Antik çağda kadın hekimler

Sümer-Babil kültürünün parlak dönemi, İÖ yedinci yüzyıla ilişkin tabletler ve yazma eserlerden elde edilen bilgilere göre Ön Asya Uygarlıkları'nda tıp üç ana başlıkta incelenebilir.

1. Dinin egemen olduğu toplumlarda büyüsel tedavi

2. Savaşçı toplumlarda bıçakla yapılan cerrahi tedavi

3. Tarım toplumlarında şifalı bitkilerle tedavi

Mezopotamya’da hekimliğin, tapınak okullarında yetişen başlıca üç rahip sınıfı tarafından yapıldığı bilinmektedir. Bunlardan ‘BĀRŪ’lar falcılık yoluyla hastalığın prognozu konusunda kehanette bulunanlar; ‘ASŪ’lar bitki, maden, hayvan kaynaklı ilaçlarla hastalığı tedaviye çalışanlar; ‘ĀSİPŪ’lar ise büyücülük, üfürükçülük gibi yöntemleri kullananlardır. Mezopotamya tıbbında farklı mesleki statülere sahip hekimler arasında ‘A.ZU’ adıyla tanınan kadın hekimlerin görev yaptığı bilinmektedir.

Hattuşa (Boğazköy)’da bulunan arşiv tabletlerden edinilen bilgilere göre Hititlerde hastalık patogenezinin açıklanmasında sihir-büyünün yanı sıra doğal etkenlerin de yer aldığı; falcılık-kehanet gibi yöntemleri kullananlara ‘AZU’, ilaçla tedavi yapanlara ‘A.ZU’ denildiği, ‘SAL A.ZU’ adıyla anılan grubun ise kadın hekimleri tanımladığı anlaşılmaktadır. Gebeleri izleyen, doğumları yaptıran ve bebeğin sağlıklı gelişimi için dua eden ebelere ise ‘SAL Hasnupala’ adı verildiği bilinmektedir. Hitit doğum geleneklerini gösteren Papanikri Rituali adlı metinde Hitit kadınlarının doğum yapmak için gittikleri doğum evinde özel bir doğum sandalyesine oturtuldukları, doğum sırasında bu sandalye kırılırsa uğursuzluk saydıkları için doğum yerinin değiştirildiği anlatılmaktadır.

Ön Asya uygarlıklarında bakım ve tedavi yürüten kadınların yanı sıra kraliçelerin de sağlık hizmetleriyle yakından ilgilendikleri ve adeta sağlık tanrıçaları olarak algılandıkları dile getirilmektedir. Bunlar arasında Kraliçe Şubad (İÖ 3000-Ur), sevgi-şifa ve doğum tanrısı olarak bilinen Sümer Kraliçesi İnanna (İÖ 2300), Mısır Kraliçesi Polydamna, Kraliçe Hatşepsut ve Kleopatra (İÖ 100) sayılabilir. İÖ 2300 yıllarında gelişmiş kentleriyle tanınan Hint uygarlığında tıbbın, dinsel bilgilerin ağırlıklı olduğu Vedik dönem ile akılcı-sistematik bilgilerin egemenliğinde gelişen Brahmanik dönem olmak üzere iki dönemde evrimleştiği; aynı zamanda halk sağlığının temellerinin atıldığı bilinmektedir. Bu bağlamda her on köye bir hekimin görevlendirildiği, hasta ve engelliler için ilk hastanenin açıldığı, İÖ 226’da ülke çapında 17 hastanenin var olduğu, kadınların doğumu ve bakımı için özel kurumların oluşturulduğu elde edilen bilgiler arasındadır. Batı Anadolu, Ege adaları ve Yunanistan’da İÖ yedinci-altıncı yüzyıllardan başlayarak yeni ticaret kentleriyle gelişen ve yüzyıllarca egemenliğini sürdüren Yunan uygarlığında tıbbın evrimi başlıca üç dönemde incelenmektedir; mitolojik dönem, filozof hekimler dönemi ve Hipokratik tıp dönemi.

İLAÇ YAPAN KADINLAR

Kadınların bitkiler konusunda çok fazla bilgiye sahip olması ve bitkilere yükledikleri tıbbi büyüsel anlamlar mitolojik dönemin temel özelliklerinden biridir. Menstruasyon, gebelik ve doğum süreçlerinde kullanılan pek çok bitkinin yanı sıra tanrıların ve tanrıçaların çoğunun şifa verme gücüne inanılıyordu. Örneğin Troyalı Helen (İÖ 2000) bitkilerden ilaç yapmasıyla ünlü idi; Afrodit, Artemis ve Hera doğumun, Hekate çocuk hastalıklarının, Athena körlüğün, Persephone diş ve göz hastalıklarının, Eileithyia ise ebeliğin tanrıçaları olarak kabul ediliyordu. Ancak en çok bilinen hekim tanrı, adına üç yüzden fazla tapınak kurulmuş olan erkek Asklepios idi. Sağlığı sembolize eden kızı Hygieia ve düş yorumcusu oğlu Telesphoros ikinci derecedeki tanrılardı. Meslekte uzmanlaşma soy bağı temelinde babadan oğula ya da seçilmiş kişilere bilgi aktarımı biçimindeydi ve güçlü bir lonca örgütlenmesi söz konusuydu. İÖ yedinci yüzyıldan başlayarak kadının şifacılığına olan saygı giderek azalmış ve erkek hekimler dönemi başlamıştır.

HURAFELERDEN ARINAN TIP

Filozof hekimler dönemi (İÖ altıncı ve beşinci yüzyıllar), sistematik düşünce ile evreni ve insanı kavrama çabasının sağlık-hastalık süreçlerine yansıması biçiminde tanımlanabilir. Tıbbi süreçleri doğa felsefesi ile açıklayarak kuramlardan genellemeler yoluyla tıbbi bilgileri üreten filozof hekimlerin bir kısmı kuramsal çalışmaların yanı sıra deneysel çalışmalar da yapmışlardır. Bu dönemin en çok bilinen isimleri Epikharmos, Demokritos, Alkmaion, Empedokles’tir. Bilim öncesi akılcı tıp dönemi olarak da bilinen Hipokratik dönem, İÖ beşinci yüzyıldan başlayarak tıbbın dinden ve felsefeden bağımsızlaşarak laik nitelik kazanmasıyla karakterize bir dönemdir. Hipokrat’ın felsefedeki Dört Öğe Kuramı'na dayalı olarak fizyolojik süreçleri açıkladığı, hastalık nedenlerinin ve tedavi edici gücün doğada bulunduğunu, klinik gözlemin ve prognozun temel önem taşıdığını savunan Hipokratik yaklaşım, tıbbın hurafelerden arındırılmasını sağlamış, sistem kurucu felsefecilerin ve tek tanrılı dinlerin de katkısıyla bilimsel deneysel yöntemin paradigma olarak kabul edildiği on sekizinci yüzyıla kadar hekimlik uygulamalarına yön vermiştir.

KADINLARA YASAKLANAN HEKİMLİK

İÖ üçüncü yüzyılda Atina yasalarına göre hekimlik mesleği kadınlara yasaktı. Bu yasağa ilk karşı gelen ve Antik Yunan’da ilk kadın hekim olarak tarihe geçen Agnodice, İskenderiye Okulu’nda Herophilus’un öğrencisi olarak tıp eğitimini tamamlamış ve kadın hastalıkları alanında hekimlik yapmak üzere Atina’ya gelmiştir. Mesleğini uygulayabilmek için kendisini erkek olarak tanıtmak zorunda kalmış, kısa zamanda büyük bir ün kazanmıştır. Kadın hastalar tarafından çok sevilen bu genç hekimin gerçek kimliği konusundaki dedikodular ve meslektaşları tarafından kıskançlıkla karşılanması yüksek mahkemede yargılanmasına neden olmuş, kadın olduğunu açıklaması üzerine yasalara karşı geldiği için cezalandırılması gerektiği öne sürülmüştü. Atinalı kadınların mahkemeye gelerek hemcinslerini savunmaları, kendilerine ilgi ve şefkat gösteren Agnodice’in yargılanmak yerine ödüllendirilmesi gerektiğini öne sürmeleri hem onun beraatını sağlamış hem de kadınlara hekimliği yasaklayan yasaların değiştirilmesine yol açmıştır. Bu olay belki de başarıyla sonuçlanan bilinen ilk feminist eylem olarak nitelendirilmektedir. İkinci örnek ise, İS birinci yüzyıla ilişkindir; orijinal nüshası Floransa’da bulunan ve Metrodora tarafından yazılmış olan uterus, mide ve böbrek hastalıkları konusundaki kitap, bir kadın tarafından yazılmış en eski el yazması eser olma niteliğini taşımaktadır. Ancak bu kitap yazıldığı dönemde erkek Metrodorus’a atfedilmiş ve yüzyıllar boyunca öyle tanınmıştır.

GELECEK HAFTA: Ortaçağ tıbbından günümüze kadınlar

Sonraki Haber