Amiral Güven: İdlib'de politik belirsizlik, askeri stratejide belirsizliği getiriyor

Geçtiğimiz günlerde Münih’te Güvenlik Konferansı (MSC 2020) yapıldı. Toplantılardan birisinin gündemi “Batısızlık” idi. Bu konferansta Küresel Güvenlik Politikaları tartışıldı. Buradaki tartışmalardan özetle “ABD hegemonyası ve Batı’nın üstünlüğü sona erdi” görüşü egemen oldu. Daha önceleri bilindiği gibi Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” sözleri de yine gündemde yerini aldı.

  • Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier; “ABD kendi çıkarlarını diğer ülkelerin çıkarlarından üstün tutuyor. ABD kendi çıkarlarını esas aldığında, sanki herkesin çıkarı sağlanmış zannediyor. PAX Americana artık çöküyor. Rusya ile daha iyi ilişkiye ihtiyacımız var” diyor.
  • Fransa Cumhurbaşkanı Macron; “Bugün dünyada Küresel Düzen içinde Batı’nın zayıfladığını görüyoruz. ABD Avrupa’dan çekiliyor. Avrupalı ortaklarımız ile teknoloji ve savunma sanayine daha fazla yatırım yapmalıyız. Rusya ile de bir diyalog başlatmalıyız” diyor.
  • ABD Dışişleri Bakanı Pompeo; “ABD yi eleştirenler düşmanın tuzağına düşüyor. Çin, Rusya ve İran gibi ülkelerin agresif tutumlarına karşı beraber olmalıyız” diyor.
  • Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi; “Doğu-Batı, Kuzey-Güney ayrımından kurtularak, Dünya'yı bütün olarak görmeliyiz. Küresel sorunların üstesinden gelebilmek için Çok Kutuplu bir işbirliğine ihtiyaç var. Başkan Xi’ye göre Çok Kutuplu Dünya'nın amacı herkese barış, kalkınma, adalet, eşitlik ve uluslararası hukuktur” vurgusu yapmaktadır.

Konferansın özeti; Avrupa, ABD’nin başında olduğu Atlantik Sistemi'nden uzaklaşıyor. Zira ABD küresel düzende kaybetmektedir. Bağımsız Avrupa’da, Çin ve Rusya ile ilişkilerini geliştirmek istiyor.

Görüldüğü gibi Münih Güvenlik Konferansı'nda Dünya artık 21. yüzyılın ilk çeyreğinde Çok Kutuplu Dünya'ya evrilmeye başlamıştır. Atlantik tek

kutbu karşısında, Asya ve Avrupa kutupları oluşmaya başlamıştır.

TÜRKİYE BUNUN NERESİNDE?

Türkiye de jeopolitik olarak Afro-Avrasya arasında merkezi konumda ve bölgesel güç olabilecek durumda bulunmaktadır. Öyle ki, İdlib ölçeğinde de görüldüğü gibi Türkiye, ABD küresel gücü ile Avrasya’nın kıtasal gücü Rusya arasında sıkışıp kalmıştır. Türkiye’nin mutlaka 21. yüzyıl gerçeğine uygun olarak kendisini yeniden tanımlayarak yapılandırması lazımdır. 1952 yılından beri kendi ulusal çıkarları aleyhine karşılaştığı durumlara rağmen Türkiye NATO’nun sadık üyesi olarak yer almıştır. Oysa ABD’nin başını çektiği NATO, sadece askeri alanda değil siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel, bürokratik ve politik alanlarda da ABD’nin çıkarlarına uygun yapılanmaya zorlamıştır. NATO aynı zamanda ABD’nin haksız, hukuksuz, işgaller ile özgürlükleri ve ekonomiyi tahrip aracı olarak kullanılmaktadır.

Özetle, ABD Başkomutanlığı'ndaki NATO artık üyeleri için bir güvenlik şemsiyesi olmaktan çıkmış, hem üyeleri ve hem de üyelerin komşuları için tehdit haline gelmiştir. Oysa Türkiye’nin güvenliğinin, egemenliğinin, birlik ve beraberliği ile bağımsızlığının kesin kararı, kuruluşunda Sivas Kongresi'nde alınmıştır. Yani "Manda ve Himayeye Hayır, Tam Bağımsız Türkiye" kararı esas alınmıştır.

İDLİB'DE POLİTİK HEDEF BELİRSİZ

Suriye'deki duruma gelince; İdlib’de maalesef politik hedefin belirsizliği nedeniyle, politik hedefe uygun olarak oluşturulacak askeri strateji de belirsiz duruma sürüklenmiştir. Soçi Mutabakatı ile oluşturulan gözlem noktalarındaki Mehmetçiklerimiz, bu belirsizlik nedeniyle daha savaşmadan şehitler vermeye başlamıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan “İdlib’de savaş an meselesidir” diyor. Yani, Mehmetçiğimiz Suriye toprağında, Suriye'nin şehri İdlib’de Suriye ile savaşacak. Bu savaş doğal olarak Rusya’yı da karşımıza alacaktır. Biz de buna karşı Astana ve Soçi Mutabakatları aksine tekrar ABD komutasındaki NATO’ya sığınmaya çalışıyoruz. Oysa ABD, Suriye’nin kuzeydoğusunda PKK/PYD’yi silahlandırıp güçlendirerek bizim ulusal çıkarlarımıza, üniter yapımıza ve toprak bütünlüğümüze tehdit oluşturacak şekilde Siyonist Kürt Devleti kurmaya çalışıyor. ABD Batı’da İdlib’de de Türkiye’nin yanında yer alıyormuş gibi yaparak kendisine yakın ve İdlib’i kontrol eden ayrılıkçı Heyet-i Tahrir Şam (HTŞ) ile özerk bir kanton oluşumuna katkı sağlamaya çalışmaktadır. Ayrıca Astana ve Soçi Mutabakatları ile işbirliği yaptığımız Rusya ve İran ile bağlarımızı da yok etmek istemektedir.

SONUÇ

  • Türkiye’nin bugün için hayati derecede birinci öncelikli ulusal çıkarı, Doğu Akdeniz’deki Mavi Vatan’ın kontrolü ve onun bağrında yatan KKTC’nin bağımsız ve egemen KTC olarak yaşatılmasıdır.
  • Toprak Vatan'ın da, siyasal üniter yapısı ile bölünmez bütünlüğünün korunmasıdır.

Bu nedenle, Suriye politikası Ana Vatan’ın parçaları olan, Toprak Vatan ve Doğu Akdeniz Mavi Vatan’ın bölünmez bütünlüğü için çok önemli ve anahtar roldedir. Bu maksatla Suriye politikasında egemen olan İhvan'cı İdeoloji ile BM’in tanıdığı Devlet ve Hükümet Başkanı Esad düşmanlığına son verilerek, acilen diplomatik ilişki kurulması son derece önem arz etmektedir. Bu ilişki sayesinde, Rusya ve İran’ın da tekrar güven ve dostluğu kazanılarak, Suriye’nin ayrılıkçı terör unsurlarından temizlenmesi ile ülkemizde bulunan misafir geçici göçmenlerin Suriye’ye dönmelerine de imkân sağlanabilecektir. Yani, bölgemizdeki komşu ülkeler ile tekrar dostluk ve işbirliği kurulması Toprak Vatan ile Mavi Vatan’ın bütünlüğünün sağlanmasında anahtar politik unsur olarak değerlendirilmektedir.

Halen Doğu Akdeniz’de Türkiye Mavi Vatanı ve KKTC karşıtı oluşan ABD, AB ve İsrail cephesine karşı da Türkiye, Rusya, Suriye ve İran ile işbirliği yapılarak bölgesel güç birliği oluşturulması önemli mütalaa edilmektedir. Böyle bir stratejik işbirliği sonunda Doğu Akdeniz’deki kıyıdaş ülkeler Suriye, Mısır, Lübnan ve İsrail ile diplomatik ilişkiler kurularak MEB Deniz Sınırlama Anlaşmaları da gecikmeksizin yapılmalıdır.

Bu anlaşmalarda da, söz konusu bütün bu ülkeler ile KKTC’nin tanınması da ilke olarak esas alınmalıdır.

Sonraki Haber