Asıl başlangıç düşünmektir
L. Wittgenstein ben bir yaşındayken 1951 yılında ölmüş. Ölümüne az kaldığını duyumsayınca "olağanüstü bir yaşamım oldu" demiş. Onun bu sözünü yıllar hem de yıllar sonra öğrendim.
Anlamaya çalıştım. Yazılan çizilen doğruydu: Yaşamını akıl, erdem, adalet, iyilik ve güzellik odağında esasa bağlamış bir insanın söyleyebileceği daha yetkin bir söz olamaz!
Bir şeyin, insanın, atın, böceğin, kuşun, ağacın, toprağın, bulutun, zamanın vb. ne olduğunu anlamak ardından tanımlamak daha sonra tanımlananın üzerinde düşünmek bunu başka insanlarla paylaşarak kapsamı geniş bir şekilde tartışmak düşünmenin işlem adımları olmuştur. Düşünerek sağlanabilecek tek erişim gerçeklik olabilir. Demek ki asıl başlangıç düşünmektir. Düşünme edimini yok sayan, genç beyinlere düşünme eyleminin olmadığı bir yaşamı belleten bir eğitim dizgesinin düşünen değil tüketen insanlar yetiştireceği kaçınılmaz bir sonuçtur.
Hasan Ali Yücel, Milli Eğitim Bakanımızın, Pazartesi Konuşmaları kitabının olağanüstü yaşamlar için bir yol gösterici olduğunu çoğu insan bilsin isterim. Hangi Milli Eğitim Bakanı eline alıp küreği, toprakta suyolu açmıştır? Aynı kişinin Mantık isimli bir başka kitabının olduğunu kaç kişi bilmek ister acaba? Cumhuriyet Eğitimi böyledir. İnsanın insan olarak varlığını doğrudan kavrayabileceği tek araç düşünmektir. Bütün bunları Felsefe Derslerinin kalktığı bir zamanda söylemek kimilerine acı verse de beni öfkelendiriyor. Hangi ağaç fidanların suyunu keser? Hangi toprak bağrına dikilen ağaçlara tutunurken onlar arasında seçtiklerine öncelik tanır? Ne böyle bir ağaç ne de böyle bir toprak vardır! Ancak bir ülkeyi işgale uğratırken yapmanız gereken en temel şeylerden biri o ülkenin insanları ile düşünme edimini karşılaştırmamak olur!
Uygarlığın beşiği diye öğretilen ülke neresidir, diye sorsam -işgale uğramış adalarımızı aşabilirsek- hazır edilmiş yanıtın eski Yunan olduğunu göreceğiz. Felsefe nerede başlamıştır diye sorsam yanıt gene öyle olacaktır. Felsefe dediğim gerçekliğe ulaşabilme adına düşünme ediminin yakıt olduğu insan hareketliliğidir. İnsan düşünmeye yaklaşık 150.000 yıl önce mağarasından dışarıya bakınca başladı; aynı olanlar ne ayrı olanlar ne, diye başladı. Her neyse... Felsefeden söz ediyordum. Felsefe M.Ö 5-6.yüzyılda başlamıştır. Tek bir yerde değil. Üç ayrı yerde! Çin, Hindistan ve eski Yunanistan! Bu üç ülkeden üç düşünürün yaşam sürdüğü tarihler şöyle; Konfüçyüs (M.Ö. 551-470) , Gautama Buda (M.Ö. 563-483) Pisagor (M.Ö 580-500) Sorun su üstünde taş kaydırmaca değil ama hesap kitaptan anlayan insan bu üç düşünürün doğum tarihlerine baktığında ilk sözlerin kimler tarafından ve ne zaman edildiğini hemen anlar. Uygarlığın beşiği diyerek sallayarak uyuttukları sizce kim oluyor dersiniz?
Bu üç düşünürün arasında kendini düşünür olarak değil bilgelik dostu diye tanımlayan Pisagor’dur. Hindistan’da ve Çin’de bilgelikten anlaşılan Yunanistan’daki ile aynı değildir. Gençliğinde prens olan Buda yaşamın amacının para ile ilişkisi olmadığını ayrımsayınca vazgeçebilmek adına yapılanın ona katacağı şeyleri düşünerek prenslikten vazgeçmiştir. Hindistan’da bilgelik dolu bir yaşam denince anlaşılan uyumlu toplumsal ilişkiler odağında yaşamaktır. Aydınlanmış diye dilimize çevirebileceğimiz sözcüğün Hint dilindeki karşılığı Buda’dır. Buda’nın düşünerek ayrımına vardığı bilgelik dolu gerçeklik düşünmek ve düşünerek değişmektir. Değişimin sürekliliği düşünme eyleminin sürekliliğine bağlıdır. Buda bunu eyleyen yani düşünerek değişebilen insanların yanılsamaları hemen göreceğini ve yaşamı toplum odağında hemen kavrayabileceğini göstermeye çalışmıştır. Sonuç, kendine böylesi emek vermiş insanların oluşturduğu toplumsal düzenin nasıl olabileceği sorusunun yanıtını bu yazıyı okuyan okurlarıma bırakıyorum.
Çin’de ise Konfüçyüs tıpkı Buda gibi düşünmeyi bir yaşam bilgisi uygulaması bağlamında ele almıştır. Onun ilgisi biraz daha farklılaşmış toplum ve politika odağında kalmayı yeğ tutmuştur. Doğru, adalet dolu bir yönetim; aile ve toplum değerlerinin korunması asıl ilgi alanları olmuştur. Uyumlu ilişkiler, önderlik, devlet adamlığı Konfüçyüs’ün irdelediği başlıklar arasındadır. Ona göre insan kendini sorgulamalı, dönüştürebilmeli ve erdem taşımalı. Yetmez, başka insanlar için esin kaynağı olabilmelidir. Buradan kalkarak devlet düzeni içinde yetişecek insanın temel nitelikleri belli olmaktadır. Nitelik olarak insanın aşkınlaşması iyi düzenlenmiş bir toplum demektir. Ona göre nitelikli insan güçlüdür. Güçlü insan zayıf yanlarını herkesten önce bilen insan ve zayıf yanına egemen olabilendir. Konfüçyüs’se göre felsefeden nasiplenmiş insan 9 düşünceye sahiptir: Baktığında görür, dinlediğinde anlar, sıcaktır, saygılıdır, doğrudur, çalışkandır, kuşkusunu sorarak giderir (nasıl soracağını bilir), kazancı görünce adaleti düşünür.
Bütün bunlar Prof. Dr. Ahmet Cevizci’nin Felsefe Tarihi isimli kitabından kısaca derlediklerim. Neden diye sormazsınız umarım. Asya Çağı derken Asya’da yenilerde boy vermiş düşünme ilkelerinden söz etmiyorum. Asya’da 3000 yıla yakın bir düşün geleneğinden söz ediyorum. Tarihin ruhuna bırakırsak kendimizi, elimizden tutarak nerelerde dolaştırır bizi bir bilseniz! İlkeleştirilmiş düşüncelerin yol açtığı devlet ve toplum denince anacağımız öncelikli ülkelerden birinin Çin olduğunu görürüz. Asya topraklarını süsleyen düşün ağaçlarından oluşmuş verimli ormanları görürüz. 3000 yıl önce tanımlanmış devlet adamlığı, önderliğin toplumu nereden nereye götürdüğünü görürüz. Batı mı Doğu mu diye yapay bir yeğ tutma davranışının yaratabileceği bulantının ben gibi herkes farkında. Ancak oryantalist diye bilinen batılının doğuluya küçümseyen bakışının neleri görmemize engel olduğunu anımsatmak isterim. İngiliz Kraliçesinin Çinliler afyon kullansın, uyuşsun diyerek dayatması ve bunun için savaş aracını kullanması boşuna değildir.
Bakın MagnaKarta’ya. Bakın Fransız, Rus, Türk devrimlerine. Bakın Mao’nun uzun yürüyüşüne. Düşünen insan dönüşen insandır. Dönüşen insan değişen ve değiştirendir. Fransız Devriminin düşünce savaşçıları, Sovyet Devrimi’nin insan adına gerçekleşen dikilişi, Mao’nun Uzun Yürüyüşü ve Türklerin erdem ve adalet rejimi Cumhuriyet için yedi düvelle kavgalaştığı Türk Kurtuluş Savaşı’nın gerisinde insan odaklı bir kavrayış ve bunun sonucunda gerçekleşecek toplumsal düzen arayışı vardır.
Asya’da yeni bir çağ başlamıyor. Tarihin ruhu bizi yeniden dersealdı! Öyle ya öğrendiklerimizi unuttuk. Öğrenmeyi bir kenara bıraktık. Şimdi yeniden dersliklere girdik. Düşünen insan, dönüşüm ve değişimin ötesinde üreten insandır. Tarih, yeniden öğretirken var olan bir çağı yeni şekliyle yeniden öğreniyoruz.
Olsun, okuldan atılmaktan iyidir!