Anamız, Anadolumuz, kök dilimiz

Şimdiye kadar Türk’ü Orta Asya’ya yerleştiren Batılılar, orada da karşılarına Türk ve Türkçe çıkınca belge bulunmuyor! Belge bulmak istiyorlarsa önce Toharca’yı yerleştirdikleri Taklamakan Çölü’nün adıyla başlasınlar. Çölün adını düzgün okumak Toharca’nın hangi dile ait olduğunu açığa çıkarır

İbrahim AKGÜL

Uluslarası bilim dergisi “Science”nin 24 Ağustos 2012 tarihli sayısında, Yeni Zelanda Auckland Üniversitesi’nden Quentin Atkinson ve arkadaşlarının yapmış oldukları bir araştırmanın neticesi yayımlandı. Bu araştırmaya göre Toharca, Ermenice, Yunanca, Arnavutça, Farsça (İran dili), Hindice, Slavca (Rusça vb.), Baltıkça (Letonya, Litvanya ve Estonya dilleri), Germen dilleri (Almanca, İngilizce, Hollandaca, Danimarkaca, Norveççe, İsveççe), İtalyanca (Fransızca, İspanyolca, Portekizce, Rumence), Keltçe (İrlandaca, İskoçça gibi Galat dilleri) gibi dillerin Anadolu Dili’nden türediği tespit edilmiştir. Bu araştırma Avrupa’da özellikle de Almanya’da gerek yazılı ve görsel basında, gerekse akademik çevrelerinde geniş yankı bulmuştur. Anadolu’yu, herşeyden önce Türk’ü ve Türkçe’yi doğrudan ilgilendiren bu bilimsel araştırma, nedense bir iki akademisyen dışında Türk akademik çevrelerini, dilbilimcilerini ilgilendirmemiştir.
Anadolu Dili denilen dilin hangi dil olduğunu, bu dili konuşan topluluğunun kim olduğunu, bunun Türkçe ile bir bağının bulunup bulunmadığını araştırmak, bu konuda araştırma kürsüleri kurmak, Türk üniversitelerinin görevi değil midir?
Araştırmacılar, dünyada üç milyar insanın konuştuğu 103 Hint-Avrupa ülkesinde anne anlamına gelen Mere, Mather, Mitera, Mutter sözcüklerinin Anadolu’da anne anlamına gelen “M” kök sözcüğünden türediğini tespit etmişlerdir. Anadolu’da türeyen bu dilin, çiftçi göçleri ile 9 bin 500’lerden başlayarak Avrupa’ya, İran’a, Hindistan’a, Seylan’a ulaştığı tespiti yapılmıştır.

ANADOLUCA HANGİ TOPLUMUN DİLİDİR?
Anadolu’da ön tarih araştırması yapan Prof. Bilge Umar, “Tarih bilimi Güney ve Batı Anadoluda Luviler’den daha önce yaşamış ve uluslaşmış halkın Luvi dilinden daha önce kunuşulmuş bir dilin varlığını asla saptayamamıştır” tespitini yapmıştır. (Bilge Umar, İlk Çağda Türkiye Halkı, s.91.)
O halde araştırmacıların Anadoluca diye tespit ettikleri dilin, Luvice’den başka bir dil olmadığını söyleyebiliriz.
1990’lı yıllardan başlayarak günümüze değin Luviler ve Luvi dili üzerine birçok uluslararası araştırma yapılmıştır. 2003 yılında H. Craig Mellert’in “The Luvians” (Luviller), Ebehard Zanger’in “Die Luvier und der Troia” (Luviler ve Truva), 2011’de İngiltere’nin Reading Üniversitesi’nde birçok araştırmacının katıldığı “Luvian Studies” adlı bir konferans düzenlenmiştir. Bu konferansa sunulan araştırmalar, 2016 yılında editörler Alice Mouton ve arkadaşları tarafından “Luvian Identities: Cultur, Language and Religion Between Anatolia and the Aegean” adı altında kitap olarak yayınlanmıştır. Kitabın birinci cildi Kalkedon Yayınları tarafından “Luvil Uygarlığı” adı altında dilimize çevrilerek yayımlandı.
Luvi uygarlığını araştıran bu araştırmacılar, bu uygarlığın bir zamanlar Doğu Ege’den bugünkü kuzey Suriye’yi de içine alan bölgede hakim olduğunu ve bu bölgede Luvil lehçelerinin konuşulduğu tespitini yapmışlardır. Ancak yapılan araştırmada Luvi dilini konuşan topluluğun hangi topluluk olduğu üzerinde durulmamıştır.
Dünyaya coğrafi olarak baktığımızda, bugün de varolan bütün topluklar kendi toprakları (işgal edilen topraklar hariç) üzerinde yaşamaktadırlar. Ancak sorun Anadolu olunca, Anadolu Batılı araştırmacılar tarafından ya boş bırakılmakta, ya da tarihi Yunan’a, Roma’ya, Bizans’a mal edilmektedir. Bu toprakların sahipleri yok sayılmaktadır.

TOHARCA HANGİ DİLDİR?


Yandaki diller çizelgesinde de görülebileceği gibi, Anadoluca’dan ilk ayrılan dilin Toharca (Tukarca) olduğu tespiti yapılmıştır. Batı Çin’deki bugünkü Taklamakan Çölü’ne yerleştirdikleri Toharca’yı, Atkinson ve gurubu Hint dilinin ataları olarak göstermektedirler. Ancak bu dilin gizemini koruduğunu ve bir iki çeviri belge dışında belge sunamadıklarını belirtmektedirler. Şimdiye kadar Türk’ü Orta Asya’ya yerleştiren Batılılar, orada da karşılarına Türk ve Türkçe çıkınca belge bulunmuyor! Belge bulmak istiyorlarsa önce Toharca’yı yerleştirdikleri Taklamakan Çölü’nün adıyla başlasınlar. Çölün adını düzgün okumak Toharca’nın hangi dile ait olduğunu açığa çıkarır. Yani Taklamakan toprağa, (mekâna, bölgeye) toprak anaya takla attıran, altını üstüne çıkaran, kuruyan, çölleşen, doyuramayan yer demektir. Dolayısıyla Toharca da, Anadolu Türkçesinin devamından başka bir dil değildir. Bölgenin çölleşmesi ile topluluğun bir kısmı kuzeye, doğuya, batıya diğer bir kısmı da güneye, Hindistan’a doğru yöneltmiştir.
Büyük Atatürk yapmış olduğu araştırmalarla bu gerçeği daha 1930’lu yılların başında tespit etmiştir ve şöyle demiştir: “Hititlerin, Toharların, Heptalitlerin dilleri de ilk Türkçenin değişe değişe aldığı şekillerdir.” (Afet İnan, Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, 1969, s.371.)

ANADOLUCA LUVİCE’DİR
Anadoluca (Likyaca, Lidyaca,Karyaca, Pisidyaca, Sidece, Palaca (Balaca), Nesice (Hititce) gibi Luvice’nin lehçeleri) denen kök dilin hangi dil olduğunu açığa çıkarmak için yukarıdaki araştırmanın baz aldığı “Ma” sözcüğünü inceleyelim. Anneye neden “Ma” denmiştir? Kök sözcük bunu açıklayabilmelidir. Açıklayamıyorsa o sözcük de bir başka sözcükten türemiş olur. İlk sözcükler oluşturulurken onların eylemleri de beraberinde açıklanmıştır. O halde “Ma” sözcüğü, annenin eylemini de açıklayan bir sözcüktür. Anne ne yapar? Anne, bebeğine meme ve mama veren ana demektir. Meme ve ana kelimesinin birleştirilerek kısatılmasından tek heceli “Ma” sözcüğü oluşturulmuştur.
Büyük Atatürk’ün de kitabını incelediği Mu Uygarlığını açığa çıkaran James Churward, bu sözcüğün (“Mu” da) aynı zamanda toprak ana içinde kullanıldığını tespit etmiştir. Çünkü toprak ana da üzerinde yetişen ürünlerle bizi doyuran anadır; öldüğümüzde bağrına alan anadır. Bunun için de biz binlerce yıldır Anadolu’da toprak ananın bize sunmuş olduğu nimete şükreder, toprak anaya aynen bizi doğuran, yetiştiren anaya gösterdiğimiz sevgi ve saygıyı gösteririz. Tanrıyı anarken de Türk’ün mistik atasözü “Babam Gök anam topraktır” deriz.

TARİHİ GERÇEKLER
İnsanların kavrayışının ilerleyişi ve dilin gelişimi ile birlikte artık kök dilde birçok açıklayıcı sözcüklere gerek kalmamış ve doğrudan sözcükler kullanılmıştır. Açıklayıcı kök sözcükler yeni türeyen dillerde devam etmiştir. Türkçe de “Ma” sözcüğü yerini anaya, bugünkü ses uyumu ile anneye bırakmıştır.
Bu açıklamayı Kök sözcüklerin tümü için uygulayabiliriz. Luvil sözcüğünün de doğru okunup okunmadığını, hangi dile ait olduğunu açığa çıkarabiliriz. Bu sayede Anadolu’da ön tarih üzerine yapılan yanlış okumaları da açığa çıkarmış oluruz.
Batılı araştırmacıların büyük bir bölümü kendilerini, temel edindikleri “Yunan medeniyeti” saplantısından uzaklaştıramadıkları için, Anadolu’da açığa çıkarılan tüm yazıtları ya Yunan’a mal edip, Yunan alfabesiyle okumaya çalışmakta, yanlış sonuçlar çıkarmakta, tarihi çarpıtmakta; ya da kendi kökleri olarak ele almaktadırlar. Ancak güneş balçıkla sıvanamayacağı gibi gerçeklerin üstü de örtülemiyor. Doğru ergeç açığa çıkıyor. Dün dedelerinin reddettiklerini, bugün kendileri kabullenmek zorunda kalıyorlar.

BOZKIR HİPOTEZİ
Bir dil bir toplumun benliğidir, onun tüm yaşamının genetik haritasıdır. Oluşan dil de bu benliğin bir yansımasıdır. Hele hele okunan dil, kök dil ise bu toplum tüm haritasıyla incelenmeli, ondan sonra değerlendirilmelidir!
Anadilin Anadolu’da türeyerek yayıldığı tezinin yanısıra, hâlâ uluslararası bazı akademisyenler, dilin “Rus steplerinde” (bozkırında) türediği tezini savunmaktadırlar. Bu tezin savunucularına Leipzig Üniversitesi, Max-Planck Evrimsel Andropoloji Enstitüsü’nden Paul Haggerty şöyle cevap veriyor: “Bozkır veya Kurgan Kültürü daha şehirleşme bile olmadan kıtaları kuşatacak durumda değildir.” Bu durumda bozkır hipotezini savunanlarının “açıklamada zorlandıkları” tespitini yapıyor.
Yukarıda da belirtdiğimiz gibi, kök dilde kullanılan sözçüklerin özelliği, doğrudan eylemlerini de açıklamalarıdır. Bu anlamda dünyada sadece Türkiye için kullanılan Anadolu veya Anatolya sözcüğü beraberinde eylemini de açıklayan bir sözcüktür. Kök Türkçe’de “d” veya “t” harfleri aynı anlamı taşımaktadır. O halde Anadolu sözcüğü Ana tanrıçalarla, Analarla dolu ya da sıkça kullandığımız anlamıyla “Anadolu beşiktir” anlamına gelmektedir. Annenin çocuğu ile iletişim kurabilmesinde dile ihtiyacı vardır. Önce mimiklerle, kelimelerle, sözcüklerle başlayan bu eylem cümlelerin kurulmasıyla devam etmiştir. Bugün de bebek ilk kelimeleri, sözcükleri annenin ağzından öğrenmektedir. Bu şekilde kök dil ortaya çıkmış olur.

ATATÜRK’ÜN TEZİ
Büyük Atatürk Türkçe’nin “anadil”, Türklerinde “kök” topluluk olduğu tespitini Türk Tarih ve Dil Kurumu’nu kurdururken daha 1930’larda yapmıştır. Ancak bilim adamlarımızın yetersizliği veya bazılarının Batı’nın tezlerine yatkın olmalarından ve ABD’nin eğitime müdahalelerinden ötürü onun bu tespiti ölümünden sonra terk edilmiş. Batı’nın yalan, yanlış ve Türk’ü karalayıcı tespitlerine geri dönülmüştür.
Fakat Atatürk, daha o tarihte Anadolu’da yapılan arkeoloji kazılar ilerledikçe Türk’ün gerçek tarihinin açığa çıkacağını tespit etmiştir ve şöyle demiştir: “Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş, büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti bundan sonraki inkişafıyla âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacak.” (Hulki Cevizoğlu, Tarih Türkler’de Başlar,Türk Dilinin Kökeni, Ceviz Kabuğu Yayınları, 2002, s.151-152’den naklen Turgay Tüfekçioğlu.)
Bunun için Türkler kendi tarihlerini gerçek tarih bilimine dayanarak araştırmalı ve onbinlerce yıllık tarihini açığa çıkarmalı, ondan öğrenmelidir. Bu konuda Atatürk “Türk toplumunun millet ve devlet olarak varlığını şerefle koruyabilmesi ve sonsuza kadar sürdürebilmesi, ancak kendi varlığının bilincine varması ile mümkündür” demiştir. (Prof. Dr. Zeynep Korkmaz, Milli Mücadele ve Sonrasında Türklük Şuuru, Birinci Uluslararası Atatürk Sempozyumu (Açılış Konuşmaları ve Bildirileri), Ankara, 1994, s.210.)
Sözü Yunus Emre’ye bırakarak noktayalım:

İlim bilim demektir
Bilim kendini bilmek demektir
Kendini bilmeyen okusa ne olur

Sonraki Haber