Aslı Baykal ve Atatürk'ün ders gibi uyarısı

Tam bağımsızlık, Mustafa Kemal’in de yaptığı gibi esas düşmanı ve birleşilecek dostları belirleyen akıllı bir mücadeleyle kazanılabilir. Tam bağımsızlık yoksa kalkınma, refah sözde kalır. Ekonomik sorunlar da devam eder gider

Deniz Baykal’ın kızı Aslı Baykal, CHP’nin son dönemde izlediği politikalara ilişkin olarak yaptığı açıklamada, Atatürk'ün ünlü uyarısına yer verdi: “Hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin?”

Mustafa Kemal’in bu sözü mazlum milletler için tarihten damıtılmış, hayati bir derstir. Bu dersin bedeli ne yazık ki pek çok acıyla ve kanla ödenmiştir. Bir ülke esas olarak kendi gücüne, potansiyeline dayanak millet olarak var olabilir ve kalkınabilir.

Prof. Dr. Aslı Baykal, “Türkiye siyasal haritası artık milli ve gayrimilli olarak ayrışıyor. Ben elbette milli saftayım.” diyor. Onun son günlerde yaptığı açıklamalar bir birini bütünlüyor. Aslı Baykal’ın duruşunu netleştiriyor. O, zaten gayri milli bir pozisyona geldiği için CHP’den istifa etmişti. Aslı Baykal, sanırım kör gözleri açmak için yakın tarihimize de bir gönderme yapıyor: "Kılıçdaroğlu, seçime ABD’li danışman Jeremy Rifkin ile gidiyor. Kazayla kazanırsa, seçimden sonra kapitülasyonları da ilan eder." Bu söz bence bir abartı değil. Yapılan tam da budur.

Benim bu yazıda yanıtını aradığım soru şu: Mustafa Kemal, bu uyarıyı hangi bağlamda, ne zaman yaptı?

GİZLİ OTURUMDAKİ KONUŞMASI

Mustafa Kemal, TBMM’nin 6 Mart 1922 tarihli gizli oturumunda, Türkiye neden gerilemişti sorununu irdeleyen önemli bir konuşma yapıyor:

“Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve uygarlaşmasına karşılık Türkiye tersine gerilemiş ve sükut vadisinde yuvarlana durmuştur.

Türkiye’yi imhaya girişenler, Türkiye’nin imhasında çıkar ve hayat görenler münferit kalmaktan çıkmışlar, beyinlerindeki çıkarları paylaşarak birleşmiş ve ittifak etmişlerdir. (…) Türkiye’yi ıslah etmek, Türkiye’yi uygarlaştırmak gibi birtakım bahanelerle Türkiye’nin iç yönetimine işlemiş ve nüfuz etmişlerdir. Böyle elverişli bir zemin hazırlamak kudretini, kuvvetini elde etmişlerdir.

“Hâlbuki efendiler; bu kudret ve nüfuz Türkiye ve Türkiye halkının mevcut olan gelişme cevherine zehirli ve yakıcı bir mayi ilave etmiştir. Bunun etkisi altında kalarak milletin ve özellikle yöneticilerin zihinleri tamamen bozulmuştur.  Artık durumu düzeltmek için, hayat bulmak için, insan olmak için, mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım zihniyetler ortaya çıktı. Hâlbuki hangi istiklal vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir. Tarihte, böyle bir olay kaydetmek teşebbüsünde bulunanlar zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır.”

Atatürk, açıkça Türkiye’nin (Osmanlı’nın) gelişme cevherinin Avrupa emperyalistlerince engellendiğini ve geriletilerek sükut vadisine yuvarlandığını açıklıyor. Konuşmasına devam eden Atatürk, bu gerileyişin, yozlaşmanın yalnızca maddi olmadığını vurguluyor. İnsanların özellikle de aydınların zihinlerinin karartıldığını, ahlaken yozlaştırıldığını ve bu durumun çok daha tehlikeli olduğunu belirtiyor:

“Efendiler! Bu sükut, bu alçalış yalnız maddiyatta olsaydı hiçbir önemi yoktu. Ne yazık ki Türkiye ve Türkiye halkı ahlak bakımından da sükut ediyor (Bravo sesleri). Bu durum incelenirse görülür ki, Türkiye kendi maneviyatıyla başlayan ve Batı maneviyatıyla sona erdirilen bir yol üzerinde bulunuyordu. Batı ve Doğu’nun birleştiği yerde bulunduğumuz,  Batı’ya yaklaştığımızı zannettiğimiz takdirde, asıl mayamız olan Doğu maneviyatından tamamıyla soyutlanıyoruz. Hiç şüphesizdir ki bundan, bu büyük memleketi, bu milleti, çöküntü ve yok olma çıkmazına itmekten başka bir sonuç beklenemez.”

“Efendiler; bu sükûtun çıkış noktası korkuyla, acizlikle başlamıştır. (…) Memleketin ve milletin çıkarlarının gerektiğini yapmakta korkak ve mütereddit idiler. Türkiye’nin fikir adamları, adeta kendi kendilerine hakaret ediyorlardı. Diyorlardı ki ‘Biz adam değiliz ve olamayız.’ ‘Kendi kendimize adam olmamıza ihtimal yoktur.’ Biz, kayıtsız şartsız canımızı, tarihimizi, mevcudiyetimizi düşman olan ve düşman olduğundan hiç şüphe edilmeyen Avrupalılara bırakmak istiyorlardı. ‘Onlar bizi idare etsin’ diyorlardı.”

Prof. Dr. Aslı Baykal, “Türkiye siyasal haritası artık milli ve gayrimilli olarak ayrışıyor. Ben elbette milli saftayım” diyor.

AKILLI MÜCADELE

Atatürk’ün ısrarla vurguladığı ilkedir, “Ya istiklal ya ölüm…” Tam bağımsızlık yoksa uşak olmaktansa ölüm daha iyidir. Üstelik dünyanın içinde bulunduğu altüst olma koşulları, 100 yıl öncekine benzerdir. Yani tam bağımsız politikalar uygulamaya uygundur. Amerika’nın dünyaya egemen olma iddiası artık bir hayaldir. Mazlum milletlerin Rusya ve Çin’le ilişkileri her gün güçleniyor. Bu iki devlet arasındaki dostluk da öyle… 

Tam bağımsızlık, Mustafa Kemal’in de yaptığı gibi esas düşmanı ve birleşilecek dostları belirleyen akıllı bir mücadeleyle kazanılabilir. Tam bağımsızlık yoksa kalkınma, refah sözde kalır. Ekonomik sorunlar da devam eder gider.

Atatürk’ün yukardaki seslenişinde dikkat çektiği bir gerçek de, “Asıl mayamız olan Doğu maneviyatından tamamıyla” soyutlanmanın memleketimizin, milletimizin yararına olmadığı tarihi gerçeğidir. Evet, kendi gücümüze güvenmeli, dayanmalıyız. Ama bu yeterli değil. Kendi aklımızla hareket ettiğimiz sürece dostlardan zarar gelmez. Yeter ki ortak yarar anlayışıyla hareket edelim. Hangi devlet bize düşmanlık yapıyor, hangi devlet bize dost, bunu görelim.

Mustafa Kemal’in de yaptığı gibi güçlü düşmana karşı aynı düşmanla dişe diş mücadele eden aynı mayadan geldiğimiz, bize ve tüm mazlum milletlere dostça davranan Rusya ve Çin gibi devletlerle ve komşularımızla dostluğumuzu güçlendirelim. Atatürkçülüğün gereği bence bugün budur… 

Kaynak: Sadi Borak, Atatürk’ün Gizli Oturumlardaki Konuşmaları, Kaynak Yayınları, İstanbul, 3. Basım, 1997, s. 229, 231.

Sonraki Haber