Aşkın ve hüznün şehri Agra...

Agra Hindistan’daki son durağımız. Babür İmparatorluğu’nun kalbi olan bu şehir aşkın sembolü Taç Mahal ile bütünleşmiş. Geçmişin ihtişamı ve aşkı gitmiş, bugüne damgasını vuran yoksulluk ve hüzün kalmış...

Ekber Şah, Hindistan’ın ikinci Kızıl Kale’sini 1565 yılında Agra’da yaptırmış. Kale 20 metre yüksekliğinde ve 2,5 km. uzunluğundaki kızıl duvarlarıyla çok heybetli! Kalenin etrafında çifte hendekler artık kurumuş ama bir zamanlar kalenin savunmasını birinci hendekteki timsahlarla ikinci hendekteki kaplanlar sağlıyormuş. Şimdi ortamın yeni sakinleri serbestçe koşturan maymunlar! Onlar da turistlerden aldıkları meyve ve fıstıklarla geçinip gidiyorlar. Kalenin içindeki saray dönemin tüm ihtişamını yansıtıyor. Sarayın hemen girişinde halkın talep ve şikayetlerinin dinlendiği Divan-ı Âm yer alıyor. Devlet yöneticilerinin toplantı yaptığı Divan-ı Kas ise sarayın diğer tarafında, manzarası muhteşem! Nadir Şah’ın savaş ganimeti olarak Delhi’den İran’a götürdüğü değerli taşlarla süslü ünlü tavus kuşu tahtı da bir zamanlar işte bu Divan-ı Kas’ı süslüyormuş.

Agra Şehri (internet)

KALEYE HAPSEDİLEN AŞIK

Ekber Şah’ın torunu Şah Cihan, 14’üncü çocuğunu doğururken ölen eşi Ercümend Banu Mümtaz Mahal’in kederiyle öyle sarsılmış ki imparatorluk işlerinden elini eteğini çekmiş. Yamuna Nehri kıyısında eşi için beyaz mermerden bir anıt mezar yaptırmaya başlamış. Kendisi için de nehrin öte yakasında kara mermerden bir anıt mezar yaptırmaya başlamış. Bu iki mezarı gümüş bir köprüyle sonsuza dek birbirine bağlayacakmış. Babasının tüm zamanını bu iki anıt mezarla geçirdiğini gören oğlu I. Alemgir Şah (Evrengzib) devlet işlerinin kötüye gittiği gerekçesiyle yönetimi ele geçirmiş, babasını da sarayın Taç Mahal’i gören bir köşesine hapsetmiş. Şah Cihan ölene kadar aşkının mezarını seyrederek yaşamış.

İNGİLİZLERİN SOYGUNU

Saray ayna mozaikler, değerli taşlarla süslü muhteşem bir yer. İşte İngilizler bu sarayın zenginliklerini de Hindistan’ı terk ederken vahşice talan etmişler. Sarayın tavanındaki değerli maden ve taşları sökmekle uğraşmamak için salonun ortasında ateş yakmışlar. Eriyerek damlayan altınları, değerli taşları yüklenip gitmişler. Salonun sadece küçük bir bölümü yangından kurtulmuş, herhalde Hindistan’daki binlerce tanrı insanlığın kulağına küpe olsun diye elbirliğiyle korumuş orayı. Sarayın bahçesindeki tek bir taştan oyularak yapılmış, yuvarlak, kocaman bir mermer havuz ve yine tek parça siyah mermerden yapılan taht da İngilizlerin talanından kurtulmuş. Hindistan’ın halen kaçırılan değerlerini geri almak için İngilizlere karşı hukuk mücadelesi verdiğini duyunca yüreğimiz serinliyor.

Agra Kalesi’nde İngilizlerin vahşi soygunundan kurtulan küçük bir bölüm

TAÇ MAHAL

Şah Cihan’ın karısı için yaptırdığı dillere destan Taç Mahal, devasa bir bahçe içerisinde yer alıyor, bir de camisi var. İnşaatı tam 22 yıl sürmüş ve 1652’de tamamlanmış. Mimar Sinan’ın talebelerinden Mehmet İsa Efendi ve Mehmet İsmail Efendi mimar olarak çalışmış. Hattat Serdar Efendi de nakkaş olarak anıtın etrafındaki kitabedeki Yasin suresini nakşetmiş. Anıt mezarın dört bir yanındaki minarelerin tabanları, bir depremde anıt mezarın üzerine yıkılmasın diye, daha geniş yapılmış. Müthiş bir simetriyle yapılmış, dünyanın bu alanda en mükemmel örneği olarak kabul ediliyor. Neredeyse tümüyle kakma mermerle bezenmiş Taç Mahal, altın ve değerli taşlarla donatılmış. Tabii bu zenginlik ve göz kamaştıran ihtişam da soygunlardan nasibini almış! İngilizler binlerce inciyle süslü som altından türbe örtüsünü, sayısız değerli taşı, halıları ve koca bir akik kapıyı da beraberlerinde götürüvermişler. Mümtaz Mahal’in sandukasını anıtın tam ortasına koydurmuş Şah Cihan. Şah Cihan öldükten sonra, oğlu tarafından Taç Mahal’e karısının sol yanına gömülmüş. Böylece Taç Mahal’in ünlü simetrisi bozulmuş hem de Şah Cihan’ın sandukasıyla! Bir gösteri alanı kadar kalabalık Taç Mahal’de soğuk mermerlerde yatarak serinleyen, piknik yapan Hintlilerin yanı sıra yeni evlileri de görüyoruz. Belli ki aşklarını pekiştirmek için gelmişler! Taç Mahal’de diğer kutsal mekanlar gibi ya çıplak ayakla geziliyor ya da galoşlarla. Yüzyıllardır aşkın simgesi bu mabedi arkamızda bırakarak Agra’nın 40 km. uzağındaki Fatehpur Sıkri’ye doğru yola çıkıyoruz.

Taç Mahal (internet)

HAYALET ŞEHİR

Yine ihtişam ve hüznün bir arada olduğu bir kale saraydayız. En büyük Babür Sultanı olarak kabul edilen Ekber Şah yaratmış burasını. Kırmızı renkli kum taşlarından yapılmış. Bütün dinlere saygı duyan Ekber Şah her bir dinin iyi yanlarıyla yeni bir düzen (din-i ilahi) kurmak istermiş hem de peygamberi olmayan bir düzen! İyi niyetinin göstergesi olarak Müslüman olmayanların ödediği vergileri kaldırmış, Hindulara devlet yönetimde önemli görevler vermiş, Cizvit papazları sarayına alıp İncil’i tercüme ettirmiş. Kendine de Hindu, Müslüman ve Hıristiyan üç eş almış, tabii 5000 civarında da cariyesi varmış. Hikâye bu ya Ekber Şah’ın çocuğu olmuyormuş, çölün ortasında bir çadırda yaşayan dönemin ünlü fakiri ve falcısı Şıh Selim’e danışmaya karar vermiş. Sufi olan Şıh Selim, 11 ay sonra bir oğlunun olacağı müjdesini vermiş Şah’a ama karşılığında da başkenti Agra’dan Fatehpur Sıkri’ye taşımasını istemiş. Ekber Şah hemen inşaatı başlatmış. Bu arada oğlu Şehzade Nuruddin Muhammed Selim (Şah Cihan’ın babası) doğmuş. 1569’da taşındıkları bu kale sarayın giriş kapısı Gucarat zaferini simgelemek üzere 54 metre yükseklikte yapılmış. Şehrin adı da zafer şehri olmuş. Ancak korkunç bir su kıtlığı nedeniyle zafer şehrinde sadece 14 yıl kaldıktan sonra kaleyi terk edip üçüncü Kızıl Kale’nin yapıldığı Lahore’a taşınmışlar. Türk-Moğol mimarisinin en çarpıcı örneklerinden olan Fatehpur Sıkri de hayalet şehre dönmüş. Kalenin her köşesinde Hindu, Hıristiyan ve Müslüman kültürünün izleri, heykeller ve tapınaklar göze çarpıyor, tek bir çivi çakılmadan yapılmış. Şıh Selim’in türbesi de burada. Çocuk isteyen kadınların dizlerinin üzerinde sürünerek türbeye geldiğini ve pencerelerine bez bağladığını görüyoruz.

Hayalet şehir

CARİYELERLE OYNANAN PAÇİSİ

Sarayın bahçesindeki kocaman bir alandaki mermer tahtına oturan Ekber Şah’ın cariyeleriyle bir oyun oynarmış. Paçisi! Oyunda dört ayrı renkteki elbiseleriyle dört takım oluşturan cariyeleri piyon gibi kullanırmış. Bu oyun halen Güneydoğu Anadolu’da peçiç adıyla özellikle kadınlar tarafından oynanıyor. Kızmabirader oyunun bir benzeri olan bu oyun İngiltere’ye ludo, Amerika’ya patchessi adıyla yayılmış. Azteklerdeki adı ise patolli. Sarayın çok büyük ve derin bir havuzu da var, yosundan ve ağaçlardan dökülen çiçek tozlarından yemyeşil. Civarın gençleri kendilerine birkaç kuruş para verip eğlenen turistlere gösteri yapmak için keyifle taklalar atarak dalıp çıkıyor havuza.

AGRA ŞEHRİ

Agra nakışçılığıyla ünlü bir şehir. Burada yapılan değerli taşlı, altın ve gümüş simli nakışlar imparatorların, şahların, racaların saraylarını ve elbiselerini süslermiş. Özel bir müzede nakış ustası Shams’ın inanılmaz boyutlarda ve güzellikteki değerli taşlarla süslü nakışlarını ve Mümtaz Mahal’e ait olduğu söylenen değerli takıları görüyoruz. Gördüğümüz tüm ihtişam yoksulluğu örtmeye yetmiyor! Bu şehirde de zenginin çok zengin, yoksulun da çok yoksul olduğu hemen anlaşılıyor. Özellikle sokaklardaki çocukların çokluğunu ve yoksulluğunu görmemek imkânsız. Üstelik rüşvet de çok yaygınmış. Sınırsız zenginlik ve rüşvet burada da el ele! Sokaklar çok kalabalık, çok renkli, çok çeşitli. Bisiklet taksiler, at arabası dolmuşlar, kısacık caddelerde dahi korna çalarak ilerleyen araçlar kadar sokak satıcıları, köşe başlarında bekleşen insanlar ve çöplüklerde yiyecek arayan hayvanlar ilginç. Müthiş bir erkek kalabalığı var. Tabii rengarenk giysileriyle kadınları da görüyoruz, amelelik yapan, küçük gruplar halinde tapınaklarda, çarşılarda dolaşan kadınları. Bir yerde hararetli konuşmalar yapıldığını görüyoruz. Yerlerde öbek öbek metal güğümler var. Daha ne oluyor diye anlamaya çalışırken geleneksel Hindu kıyafetli birinin sağ kolunun gömleğini sıvayarak parmak uçlarını birleştirdiğini ve kolunu dirseğine kadar güğüme sokuverdiğini görüyoruz. Kolunu geri geçip parmaklarının ucundan damlayan beyaz sıvıyı dikkatle incelemesi dikkatimizi çekiyor. Meğerse süt üreticileri sütlerini güğümlerde getirir, alıcı da parmaklarını güğüme batırarak sütün yağ oranını doğal bir biçimde kontrol edermiş. Süt katışıksız ve yağlıysa damla damla inermiş. Yaşadıkça, gezdikçe öğreniyoruz!

Sonraki Haber