Arşiv tozu öksüren büyük tarihçiyle üç anı

Önceki gün kaybettiğimiz Prof. Dr. Zeki Arıkan tek bir alana hapsolan tarihçilerden değildi. Yakınçağ uzmanı olmasına rağmen ilgi ve çalışma alanı oldukça genişti. Osmanlı tarihçilerini anlattığı dersi o kadar dikkatli dinlerdik ki kazayla hapşıran olsa söylenmemize sebepti.

Pek az insan Muhittin Birgen kadar şanslıdır. Birgen, 1908 Devrimi’ni yapan lider isimlerle yan yana çalıştı. Hüseyin Cahit Yalçın’ın yanında yetişti. İttihat ve Terakki’nin yayın organı Tanin’de uzun süre başyazarlık yaptı. Kurtuluş Savaşı’na katıldı. Mustafa Kemal’in Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde çalıştı. Cumhuriyet Devrimi'nin milletvekillerinden biri oldu. Devrim ateşinin içinde, vatansever mücadelenin önünde bir ömür geçirdi. Böyle bir yaşamı kim istemez?

Birgen, anılarında Talat Paşa’nın İttihat ve Terakki’ye katıldığı ilk günlerde Makedonya’da idam edilen komitacıları izleyerek vatan için asılırken ‘En iyi duruşun hangisi olduğunu tetkik ettiğini’ ve ‘Gözlerini ölüm anına alıştırmaya çalıştığını’ yazıyor. Okuduğum anda sarsıldım. Kalbim daha hızlı çarptı. Kıskandım. Bu cümleyi bana Prof. Dr. Zeki Arıkan okutmuştu. “Muhittin Birgen unutulmasın, anılarını topluyorum. Bana yardımcı olacaksın.” dediğinde havalara uçmuştum. Sonra sadece birkaç kez Muhittin Birgen’le ilgili yazı taramasında görevlendirdi. Olsun o da yeterdi. Zeki Hoca bana görev vermişti. Bir Aydınlıkçıyı nasıl etkileyebileceğini bildiği için Muhittin Birgen’in anılarını öğrenme isteğini işte o cümleyi okutarak aşılamıştı...

Unutamadığım ikinci olay: Zeki Hoca’nın üniversitedeki odasına girmek cesaret gerektirirdi. Girer girmez “Ne var?” diyen aksi bakışlar üzerinizde gerginlik yaratırdı. Bir gün Vatan Partisi İzmir Öncü Gençlik üyeleriyle birlikte sabah erken saatlerinde Bergama’da bildiri dağıtma çalışmasına başladığımız bir sırada, Zeki Hoca’dan telefon geldi. “Evlat odama gel!” Hoca’ya hiç Bergama’dayım denir mi? Denilmez. Telefonda “Emredersiniz!” demediğim kaldı. Üniversiteye uçarak gittim. Birkaç saat sonra odasına nefes nefese girdiğimde yerdeki 20-30 kitabı göstererek raflara koymamı istedi. 10 saniyede yaptım. Sonra “Çıkabilirsin.” dedi. 10 saniye için birkaç saatin, onca yolun lafı mı olur!? Olsundu. En mutlu günlerimden biriydi. Zeki Hoca odasına çağırmıştı…

ATABE GÜNLERİ

Bir anı daha: Zeki hocaya yaklaşmamı sağlayan en önemli bahane Atatürk’ün Bütün Eserleri (ATABE)’ydi. Genel Yayın Yönetmeni Şule Perinçek Osmanlıca harfleri daha yeni öğrenmeye başlamama rağmen beni denize atarak “Arşivde o yazıları bulacaksın” diye görev üstüne görev veriyordu. Bundan daha iyi bahane olur mu? Belgede okuyamadığım kelime olunca soluğu hocamın odasında alıyordum. Zeki Hoca ATABE danışma kurulu üyesiydi. Sorularıma olabildiğince kısa cevaplar verirdi. Kelime israfı yok! Ama arada öyle bir bilgi aktarır ki yakaladığınız anda, tarihçilerin üzerinde durmadığı bir alana pencere açabilirsiniz. Tezimi böyle tespit ettim. V. Mehmet Reşat’ın Bursa gezisini bitirme tezi olarak hazırladım. Zeki hocanın mesleki disiplinini, belge okuma iştahını ve tarihe saygısını yakından gözlemlemiş bir öğrencisi olarak Bursa’ya koşarak gittim. Gemlik’te Umur Bey kütüphanesine kadar çıktım. Hereke’ye ayak bastım. O zaman Bursa Türkiye Gençlik Birliği Başkanı olan Çağdaş Cengiz arkadaşımın evinde günlerce kalarak Beşinci Mehmet Reşat’ın Bursa gezisini adım adım inceledim. İncelemenin her anında Zeki Hoca’nın çalışmalarını adeta taklit ettim. Makale ve kitaplarındaki bilgiyi ele alış biçimini harfiyen uygulamaya çalıştım. Zeki Hoca, konuşmadan öğrenci yetiştiren bir insandı. Tez için onayını alırken belki birkaç cümle eder diye beklemiştim. Konuşmamıştı. Olsundu. Zeki Hoca’nın imzası yeterdi…

Zeki Arıkan kendisini tek bir alana sıkıştıran tarihçilerden değildi. Yakınçağ tarihi uzmanı olmasına rağmen ilgi ve çalışma alanı oldukça genişti. Osmanlı tarihçileri ve eserlerini anlattığı dersi o kadar dikkatli dinlerdik ki kazayla hapşıran olsa söylenmemize sebepti. Cumhuriyet tarihini detaylar vererek işler, yakınçağ tarihini hiç duymadığımız ayrıntılarla aktarırdı. Kimi zaman Haydar Rüştü Öktem’in mütareke ve işgal anılarını hazırlayarak sizi hırslandırır. Kimi zaman da tapu tahrir defterlerinin içinde, o karmakarışık bilgi yığınında kaybolurken ‘metodolojiyle’ aydınlanmanızı sağlardı.

DİYANET ANSİKLOPEDİSİ’NE KATKISI

Zeki Hoca kıymet bilen bir insan olarak çok sayıda kişiyi makalelerinin konusu yapmıştı. Ziya Somar’ın İzmir’e kattıklarını Arıkan’ın makalelerinden öğrenebilirsiniz. Diyanet Ansiklopedisi’ne yazdığı makaleleri incelediğinizde de araştırma merakının ne kadar farklı zaman dilimlerine yayıldığını görebilirsiniz. Sizi önce 1629’da doğan İngiliz diplomatı ve Osmanlı tarihçisi Paul Rycaut’la tanıştırır sonra Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin maceralarına sürükler. Arkasından da doğuya yaptığı gezileriyle tanınan Fransız seyyahı Jean Baptiste Tavernier’in üç ciltlik seyahatnamesinin içine çekerdi.Biyografi de çalışırdı. Eleştiri yazarı Orhan Burian hakkındaki incelemesi su gibi içilir.

Zeki Arıkan tarihçinin verilerini teorileştirmesiyle pek ilgilenmezdi. Attilâ İlhan’ın ağır Osmanlıca kelimeler kullandığı tarihi yazılarından bazı bölümleri sınıfta okuyup İlhan’ın görüşlerinden soru ürettiğim anlarda soğuk soğuk bakışlarından ‘çıkıntılık’ yaptığımı düşündüğünü anlardım. Bilginin peşine düşmeyi, bulunca yorumsuz yansıtmayı severdi. Olgunun üzerinde ‘gevezelik’ yapmazdı. Buna rağmen Annales tarih yazıcılığı ekolünü, Marc Bloch ve Lucien Febvre’yi lisan eğitiminin ilk sınıfında ondan öğrenmiştik. Tuncer Baykara Hoca’nın tarihte usul dersinde pek üzerinde durmadığı, inceleme ve tarihe bakış yöntemlerini Arıkan Hoca’nın, merak tohumlarını itinayla serpiştirdiği derslerinde çıt çıkarmadan dinliyorduk. Derslerde bazen dikkatin en yoğun olduğu sırada bir anda sebebini çözemediğimiz bir şekilde, masanın üzerindeki çantalara kızarak ‘Kaldırın o siperleri’ diye bağırmasının da üzerinde pek durmazdık. O Zeki Hoca’ydı. Vardı bir bildiği...

Zeki Hoca yıllarca arşivde boynunu eğerek belge okuduğu için kambur gibi yaşadı. Sade ve mütevazı bir insandı. Cumhuriyet insanının tüm erdemlerini üzerinde taşırdı. Hayatının son döneminde kısmen felç oldu. Her öksürdüğünde “Acaba hangi arşivlerin tozunu yutmuştu” diye düşünürdüm. Prof. Dr. Zeki Arıkan önceki gün yaşamını yitirdi. Yanında bulunduğunuz her dakika çalışmayı düşündüğünüz Zeki Hoca şimdi insanı çalışmaktan alıkoyan ağır bir hüzün bıraktı... Onun eserlerini, ‘münevver hassasiyetini’ ve hakikate bağlılığını genç tarihçilere anlatmak şimdi Türk Tarih Kurumunun görevi…

Sonraki Haber