Altı Ok Kemalizm’in özüdür
Altı Ok, ezilen, sömürgeleştirilmeye çalışılan bir milletin yaşaması, ilerlemesi ve kalkınması için; tarihin, dünyanın, ülkenin koşullarının doğru bir biçimde okunmasıdır. Altı Ok’la ifade edilen ilkeler, birbirini destekleyen, birbirine yaşam veren bir bütündür
Kemalizm, öz olarak Altı Ok’la tanımlanabilir. Çünkü Altı Ok, Kemalizm’in uygulamadaki altı ana ilkesidir. Bu ilkeler, Kemalist Devrimin inşa sürecinde, pratik içinde adım adım ortaya çıkıyor. Ve Mustafa Kemal Atatürk tarafından formüle ediliyor. Altı Ok, ezilen, sömürgeleştirilmeye çalışılan bir milletin yaşaması, ilerlemesi ve kalkınması için; tarihin, dünyanın, ülkenin koşullarının doğru bir biçimde okunmasıdır.
Altı Ok, yine Atatürk tarafından, 1937 yılında yapılan bir değişiklikle Anayasanın 2. Maddesine yazılıyor:
“Türkiye Devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Laik, Devletçi ve Devrimcidir.”
Bu da bu ilkelerin bütünselliğini ve yaşamsal önemini kanıtlıyor. Bence bu ilkelerin yozlaştırılması Atatürkçülüğün temeline dinamit konulmasıdır.
Altı Ok’la ifade edilen ilkeler, birbirini destekleyen, birbirine yaşam veren bir bütündür. Yani biri olmadan diğerleri de eksik kalır. Laiklik olmadan halk birleştirilemez. Halk aydınlatılamaz. Bilimsel gelişmeler olmaz. Devrimcilik olmadan ilerleme, değişme gerçekleşemez. Kazanımlar yaşatılamaz ve ileriye götürülemez. En doğrusu devrimcilik olmadan tam olarak Kemalizm’den de söz edilemez.
MUSTAFA KEMAL BİR MİLLET SEVDALISIDIR
Bu ilkelerin yüreği/özü, halkçılıktır. Ya da dayandığı esas halkçılıktır. Başta Mustafa Kemal olmak üzere tüm devrimcilerin amacı, halkının refahı ve mutluluğudur. Mustafa Kemal bir millet sevdalısıdır. O, bu ülküsünü şöyle ifade ediyor:
“… Biz her vasıtadan, yalnız ve ancak bir bakış açısından istifade ederiz. O bakış açısı şudur: Türk milletini, medeni cihanda layık olduğu mevkie yükseltmek ve Türk Cumhuriyeti'ni sarsılmaz temelleri üzerinde, her gün daha ziyade takviye etmek…” (1)
Başta milliyetçilik, halkçılık ve devletçilik ilkeleri, 1913’ten itibaren İttihatçılarca toplumun ve siyasetin gündemine, bir tohum ya da filiz olarak getiriliyor. Tartışılıyor ve sınırlı da olsa uygulanmaya çalışılıyor. Tabii ki 1937’deki olgunlaşmış biçimleriyle değil. Ziya Gökalp’in ve Yusuf Akçura’nın bu ilkelerin fikri temelinin inşasındaki katkıları önemlidir.
Zafer Toprak da benzer bir açıklama yapıyor: “II. Meşrutiyet yıllarında İttihatçı çevrede geliştirilen milliyetçilik, halkçılık ve devletçilik Cumhuriyet hükümetlerinin ve Halk Fırkası’nın benimseyeceği temel ilkeleri oluşturdu.” (2)
HALKÇILIK: ÜRETİCİLERİ EFENDİ YAPMAKTIR
Başta Mustafa Kemal olmak üzere Türk Devriminin önderleri dünyada mucize olarak adlandırılan hem kültürel hem de iktisadi kalkınmayı, büyümeyi halkçı, devletçi bir anlayışla başarıyorlar. Halkçı devletin, amacı yoksulluğu yaratan ekonomik bölüşüm ilişkilerini, temelden değiştirerek yoksulluğun kökünü kazımaktır. Özetle üreticileri efendi yapmaktır.
Halkçılık, Türk Devriminin temelini oluşturan programdır ve bizzat Mustafa Kemal tarafından, Kurtuluş Savaşı sürecinde, kaleme alınmış ve 13 Eylül 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin onayına sunulmuştur. Bu program, 1921 Anayasası’nın (Teşkilât-ı Esasiye Kanunu) dayanağını oluşturuyor. Bir ulusun ölüm kalım savaşı ancak halkçılık anlayışıyla yani halkın canını, malını vermeye hazır gönüllü ve örgütlü desteğiyle kazanılabilirdi. Sadri Etem’e (Ertem) göre “İstiklâl Harbi’nin iki hedefi vardı: Vatanda eşit haklı insan, dünyada eşit haklı millet ülküsüne can vermek!...” (3)
Halkçılık Programı, emperyalizme ve kapitalizme cepheden karşı çıkıyor. Hem 2., hem 3. maddelerde emperyalizmin ve kapitalizmin tahakkümüne karşı milletin seferber edileceği ve bir İstiklal Savaşı verileceği belirtiliyor. Bazı mebuslar haklı olarak sorarlar, hangi kapitalizm, iç mi dış mı diye. Hariciye Vekili Ahmet Muhtar Bey, 22 Ocak 1921 günü, yani Anayasa'nın kabulünden iki gün sonra, Büyük Millet Meclisi (BMM) kürsüsünden yaptığı konuşmada, ülkede büyük sermayenin bulunmadığına dikkat çekiyor ve bu programın emperyalizme ve dış kapitalizme karşı olduğunu açıklıyor.
Halkçılık Programı, halkın ihtiyaçlarını esas alıyor. Sekizinci maddede, hükümetin bir halk hükümeti olduğu belirtiliyor: "Türkiye Halk Hükümeti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur." Bu madde, 6. maddenin ruhunu da tamamlıyor: "Madde 6 - Hâkimiyet, kayıtsız şartsız milletindir. İdare usulü, halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır." (4)
‘HÜKÜMETİMİZİ TANIMLAMAK GEREKİRSE ‘HALK HÜKÜMETİ’ DERİZ’
Mustafa Kemal, 1 Aralık 1921, Bakanlar Kurulunun “Görev ve Yetkisini Belirten Yasa” önerisi nedeniyle yaptığı konuşmada hükümetlerinin bir “halk hükümeti” olduğunu açıklıyor:
“Efendiler, bizim hükümetimiz sosyalist bir hükümet değildir. Ve hakikaten kitaplarda mevcut olan hükümetlerin, yönetim biçimleri yönüyle hiçbirine benzemeyen bir hükümettir. Fakat ulusal egemenliği, ulusal iradeyi ilke edinen bir hükümettir, bu yapıda bir hükümettir. Bilimsel ve toplumsal açıdan bizim hükümetimizi tanımlamak gerekirse, ‘halk hükümeti’ deriz. (…)
"Biz, hayatını, bağımsızlığını kurtarmak için çalışan iş insanlarıyız, zavallı bir halkız! Kurtulmak, yaşamak için çalışan, çalışmak zorunda olan bir halkız! (…) O halde, Halkçılık, toplum düzenini çalışma (üretme) hukukuna dayandırmak isteyen bir yönetim biçimidir. Efendiler, biz bu hakkımızı saklı tutmak, bağımsızlığımızı kurtarmak için ulus olarak bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı ulusça savaşmayı göze almış insanlarız.” (5)
TOPLUMUN EN YOKSUL KESİMİNİ EFENDİ YAPMAK
Halkçılık neyi anlatıyor? Yusuf Akçura, halkçılığın en açık ifadesinin, Mustafa Kemal tarafından “Batı Türkleri tarihinde en yüksek mevkiinden, Millet Meclisi kürsüsünden ilk defa söylenen bir söz” olduğunu açıklıyor. O söz bir tavsiyedir: “Efendimiz ve velinimetimiz köylü, önünde hürmetkâr vaziyeti takınmak.” (6)
Bence de en yalın ve özlü açıklama bu. Yani toplumun en geniş, en ezilen, en yoksul kesimini efendi yapmak. Devlet yönetilirken, alınan toplumsal, siyasi ve özellikle iktisadi kararlarda ölçü, bu anlayış olmalı. Toplumun iktisadi olarak en yoksul kesimi “Efendi” olmadan “Halkçılık” ilkesi amacına ulaşmış sayılmaz.
BİZİM HALKÇILIĞIMIZ HALK TARAFINDAN VE HALKLA BERABER SİSTEMİDİR
Altı Ok’un Anayasa’nın 2. Maddesine alınması dolayısıyla TBMM’de, 5 Şubat 1937’de yapılan konuşmalarda, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Halkçılık ilkesiyle ilgili olarak, “Halkçılığımız doğrudan doğruya bu memleketin kurtarılması, müstakil olarak insanca yaşaması için bir şartı evveldir. Bizim halkçılığımız, halka doğru, halk için değil, halk tarafından ve halkla beraber sistemidir” diyor. O, böylece Kemalist Devrimin Halkçılık anlayışını daha net bir biçimde açıklıyor.
Kaya, bu sistemin memleketin doğrudan doğruya halk tarafından idaresini temin ettiğini belirtiyor. Bütün vatandaşlar yasalar önünde eşittir. Kaya Halkçılığa, CHP’nin her sene toplanan ocak kongrelerini, iki senede bir toplanan vilayet kongrelerini, dört senede bir toplanan büyük kurultayını örnek gösteriyor.
Yapılan işleri, her sene bu kongrelerde gözden geçirdiklerini ve oradan alınan neticeleri üyelere ve vekillere sunduklarını özellikle vurguluyor. Meclisin yasalarındaki isabetin en büyük etkenini halkın fikirlerini almaya bağlıyor. (7)
AMAÇ MİLLETİN ANLAYARAK OY VERMESİDİR
Halkçılık ancak örgütlü ve bilinçli bir toplumda hayata geçebilir. Türk Devriminin önderleri işte bunu başarmaya çaba harcıyorlar. Müttefikler, İstanbul’dalar Lozan Antlaşması henüz imzalanmamış, seçim çalışmaları yapılıyor. Yusuf Akçura, 11 Mayıs 1923 günü Darülfünun konferans salonunda İstanbullu aydınlarla yaptığı söyleşide bu mücadeleyi anlatıyor:
“Türkiye Devleti’nde hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir; millet, halk, mukadderatını bizzat ve fiilen yönetir. Demek ki Türkiye Devleti kayıtsız şartsız bir halkçılıktır, bir demokrasidir. Halk, millet sık sık toplanarak, kendi mukadderatını, memleketin mukadderatını yönetmek için vekil edeceği adamları seçer. Ve seçmeden evvel memleketi ne yolda idare edeceklerine dair fikirlerini öğrenir, mukayese eder ve ona göre seçer.”
Yusuf Akçura konuşmasını şöyle sürdürüyor:
“Bunun mutlaka böyle olması gerektiğine inanan Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti, maksatlarını, fikirlerini azami derecede yaymaya çalışıyor. Eskiden olduğu gibi yalnız teşkilat kuvvetiyle değil, asıl fikre çekmek suretiyle seçimlere katılıyor.” (8)
Yeni Osmanlılardan başlayan devrimci rüzgâr, 1. ve 2. Meşrutiyetlerle, halkın dilinin (dilde halkçılık), halk edebiyatının, adalet, hürriyet, eşitlik ve kardeşliğin benimsenmesiyle, önce kültürel ve siyasal planda gündeme gelen halkçılık, sonunda Cumhuriyet’le genç Türk Devletinin anayasasının temeli olmuş böylece halkın alın yazısını değiştirebilme gücüne ulaşmıştır.
Tabii tüm bu gelişmelerde, dünyadaki ve ülkedeki altüst oluşların etkisi de yadsınamaz. Ülkemizin coğrafi konumu hem Fransız Devrimi’nden hem de 1917 Sovyet Devrimi’nden etkilenmesini kolaylaştırıyor. Bu iki büyük devrimin yarattığı sarsıntı tüm dünyayı olduğu gibi bizi de etkiliyor. YARIN: DEVLETÇİLİK
DİPNOTLAR:
(1) Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, Kaynak Yayınları, c.19, 3. Basım, Kasım 2016, İstanbul, s. 353.
(2) Zafer Toprak, İttihat-Terakki ve Devletçilik, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 1995.
(3) Sadri Etem (Ertem), Türk İnkılâbının Karakterleri, Birinci Basım: 1933 Devlet Matbaası, İkinci Basım: Nisan 2007, Kaynak Yayınları, s. 101.
(4) TBMM Gizli Celse Zabıtları, c. I, s. 340 vd.
(5) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (ASD), Atam Yayınları, Ankara, 2006, c. 1, s. 196.
(6) Yusuf Akçura, Türk Devriminin Programı, Kaynak Yayınları, 2. Basım: Aralık 2017, İstanbul, s. 75.
(7) Doğu Perinçek, Kemalist Devrim-3 /Altı Ok, Kaynak Yayınları, İstanbul, Kasım 2014, Ek-2, s.96.
(8) Yusuf Akçura, Türk Devriminin Programı, s. 74.