Altın Portakal’da ilk Azerbaycan filmi Elçin Musaoğlu’nun: Ayağınız kendi toprağınızda olacak

Meryem filmiyle 61. Antalya Uluslararası Altın Portakal Film Festivali’ne katılan Elçin Musaoğlu hem yeni filmini hem de sinema yolculuğunu anlattı. Ulusallık, evrensellik konusuna değinen Musaoğlu, ‘Pergelin bir ayağı kendi toprağında olacak. Diğerini açabildiğin kadar aç’ dedi

Nabat ve 40.kapı filmiyle dünya çapında dikkatleri üzerine çeken Azerbaycanlı Yönetmen Elçin Musaoğlu 61. Antalya Altın Portakal Uluslararası Film Festivali’ne “Meryem” filmiyle katıldı. Bir öze dönüş hikâyesi olan Meryem, ABD’den Azerbaycan’a dönen Meryem’in hikayesini konu ediniyor.

Yönetmen Elçin Musaoğlu’yla hem son filmi Meryem üzerine hem de sinema üzerine konuştuk.

TÜRK SİNEMASI YÜKSELİŞ DÖNEMİNE GİRİYOR

- Maryam filmiyle Altın Portakal’dasınız. Türkiye’ye pek çok kez geldiniz. Bu yıl ilk defa Azerbaycan’dan bir film festivalde yer alıyor. Altın Portakal’ı nasıl buldunuz? Duygu ve düşüncelerinizi alabilir miyiz?

Festivali çok beğendim. Ekip çok sıcak davrandı. Yıllar geçtikçe festivalde daha iyi şeyler olacak. Organizasyon çok iyiydi.

- Hem Türk Sinemasını hem de İran sinemasını biliyorsunuz. Benzerlikler, farklılıklar nelerdir? Sizin sinema yaşantınıza katkıları nedir?

Uzun zamandır Türkiye’ye gelip gidiyorum. Pek çok belgesel film yaptım. Türkiye’deki ortamı biraz biliyorum. Ülke sinemalarının yükseliş ve düşüş dönemleri var. Zamanında Rus sineması, Alman sineması, Kore Sineması ve İran sinemasının bir yükseliş ve iniş dönemleri oldu. Türk sineması da yükseliş dönemine giriyor. Türkiye’de çok iyi yönetmenler var.

- Kimleri beğeniyorsunuz?

Nuri Bilge Ceylan’ı, Zeki Demirkubuz, Yavuz Turgul’u, Derviş Zaim, Semih Kaplanoğlu, Reis Çelik, Mehmet Eryılmaz sevdiğim yönetmenler.

BELGESELLE FİLM ARASINDA GİDİP GELMEYİ SEVİYORUM

- Özellikle Nabat ve 40.kapı filmleriniz dünya çapında geniş bir yankı uyandırdı. Nabat filmiyle de sinemada hikâyenin gücünü göstermiş oldunuz. Sizin sırrınız yalınlık ve gerçekte mi saklı?

Tarkovski’nin bir sözü vardı: Uzun zamandır sade bir film yapmak istedim. Kiyarüstemi izledim, sevdiğim yönetmenlerden biridir. Sade filminin yüreğe ne kadar dokunduğunu gördüm. Anladıktan sonra seyretmek daha iyi. Uzun zamandır belgeseller yaptım. Belgeselle film arasında gidip gelmeyi seviyorum.

- Meryem’in hikâyesi aslında bir öze ve köklere dönüş hikayesi mi?

Bu hikayeleri çok izledim. Başka ülkelerden annelerini babalarını bulmaya çalışıyorlar. Benim hikayem farklı. Benim İran Azerbaycanlısı çok iyi bir yönetmen dostum vardı: Ferdat Rastkar. İran’da tanıştık. Bana dedi ki: Hikayem var, yardım eder misin? Annesi öldüğü zaman babasının sağ olduğunu öğreniyor.

ABD’den geri gelip babasını hastanede arar. Uzun zaman geldi geçti, görüşemedik. 2015 yılında Nabat filmiyle İran’daydım. Telefon açtı Afganistan’dayım, bekle beni geleceğim dedi. İki gün sonra öldüğünü öğrendim. Bu beni çok sarstı. Ben de sahnede ödül alırken ona adadığımı söyledim. Annesi aradı, teşekkür etti.

Ben de bu filmi çekmeye karar verdim. Kendim yazdım. Meryem’de benden de bir şeyler var. Meryem aslında kendisi için, kendi hatıraları için geliyor. Kendini bulmaya çalışıyor. Bir öze dönüş, var olma hikayesi. Bazen başladığın yere dönmek gerekiyor.

SEYİRCİ FİLMİN PARÇASI OLMALI

- Filmlerinizde seyirciye de bir tanıklık rolü biçiyorsunuz. Meryem filminde de yine seyirci izleyiciden çok tanık mı?

Her zaman böyle olması gerekiyor. Ben çok isterim ki seyirci şahitlik yapsın yani. Hem de düşünsün biraz yani. Sen dur biz gösterelim olmamalı. Seyirci de işin içinde olmalı, düşünmeli. Son zamanlarda sinema daha çok edebiyat oldu. Sinema aslında ayrı bir sanat türüdür. Kendi biçimleri ve yöntemleri var. Filmde her şey canlı oluyor, senden bir şeyler istiyor.

- Filmlerinizden anladığımız kadarıyla siz ulusal ve toplumsal meseleleri tema olarak işliyorsunuz. Sizce sinemacıların ve sanatçıların bu konudaki sorumluluğu nedir?

Mevlâna der ki pergelin bir ayağı kendi toprağında olacak. Diğerini açabildiğin kadar aç. Karabağ Savaşı mesela yakın zamanda yaşandı. Savaş teması Almanya Japonya bunlar da sinemalarında savaş temalarını işlediler. Aslında dramaturjide 36 tane mevzu var. Bu 36 mevzunun etrafında biçimler oluşturuyoruz. Kamerayı nasıl göstereceksin? Hikâyeni nasıl söyleyeceksin? Mesele bu.

KUŞ DİLİYLE KONUŞUYORUZ

- İranlı ünlü yönetmen Abbas Kiarostami, "Sansür bizi daha zeki ve yaratıcı kılıyor, ülkemde sansürden şikâyet edenler, kötü sinemacılardır" demişti gene Antalya'daki bir master-class'ta. Siz ne düşünüyorsunuz, sizin sansürle aranız nasıl?

Ben de sansürle karşı karşıya kalıyorum. Olmaması elbette daha iyi olur. Sansür her zaman aslında daha kuş diliyle konuşmamızı sağlıyor. Sınırları zorlamamıza yardımcı oluyor. Böyle bir durum olduğunda da başka yöntemler buluyorum ya da hiç filmi yapmıyorum.

- Zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

Ben teşekkür ederim, sağ olun.

BİR ÖZE DÖNÜŞ HİKAYESİ: MARYAM

Maryam, yıllar önce birçokları gibi daha iyi bir yaşam umuduyla Amerika’ya göç etmiştir. Ancak bir gün, babasının Azerbaycan’daki bir psikiyatri merkezinde kaldığını öğrendiğinde, hayatı beklenmedik bir şekilde altüst olur. Babasının yanına, doğduğu ve çocukluğunu geçirdiği küçük köyüne geri döner.

Babasının zihnindeki parçalanmış hatıraları yeniden inşa etmek, onun hafızasını geri kazanmasını sağlamak için büyük bir çaba içine girer. Ancak bu süreç, sadece babasının değil, aynı zamanda Maryam'ın kendi geçmişiyle ve vicdanıyla da bir hesaplaşmaya dönüştüğü zorlu bir zaman yolculuğu haline gelir.

DON KİŞOT İYİ EDEBİYAT ÖDÜLLERİ VERİLDİ

10. yılını kutlayan The Kitap Yayınları, Don Kişot İyi Edebiyat Ödülleri’ni takdim etmek üzere, edebiyat ve sanat dünyasının önemli isimlerini bir araya getirdi. Don Kişot İyi Edebiyat Ödülü “Kül Şehir” adlı romanıyla Hakan Karakaşoğlu’na verildi.

Le Vapur Magique’de düzenlenen etkinlikte; “En Çok Satan Yazar Ödülü” Murat Ülker’e takdim edildi, Selin Saraçoğlu Bayraklı “Usta Çevirmen Ödülü”ne lâyık görüldü. “Tematik En Çok Satan Yazar Ödülü” Bahattin Aydın’a, “En Başarılı Satış Kanalı Ödülü” D&R’a, “En Başarılı Matbaa Ödülü” Yaz Basım’a, “En Başarılı İş Ortağı Ödülü” Şok Marketler’e, “En Başarılı Paydaş Ödülü” Sabri Ülker Vakfı’na, “En Üretken Telif Ajansları Ödülü” de Kalem Ajans ve Akçalı’ya lâyık görüldü.

YAYINEVİNİN 10. YILI

Başlangıçta küçük bir ekiple misyonlarını “çok satan değil, iyi kitap üretmek” olarak belirleyen The Kitap, kurucusu Prof. Dr. Ali Atıf Bir’le birlikte onuncu yılını kutladı. Kuruluşunun ilk yılında sadece bir işletme kitabıyla adım attığı yayıncılık dünyasında, bugün 600’den fazla kitabı satışta olan, her yaştan okuyucuya hitap eden bir yayınevine dönüştü.

2014 yılında büyük hayallerle yola çıkan The Kitap’ın, boğaz turuyla düzenlediği etkinlik, sanat tarihçisi Süleyman Faruk Han Göncüoğlu’nun İstanbul’un büyüleyici tarihini ve kültürel zenginliklerini aktardığı sunumuyla renklendi.

Sonraki Haber