi karar verir. Mecklenburg-Vorpommern boru hattı projesinin inşasında ısrarcıdır. Federal Hükümet’ten de bu şantaj girişimine kararlılıkla karşı durmalarını bekliyorum.”

Eyalet hükûmetinin Enerji Bakanı Christian Pegel (SPD) de kamu televizyonu NDR’ye yaptığı açıklamada ABD’nin yaptırım politikasını “arsız Vahşi Batı metotları” diye niteleyerek, “Amerika, Avrupa’nın en temel altyapı sorunlarına karışarak, kendilerine yapıldığı takdirde hiçbir zaman müsaade etmeyecekleri bir müdahalede bulunuyor” eleştirisinde bulunup “transatlantik ortağımızla artık net konuşmalıyız“ talebinde bulunmuştu.

Sonraki Haber