Almanya'daki operasyonların amacı üzerine

Alman devleti, Alman halkının önümüzdeki aylarda sokağa inmesinden korkuyor, bu sebeple sistem karşıtı muhalefeti ‘terörist’, ‘devlet ve demokrasi düşmanı’ olarak yaftalayarak gayrı meşrulaştırıyor ve sertlik göstererek halkın gözünü korkutmaya çalışıyor

Geçen günlerde Almanya tarihinin en büyük güvenlik operasyonlarından birine tanıklık ettik. 3 bin polisin katılımıyla yapılan eş zamanlı operasyonda ‘Reich yurttaşları’nın bazıları tutuklandı. ‘Reich yurttaşları’ Alman Federal Meclisini silahla basma ve böylelikle devlet rejimini değiştirme yönünde bir ‘darbe’ eyleminin somut hazırlıkları içerisinde olmakla suçlanıyor.

Gazetemiz Aydınlık, “darbe” operasyonunun ve yürütülen medya kampanyasının anti Amerikancı AfD partisini itibarsızlaştırma amacıyla yapıldığını çeşitli haberlerde işlemişti.

Bu yazımızın amacı okurumuzu Almanya’daki siyasi operasyonların bağlamı hakkında bilgilendirmek ve yorumumuzu paylaşmaktır.

DEVLET AKLININ TASFİYESİ

Bir sistemin ideolojik yapısını anlamak açısından devletin eğitim kurumlarına bakmak son derece yararlıdır. Okulların, üniversitelerin, ders kitaplarının içerikleri bu konuda önemli göstergelerdir. Almanya’da örneğin 5./6. sınıfların dersliklerinde LGBT bayrağı asılıdır. Fakat aynı okullarda Alman bayrağını mumla ararsınız. Ders kitapları “toplumsal cinsiyet” kuramına göre içeriklerle doludur. Çocuklara milliyetçiliğin ırkçılık ve nefretle eşitlendiği karton posterler yaptırılır, duvarlara bunlar asılır. Örnekler rahatlıkla çoğaltılabilinir… Özetle “Sorosçuluk” olarak tarif edebileceğimiz küreselci ideolojinin Almanya’ya dışarıdan dayatılmak istenilen bir ideoloji değil, bizzat sistem ve devlet ideolojisinin ta kendisi haline geldiği tespitini yapmak durumundayız.

Medya ve kültür kurumlarına baktığımızda da kozmopolitizm, yeşilcilik, LGBT, mor feminizm gibi bilindik neoliberal küreselci içeriklerin toplumsal alan üzerinde bariz ve ağır bir hegemonya kurduğunu görebiliriz.

Neoliberal dönemde oluşan bu hegemonya ile Alman devlet aparatı arasındaki makas yıllar içerisinde açıldı. Devlet aparatı toplumsal alanda yerleşen küreselci ideolojiye rağmen sanki sihirli bir şekilde nispeten “bağımsız” olarak Almanya’nın milli çıkarlarını gözeten bir temel çizgiden vazgeçmedi. Esas olarak çizgi küreselci ideolojiye karşı yumuşak ve tavizkar olmakla birlikte, devlet aklının gerekliliklerinden vazgeçmeme olarak özetlenebilir. Burada tabi Alman devletinin anlamamış olduğu şey şudur: Bu makas bir yerde kırılmak zorundadır! Ya devlet aklı küreselci ideolojinin toplumsal hayatı şekillendiren eğitim, medya, kültür gibi alanlardaki hegemonyasını kırmak zorundaydı, ya da Sorosçu ideoloji devlet aparatının yönelimini değiştirip toplumsal alandaki hegemonyasını devlet teşkilatı içerisine de yayacaktı.

Doğu Perinçek bir televizyon programında “Atlantikçilerin Alman medyasında orantısız güce sahip olduklarını” belirtmişti. Bu son derece doğru bir tespit. Emperyalist-kapitalist Alman devleti küreselci ideolojiye karşı kendini koruma mekanizmalarına sahip değildi ve böylelikle Sorosçuluk karşıt kesimlere karşı son derece avantajlı bir konumda ilerledi.

TASFİYE EDİLENLER

Tarif ettiğimiz bu süreçleri bazı örnekler üzerinden anlayabiliriz. İç İstihbaratın (Verfassungsschutz) başındaki Hans Georg Maaßen sağcı olduğu ve AFD'ye yakın durduğu iddiasıyla tasfiye edildi, 2018'de. Maaßen Almanya'nın güvenliğini önceleyen tavırlarla küreselci medya kampanyaların karşısında durmuştu. BND (Dış İstihbarat) Başkanı Gerhard Schindler 2016'da Merkel'in göçmen politikasına karşı olduğu için erken emekliliğe zorlandı. Irkçı, sağcı olarak yaftalanan Maaßen CDU üyesi, Schindler FDP üyesi. “Eski Almanya”da merkez siyasetin unsuru olan kişiler birden bire “aşırı sağcı”, “ırkçı eğilimli” kişiler oluveriyor. Bu örneklerden anlayabileceğimiz şudur: Devlet aklı Sorosçuluğu tasfiye etmedi, o vakit Sorosçuluk devlet aklını tasfiye ediyor.

Son yıllarda Almanya’da yürütülen her “ırkçılık karşıtı” medya kampanyasının özellikle güvenlik aparatında köklü revizyonları beraberinde getirdiğini görüyoruz. 2019'da Askeri İstihbarat Örgütü MAD'nin (Militärischer Abschirmdienst) yüzlerce personeli sağcı oldukları için incelemeye alındı, birçoğu tasfiye edildi. Özel elit bir askeri komando birimi olan KSK (Kommando Spezialkräfte) aynı gerekçeyle aynı muameleyi gördü. Hessen eyaletinin İçişleri Bakanlığı özel polis komando birliği SEK'yı (Sondereinsatzkommando) 2021’de feshetti. Öncesinde bazı SEK mensuplarının bir Whatsapp grubunda sağcı içerikler paylaştığı ortaya çıkmıştı.

Özellikle AfD’nin sistem karşıtı bir kuvvet olarak ortaya çıkmasıyla, Brexit ve Trump örneğinde göründüğü gibi benzer akımların merkez kapitalist ülkelerde yükselişi ile, Almanya’da milliyetçiliğe karşı topyekûn savaş sistem siyasetinin daha da merkezine oturdu. Son yıllarda göreve gelen her İçişleri, Savunma ve Adalet Bakanı “sağcılıkla/ ırkçılıkla mücadele” programının en yakıcı ve temel gündemi olduğunu zaten açıkça ifade etmiştir, en temel devlet politikası bu olmuştur.

NSU cinayetleri ve Hanau’da yabancıları hedef alan cinayet saldırısı da bu bağlamda değerlendirilmelidir. Ölenler bizim insanımız, bizim canlarımız, işin insani boyutunu ayrı tutuyoruz. Fakat bu olaylar Sorosçuluğun ideolojik baskısını arttırmanın ve devleti yeniden yapılandırmanın siyasi zeminini hazırlayan olaylar arasındadır. Benzer şekilde CDU’lu Kassel Belediye Başkanı Walter Lübke cinayetini, Doğu Almanya’nın Halle şehrindeki Sinagog saldırısını, Frankfurt polisinin içerisindeki sızıntı skandalını (Polis merkezinden tanınmış yabancı ve ‘sol’ şahsiyetler cinayetle tehdit edildi.) değerlendirmek durumundayız. Tüm bu ve benzeri olayların siyasi işlevi Sorosçu ideolojinin karşısındaki aktörlere karşı yürütülen kampanyayı meşrulaştırmak ve  buna uygun zemini oluşturmak oldu.

KESKİNLEŞEN ÇELİŞKİ VE TASFİYE EDİLEN ARA KUVVETLER

Bugüne kadar Alman devlet aklını temsil eden kişiler anti Amerikancı ve anti Atlantikçi değillerdi. “Teşbihte hata olmaz” diyerek bu kişileri bizdeki bazı “ulusalcılara” benzetebiliriz. Örneğin Maaßen, Eski Genel Kurmay Başkanı Harald Kujat ve Rusya’nın Ukrayna operasyonu ile ilgili aykırı görüşleri sebebiyle ocak ayında istifaya zorlanan Oramiral Kay-Achim Schönbach “Rusya’nın Çinlilere fazla yaklaşmasını engellemeliyiz” gibi fikirleri de savunmaktadırlar. “Eski Almanya”’nın bu temsilcileri temel tehdidi ABD olarak koyan bir siyasi bilince sahip değiller. Fakat tümden ABD’nin güdümünde olmayı reddediyorlar ve Almanya’nın milli çıkarlarını gözeten duruşlarında ısrarcılar.

Bu sebeple ABD siyasetlerinin önünde engel teşkil ediyorlar. Beynini tümden ABD ve Soros’a teslim etmeye razı olmayan bu kişilerin diğer yandan ABD’ye karşı durma kabiliyetleri de yok. Biz kendi ülkesinden yana tavırlar içerisinde olup da tehdidi teşhis etme kabiliyetine sahip olmadığı için kolayca tasfiye edilen kişileri kendi yakın tarihimizdeki kumpaslardan çok iyi biliyoruz. Bu eski Almanya’nın temsilcileri ABD’ye karşı örgütlü ve müşterek bir mücadele yürütebilme kabiliyetinde değiller.

Almanya’nın ABD’yi ve küreselciliği tehdit olarak doğru teşhis eden ve bu doğrultuda siyasi konum alan tek kuvveti AfD’dir. Onun için çeşitli aktörlerin küreselci programa itirazları, muhalefetleri kendi başına fazla bir anlam ifade etmemektedir. Bu ara güçler ancak AfD ile aynı cephede buluşmayı kabul ettikleri ölçüde marjinalize edilmekten kurtulabilirler. Yoksa “tereyağından kıl çekme” misali kolaylıkla tasfiye edilecekler.

DEVLET AKLINDAN UZAK SİYASET

Birçok gözlemci Almanya’nın ABD’den başka kimseye yaramayan Rusya politikasını anlamlandırmakta zorlanıyor. Yürütülen enerji politikası ve Çin’le ilişkileri bozmaya yönelik siyasetler de “Ne yapıyor bu Almanya?” sorusunu sıkça sorulur hale getirmektedir. Devlet aklından uzak siyasetin nedenselliği devlet aklının önemli ölçüde sindirilmesiyle ilişkilidir.

“Reich yurttaşları darbesi” mizanseni de bu bağlamda anlam kazanıyor. Jürgen Elsasser’in belirttiği gibi, devlet bir yandan Rusya ile ekonomik savaşın bedelini ağır ödeyen Alman halkının önümüzdeki aylarda sokağa inmesinden korkuyor, bu sebeple sistem karşıtı muhalefeti “terörist”, “devlet ve demokrasi düşmanı” olarak yaftalayarak gayrı meşrulaştırıyor ve sertlik göstererek halkın gözünü korkutmaya çalışıyor. Ve tabi ki bu mizansen AfD’yi itibarsızlaştırma kampanyasının bir devamı niteliği de taşıyor.

Almanya siyasetinin sistem karşıtı ve anti Amerikancı tek partisi olan AfD’ye bu koşullarda büyük sorumluluklar düşüyor. AfD’nin nesnel çıkarı ve esas ideolojik yönelimi sistem karşıtlığında yatan yaklaşık on milyon yabancı uyruklu emekçiye yönelik daha kazanıcı bir söylem geliştirmesini dileriz.

Atlantiğin dayattığı küreselci sisteme karşı mücadele hem Alman milliyetçilerinin, hem yabancı uyruklu emekçilerin ortaklaştığı nesnel çıkardır. Türkiye ve burada yaşayan Türkler açısından kavranılması gereken şey de budur: Bizim nesnel çıkarımız “anti-ırkçılık “ siyaseti yapan küreselci sistem partileriyle birlikte olmakta değil, atlantik sistemine başkaldıran Alman milliyetçileriyle birlikte olmakta yatmaktadır. Sistemin ırkçılık karşıtlığı propagandası da zannedilenin aksine “bizden yana” bir tavır değildir, bizi kozmopolitizme ve Sorosçuluğa ikna etmenin aracıdır. Duruşumuzu buna göre belirlemeliyiz.

Sonraki Haber