Aşk için Paris mi Venedik mi?

‘Edebiyatın aykırı kulvarlarında hep akıntının tersine kürek çektim. Ana akım, eyyamcı bir yazınsallığı asla benimseyemediğim için hep kara civciv oldum’

Hikmet Temel Akarsu, romanları, öykü kitapları, deneme, inceleme, anı, çocuk kitapları, repertuvara alınmış oyunları, repertuvara alınmış radyo oyunları, kitaplaşmış oyunları, İngilizce yayınlanan kitaplarının yanı sıra, yazarın makaleleri, Varlık, Papirüs, Notos, Radikal Kitap, Gösteri, Cumhuriyet Kitap, Yasak Meyve, Radikal ve Posta, Roman Kahramanları, İmge Öykü, Pathos gibi gazete ve dergilerde yayımlandı.
Yazarın, İstanbul Dörtlüsü'nü oluşturan Kaybedenlerin Öyküsü, İngiliz, Küçük Şeytan, Media isimli eserlerinde, birey ve toplum arasındaki açmazı, bireyin kendi yerini bulma çabasını ve yitirişini işleyen bu seridir. Seride, Halit Ziya Uşaklıgil'den Oğuz Atay'a uzanan tutunamayanlar mitinin mirasını edebî genetiğe yaslanan bir yazgıyla devam ettirir. Mimari öğelere varana dek sinen yabancılaşma ve kimlik bunalımı, roman serisi içerisinde bir Doğu Batı çatışmasına dek uzanır.
Akarsu’nun Edebiyatta Mimarlık çalışması alanında fark yaratan bir eser. Mimar yazarın bir diğer çalışması da üçlü novelladan (kısa kitap) oluşur. Serinin daha önce yayımlanan; Symi'de Aşk, Sozopol’de Sonyaz ve yeni çıkan Elveda Venedik novella kitabını ve verimli bir yazar olmamanın sırrını konuştuk.

  • Siz, romanları, öykü kitapları, deneme, inceleme, anı, çocuk kitapları, repertuvara alınmış oyunları, repertuvara alınmış radyo oyunları, kitaplaşmış oyunları, İngilizce yayınlanan eserleri olan çok üretken bir yazar ve mimarsınız. Mimarlıktan edebiyata geçiş ve bu kadar üretkenliğinizi neye borçlusunuz?

Açık söylemek gerekirse mimarlıktan yazarlığa geçiş yok. Hep var olan yazarlıktı. Dönemin Türkiye’sindeki birçok gencin başına geldiği gibi merkezi yerleştirme ile öğrenci kabul eden ÖSS sınavında bahtıma önceliklerim arasında olmayan bir okul çıkıverdi: İTÜ Mimarlık Fakültesi. Doğrusu ilk baştaki şaşkınlığımın aksine severek ve dönemin İTÜ’sündeki özgür ortamdan beslenerek, zevkle mimarlık okudum. Fakat mezun olup da mesleğe girmeye çabaladığımda, mimarlık ve inşaat alanında toplumda neler olup bittiğine tanık oldum. Karakterimdeki yazarlık ruhu canlandı.
Mimarlık yapmak yerine birkaç mimarlık romanı yazdım ve bu disiplinin, başka birçok disiplin gibi ülkemizde nasıl bir çürüme içinde olduğunu roman sanatının olanakları ile vermeye çalıştım. Daha sonra bu gözlemci, irdeleyici, yorumcu ve eleştirel bakışımı yazınsallıkla birleştirerek edebiyat ortamlarında yol almaya başladım. Edebiyatın aykırı kulvarlarında hep akıntının tersine kürek çektim. Ana akım, eyyamcı bir yazınsallığı asla benimseyemediğim için hep kara civciv oldum. O yüzden işim daima zahmetli ilerledi ama daha sonra ayrıntısıyla vakıf oldum ki gerçek bir yazar olmanın yolu bu dikenli yollardan geçmekle mümkün olabiliyor.

MİMARLIK MÜZESİ

  • Elveda Venedik, mimar entelektüeller arasında geçen, İtalya'nın, Venedik, Bologna, Floransa, Cesena ve Rimini gibi mimari dokusu son derece etkileyici kentlerinde yaşanan aykırı bir aşk üçgenini anlatıyor. Aşkı anlatırken neden bir aşk üçgeni tercih ettiniz?

Belli bir yaşa geldiğinizde hayatın anlamını ve değerini başka türden derinliklerde aramaya başlıyorsunuz. Gençlikteki hırslar, telaşlar, gaileler bitiyor; sofistike tutkular onların yerini alıyor. Örneğin ben mimarlık sanatına üstten bakışı ve mimarlığa bakarak sanatsal haz duymayı, estetik tatmin ve yaşamsal anlam bulmayı bu yaşta öğrendim. Mimar akademisyenlerin arayış ve ilişkilerinde bu duygulardan izler buldum.
Onların tutku ve aşkları alelade aşklardan ve arayışlardan çok farklı ve sanatsallıkla yoğrulmuş. Üstelik tekdüze kalıplar içine sığmayan, farklı yaşam formları taşıyabiliyorlar. Buna dair bir yorum ve kurgu yapmaya kalktığınızda Venedik, Bologna, Rimini gibi büyük ilhamlara sahne olmuş, mimarlık müzesi denebilecek bu nevi tarihi mekânlardaki sıra dışı aşklardan daha ilgi çekici bir konu bulamazsınız. Kuşkusuz mekânlardaki sıra dışılığın ilişkilerde de yaşandığını yansıtmak gerekir o noktada. O yüzden de üçgenler, beşgenler gerekebilir...

  • Sıra dışı bir aşk üçgeninin içinde Bilhassa Bologna ve Venedik'in mimari yapısı hakkında estetik ve avangardizm ağırlıklı derinlemesine tasvirlere yer veriyorsunuz? Mimariyi bu kadar güçlü ve sinematik anlatmanızda mimar olmanız etkisi var mı? Ne dersiniz?

Kuşkusuz mimarlık eğitimi özgün bir bakış açısı kazandırır. Ancak bunu yazınsallıkta ifade edebilmek için köklü bir entelektüel birikime, yazarlık geçmişine ve tecrübesine ve kuvvetli bir mimar duygusuna sahip olmanız gerekir. Benim şansım yazınsallıktaki uzun geçmişim dolayısıyla bu özelliklere yakın olmamdandır.

PARİS POPÜLER, VENEDİK KLASİKTİR

  • Aşk denince akla hep Paris gelir. Siz neden Venedik’i seçtiniz?

Popüler kültürün aşk imgesi Paris’ten geçer. Aslında Venedik de Paris kadar popüler ve turistik bir kenttir. Ama tarihsellik ve sanatsallıkla birlikte ele alındığında her ikisinin de çok farklı ilhamlara kapı araladıkları görülür.
Paris, Flaubert, Balzac, Hugo, Stendhal’dır. İlişkiler ve yaşam formları ana akım, evcilleştirilmiş aykırılıkları içerir ve ortalamadır. Venedik ise Marco Polo, Shakespeare, Thomas Mann, Daphne du Maurier’dir. Paris lüks, şaşaa, eğlence, şansonlar, kankan, snobizm ve koketliktir. Venedik ise hüzün, kıstırılmışlık, melankoli, opera, arya, maske, gizem ve sıra dışılıktır. Paris, art-nouveau, empresyonizm, sürrealizm’dir.
Venedik ise klasiktir. Tahmin edilebileceği gibi klasisizm ve melankoli benim edebiyatıma daha yatkındır. Zaten “Elveda Venedik” novellasını yazmayı düşlerken en büyük dileğim Shakespeare’in Vendik’te geçen Romeo ve Juliette’i veya Thomas Mann’ın Venedik’te Ölüm’ü yanına onlar kadar içe işleyen, onlar kadar kısa ve özlü bir novella koyabilmekti. O yüzden ben de tıpkı onlar gibi Venedik hüznü, melankolisi ve sıra dışı ilişkileri üzerinden gittim.

  • “Mutluluk söz konusu olduğunda, alelâdeleşip sonra da bu nedenden dolayı kolay bir hayata sahip olmak belki ilk bakışta cazip ve akılcı gözükebilir.” diyorsunuz. Gözüktüğü gibi değil mi?

Değildir hiç kuşkusuz. Güvenceli, garantili ve ortalama bir hayata razı olduğunuzda çözümlü ve rahat “mış gibi” olabilirsiniz. Ama böylesi tekdüze bir hayata razı olmak insanı hayatın en sofistike hazlarından ve heyecanlarından mahrum eder. Uzun ve garantici yaşamak yerine hayatı sanatsallık çerçevesinde yaşamayı seçmek günümüz Türkiye’sinde henüz idrak edilmiş bir ikilem ya da seçim konusu değil. Belki de “Elveda Venedik” novellasındaki kahramanlar bununla uğraştıkları için ilginçlerdir.

‘Günümüzde “entelektüel” (?!) endüstriyel bir şekilde ana akım tarafından imal ediliyor. Hepsi birbirinin aynı. Devrim düşüncesinden anladıkları bile çok komik. Devrim düşüncesine en çok karşı olabilecek mahfillerin vazettiği edimlerle yola çıkıyorlar. Burada Stockholm Sendromu gibi bir durum söz konusu.’

ENTELLEKTÜLLER 20. YÜZYILIN GERİSİNE DÜŞTÜ

  • Kitabınız, günümüz entelektüelinin marjinal arayışlarını ve duygusal durumlarını da anlatan etkileyici bir novella… Entelektüellerin bu duygusal durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Günümüzdeki entelektüelin 20. yüzyıl entelektüelinin gerisine düştüğünü düşünüyorum. Geçen yüzyıl entelektüellerin büyük düşleri, idealleri, ütopyaları, devrim düşleri ve feragat projeleri vardı. Çoğu dünyayı sağaltmak için yaşamını feda etmeye hazırdı ve büyük aşklar yaşarlardı. Günümüzde “entelektüel” (?!) endüstriyel bir şekilde ana akım tarafından imal ediliyor. Hepsi birbirinin aynı. Devrim düşüncesinden anladıkları bile çok komik. Devrim düşüncesine en çok karşı olabilecek mahfillerin vazettiği edimlerle yola çıkıyorlar. Burada Stockholm Sendromu gibi bir durum söz konusu. Kendini rehin alan mahfiller gibi düşünmeye başlıyorlar bir süre sonra. Bana göre günümüz entelektüeli Stockholm Sendromu yaşamaktadır. Bu aslında son derecede romanesk, ileride yazmayı düşünebileceğim bir konudur. Benim novellamdaki entelektüeller öncelikle kendi yaşamlarında, aşk hayatlarında devrimi yapabilecek ruhsallıktalar. Yani geçen yüzyılın aykırı ve değerli entelektüellerine daha yakınlar.

DUYGUSAL YOLCULUKLAR

  • “Çünkü yaşadığı sürece anlatılamaz ve anlaşılamaz, adlandırılamaz ve akılcılıkla açıklanamaz tuhaf bir duygunun hedefi, tutsağı ve kurbanı olmuş; bundan dolayı mağdur, muğber ve malûl bir kişiliğim ben!” Ne güzel anlatmışsınız. Kitabın akıcılığını da anlatan bir cümle. Bütün bunları bir insan, kişiliğinde barındırabilir mi?

Aforizmik, büyük ve gürültülü sözler sarf etmeyi pek sevmem ve klişe üretmekten kaçınırım, ama şöyle diyeyim: “Yeterince derin duygulara sahip bir insanın yaşayamayacağı yücelik yoktur.”

  • Symi'de Aşk, Sozopol’de Sonyaz ve yeni çıkan Elveda Venedik novella kitaplarınızı üçlediniz. Neden üç kitap? Yoksa devam edecek mi?

Evet. Ediyor ve edecek. Elveda Venedik’ten sonra, Barcelona’da Bir Gece gelecek ve dörtlü bir novella serisi tamamlanmış olacak. Fakat arka planında mimari, sanatsallık ve estetik bulunan kentlerin ve egzotik yaşamların yer aldığı “nikbin” aşk öyküleri ve sıra dışı yaşam formlarının yer aldığı yirmi kadar uzun öykü için yayıncılarla görüşüyoruz.
Yazarlık serüvenimde her dönemde farklı bir yazınsal denemeyi tercih etmişimdir. Başarısız olmak riskini göze alıp edebiyatta yeni yaşamsal kesitler keşfetmeye hamle etmişimdir. İstanbul Dörtlüsü, Kayıp Kuşak, Ölümsüz Antikite, Teolojik Dörtlü böyle serüvenlerdi. Şimdi de arka planı özgün ve egzotik duygusal yolculuklar üzerinden gidiyorum.

Sonraki Haber