Asya Çağı'nın müjdesi: Ekolojik Uygarlık
Türkiye ve Çin başta olmak üzere gelişen dünyanın seçkin akademisyen, araştırmacı ve yazarlarının buluştuğu, İngilizce ve Türkçe birlikte yayınlanan uluslararası yarı akademik Kuşak ve Yol Girişimi Dergisi’nin (BRIQ) 7. sayısı çıktı.
“Asya Çağı'nın Müjdesi: Ekolojik Uygarlık” başlığıyla okuyucusuyla buluşan derginin son sayısında insanlığın ortak geleceğini tehdit eden iklim değişikliği sorununa yönelik dünyadaki ekonomik büyümenin motoru olan Asya’nın çözümüne mercek tutuldu.
İKİ YÜZLÜ EMPERYALİST PROPAGANDA
İstinye Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden Doç. Dr. Efe Can Gürcan, kaleme aldığı “Çin'in Çevre Politikalarının Ekolojik Uygarlığa Doğru Evrimi” başlıklı makalesinde, Çin'in karşı karşıya kaldığı çevresel sorunları inceledikten sonra ekolojik emperyalizme dikkat çekiyor: “Kendi varlığını 16. yüzyılın coğrafi keşifleri ve büyük bir insani ve çevresel yıkım pahasına yer altı zenginliklerinin yağmalamasıyla küreselleştiren Batı kapitalizmi, Sanayi Devrimleri ile çevrenin yağmasını başka bir boyuta taşımıştır. 20. ve 21. yüzyıllarda yaşanan dünya ve bölge ölçeğindeki büyük savaşlar, çevresel felaketlerin daha da küreselleşmesini doğurmuştur. 1970’li yıllardan itibaren ise ABD’nin önderliğinde benimsenen neoliberal politikalar üzerinden gelişmekte olan dünyadaki ucuz emek ve denetimsizlik olanaklarını sömürmeye başlayan emperyalizm, üretim merkezinin Asya’ya kaydırılmasını sağlamıştır. Ancak ne zaman ki Çin, ucuz emek avantajını milli devletin güçlenmesi ve halkın refahının artırılması yolunda dönüştürüp emperyalist metropollerin ekonomik hegemonyasına gölge düşürmeye başlamış; işte o zaman Çin’e karşı Batı merkezlerinden çevreci ve iki yüzlü bir emperyalist propaganda kampanyası devreye sokulmuştur. Bu ekolojik-emperyalist propagandaya göre, Batı metropolleri insani ve çevresel değerlerin baş savunucusuyken Çin ise, dünyadaki çevresel felaketlerin baş sorumlusudur ve bu konuda hiçbir şey yapmamaktadır.”
ÇİN İÇİN BEKA SORUNU
Çin’in çevre politikalarına ekolojik emperyalizmin önyargılarının ötesinde alternatif ve dengeli bir bakış sunma amacıyla kaleme alınan makalede Gürcan, Çin'in hızlı kalkınma başarısının yarattığı çevresel sorunların ciddiyetinin farkına vardığını ve özellikle 2012 yılını takip eden Xi Jinping döneminde çevre sorununa daha sistemli bir yaklaşım geliştirildiğini anlatıyor: “Jinping döneminde çevre sorununun Çin devleti açısından gerçek bir 'beka sorunu' olarak algılanmaya başlandığı anlaşılmalıdır. Bu nedenle, çevre sorunu Çin’in resmi milli güvenlik stratejisinde ayrıcalıklı bir yer işgal etmeye başlamıştır.”
Çevre sorununa sistemli bir yaklaşım getirerek “ekolojik uygarlık” önerisini “ekolojik emperyalizmin” karşısına diken Çin'in ekolojik uygarlık inşasının henüz başında olduğunu ve kat etmesi gereken daha uzun bir yolu bulunduğunu belirten Gürcan, Çin’in dünyaya örnek olan sürdürülebilir tarım, eko-kentler ve yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım stratejilerine mercek tutuyor: “Örneğin, gelişmekte olan lider ülkeleri temsilen BRICS ve emperyalist sistemin lideri ABD’nin 2010-2020 dönemindeki Çevresel Performans Endeks puanları birlikte incelendiğinde, Çin’in bu ülkeler içerisinde Güney Afrika’dan sonra en fazla yükseliş performansına sahip olduğu hemen göze çarpmaktadır. Çin, aynı zamanda kişi başına düşen karbondioksit salımlarında ABD, Rusya ve Güney Afrika’yı geride bırakmıştır.
“Dahası Çin, yeşil finans alanında dünya lideri haline gelmiştir ve gelişmekte olan ülkeler Çin’in yeşil finans pratiklerinden önemli dersler çıkaracaktır. Yeşil kentleşme ve eko-kent hareketi de, Çin’in ekolojik uygarlık inşası yolunda ortaya koyduğu önemli başarılar arasında yer almaktadır. Çin, sürdürülebilir mimari alanında, LEED sıralamasından da anlaşıldığı üzere dünyada Kanada’dan sonra en güçlü ülke olarak sivrilmiştir. Dünyadaki eko-kentlerin %43’ünden fazlasının Çin’de olduğu düşünüldüğünde, Çin’in küresel eko-kent hareketi içinde de liderlik pozisyonuna kavuştuğu anlaşılmaktadır. Çin kentleri, dünyanın en kirli kentleri sıralamasında ilk sıradaki yerlerini Hindistan ve Pakistan gibi ülkelere bırakmaya başlamıştır. Ayrıca bu kentlerden bazıları, dünyanın en büyük kanalizasyon arıtma sistemine sahip kentleri olarak parmakla gösterilmektedir. Yeşil kentleşme olgusu ile ilgili bir diğer önemli husus da Çin’in dünyanın en büyük elektrikli araba ve bisiklet pazarı haline gelmesidir. Tabii, toplu taşımacılıkta da benzer bir başarı söz konusudur. Pekin ve Şanghay gibi kentler dünyanın en uzun metro sistemine sahip şehirleri olarak kendilerinden söz ettirmeye başlamıştır. Yeşil toplu taşımacılıkta dünya lideri haline gelen Çin, aynı zamanda dünyanın elektrikli otobüs üretim ve tüketiminin merkezi olarak sivrilmiştir.
GELİŞMEKTE OLAN DÜNYA İLE İŞBİRLİĞİ
“Ekolojik uygarlık inşası yolundaki Çin, kentsel yeşil devrimini sürdürülebilir enerji ve yeşil tarım devrimleriyle tamamlamıştır. 2013 yılından itibaren Çin’in toplam enerji tüketiminde kömürün payını büyük çabalarla gözle görülür şekilde düşürmesi ile toplam enerji tüketiminde yenilenebilir kaynakların ağırlığının artması, sürdürülebilir enerji devriminin sadece bir parçasıdır. Bununla birlikte Çin, temiz enerjiye en fazla yatırım gerçekleştiren ülke olarak isminden söz ettirmeye başlamıştır. Bugün Çin, dünyanın en büyük rüzgâr, güneş ve hidroelektrik sistemine sahip durumdadır. Yeşil tarım devrimi ile ilgili olarak ise, eko-köylerin yayılmasına ek olarak, 2005-2018 döneminde Çin’in organik tarımsal arazilerinde yaşanan gözle görülür artıştan bahsedilmelidir. Çin, sadece benimsediği yeşil ürün standartları ve sertifikalı organik tarım arazilerindeki artışlar ile öne çıkmamaktadır. Aynı zamanda, Avustralya ve Arjantin’i takiben dünyanın en geniş organik tarım yapılan tarımsal arazisine sahip olarak yeşil tarımın dünya liderleri arasına girmiştir.”
Çin’in ekolojik uygarlık inşası konusunda sergilediği güçlü iradenin yanısıra gelişmekte olan dünyaya yol gösterici birtakım tarihi kazanımlar da elde ettiğini ifade eden Gürcan, şunları kaydediyor: “Çin, ekolojik uygarlık inşası yolunda elde ettiği kazanımları daha da ilerletmek ve diğer gelişmekte olan ülkeler ile paylaşmak için ASEAN ve Yeşil İpek Yolu gibi mecralarda başı çekmekte, böylelikle uluslararası çevresel işbirliğinin ilerlemesine önemli katkılar sunmaktadır. Bütün bu kazanım ve katkıların sürdürülüp tutarlı bir şekilde eksiklerinin giderilmesi ve farklı alanlara doğru genişletilmesi, emperyalizmin baskısı altında Xi Jinping döneminin ve onu takip eden yönetimlerin gelecekteki uygulamalarına bağlıdır.”
TÜRKİYE'NİN AMACI SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA
İstinye Üniversitesi akademisyenlerinden Pınar Gökçin Özuyar, Efe Can Gürcan ve Esra Bayhantopçu'nun birlikte kaleme aldığı “Türkiye'nin Güncel İklim Değişikliği Stratejisinin Ana Yönelimi” başlıklı makalede ise, Türkiye’nin iklim değişimi sorununa yaklaşımı bütünsel bir perspektiften inceleniyor. Bu kapsamda Stratejik Planlar ve 5 Yıllık Kalkınma Planları ile iklim değişimi ile ilgili stratejiler, eylem planları ve temel raporlar ele alınıyor: “Türkiye’nin iklim değişimi yaklaşımını, esas olarak, ekonomik ve sosyal kalkınmayı sürdürülebilir bir çerçeveye oturtma misyonunun şekillendirildiği, iklim değişimine karşı mücadelenin bütün SKA’lar ile eşgüdümlü çalışmalar yürütülmesi yoluyla başarıya ulaşabileceği anlayışının geliştirildiği görülmektedir. İnceleme altına alınan belgeler, aynı zamanda kamusal çabaların özel sektör ve sivil toplum işbirliği ile ilerletilebileceğine yönelik bir bilinci yansıtmaktadır. Yine Türkiye’nin, çevre ve gelecek nesiller arasındaki bağın 'yeşil büyüme' yolunda güçlendirilmesi gereğini kavramış olduğu görülmektedir. Ancak bu yolda, kamu kuruluşları arasında eşgüdümün ilerletilmesi ile kurumsal, finansal ve teknik kapasitenin yükseltilmesinin esas olduğu saptanmıştır.”
YENİLENEBİLİR ENERJİDE SOMUT KAZANIMLAR
“Gerçekçi olmak gerekirse, Türkiye’nin, yukarıda ele alınan resmî belgelerde yer alan birçok hedefi tam olarak uygulamaya koyacak duruma gelmesi oldukça zaman alacaktır. Bu noktada, daha iklim değişimine gelmeden, Türkiye’nin çevresel koruma ile ilgili zayıf performansı da hatırlanmalıdır. Bununla birlikte, Türkiye’nin iklim stratejisinin belkemiğini oluşturan enerji strateji ve planlarının somut kazanımlar sağladığı anlaşılmaktadır. Özellikle Türkiye; rüzgâr, güneş ve hidroelektrik enerjisi üretiminde adeta bir devrim yaşamıştır. Rüzgâr enerjisi üretimi, 1998 yılında 0.01 terawatt’ten (saatte) 2019 yılında 21.7 terawatt’a (saatte) çıkmıştır. Bu artış da %216’dan fazla bir orana tekabül etmektedir (Şekil 5). Böylelikle, Türkiye rüzgâr enerjisi kapasitesi ve ekipman üretiminde dünyada ilk on ülke arasında yer almaktadır. Rüzgâr enerjisi ekipmanının altı kıtada 44 farklı ülkeye ihracatından elde edilen gelirler, Türkiye’de bu sektörün gelirlerinin %70’ini sağlamaktadır. Güneş enerjisi üretimindeki artış ise, 2010-2019 döneminde 0’dan 10.92 terawatt’e (saatte) çıkmıştır. Bu artış oranı, yılda ortalama % 236 olarak hesaplanmıştır. Bu bağlamda, Türkiye’nin güneş enerjisi ile su ısıtma kapasitesinde Çin ve Amerika Birleşik Devletleri’nden (ABD) sonra üçüncü sırada yer almaktadır. Hidroelektrik üretimi ise, yıllık ortalama %9.88 artış oranıyla 1970 yılında 3.3 terawatt’tan (saatte) 2019 yılında 89.16 terawatt’a (saatte) yükselmiştir. Bu şekilde Türkiye, hidroleketrik güç üretiminde Avrupa ülkeleri arasında ikinci, dünya ülkeleri arasında ise 9 sıraya yükselmiştir. Türkiye’nin bütün bu başarılarında, yukarı da bahsi geçen Ar-Ge ve teknoloji desteklerinin payı büyük olmuştur.”
YEŞİL İPEK YOLU
Elektrik Mühendisi Salih Ertan tarafından kaleme alınan “Ekolojik Uygarlıkta Enerji-Çevre Kesişimi” başlıklı makale ise biyokütleden elektrik, ısı ve biyoyakıt üretiminin, eko-uygarlık çağında önemli bir bileşen olduğunun altı çiziliyor. Tarlada akaryakıt üretimi ve bu üretimin yapıldığı alandaki Ağaç Altı Ziraat uygulamasının, “Negatif Karbon Salımı” hedefine yönelik İklim Değişikliği olgusu ile mücadelenin etkili bir aracı olduğu belirtiliyor. Bunun yanı sıra, söz konusu uygulamanın aynı zamanda bir “Kırsal Kalkınma Modeli” oluşturduğuna değiniliyor.
Bu tür uygulamaların, kapsayıcı ve genel bir kavram olarak, Agropark terimiyle adlandırılması gerektiğine dikkat çeken Salih, şunları kaydediyor: “Akdeniz Havzası ve özel olarak da Türkiye’nin Ege Bölgesi’nden başlatılacak olan Agropark projelerinin, olası en kısa zaman zarfında, 'Orta Koridor' üzerinden Pasifik Havzası’na ulaşmasıyla; kara, deniz ve demiryollarına ilaveten, 'Yeşil Kuşak – Yeşil İpek Yolu' da oluşturulmuş olacaktır. Yeşil İpek Yolu, eko-uygarlığın bütünleyici ve olmazsa olmaz bir parçası olarak değerlendirilmektedir. Ege kıyılarında, Yeni İpek Yolu’nun Batı kapısında başlatılacak pilot ve yol gösterici uygulamaların çoğalarak, 'Orta Koridor' boyunca, Pasifik Havzası’na ulaşarak Yeşil İpek Yolu’nu oluşturması, eko-uygarlığın kurulmasında bir araç, önemli bir hedef olarak benimsenmelidir.”
PANDEMİ İLE BİNA İLİŞKİSİ
OSTİM Teknik Üniversitesi'nden Prof. Dr. Birol Kılkış'ın kaleme aldığı “İklim Acil Durumu, Pandemi ve Binalar Arasındaki İlişki: Kovid-19’un Artık Bir Aşısı Var Ancak İklim Acil Durumunun Yok” başlıklı makalede Kovid-19 vakaları ile CO2 derişiklikleri arasındaki ilk matematiksel bağıntı geliştiriliyor. Yazar, çalışmanın iddialı bir araştırma planının ilk adımı olduğuna dikkat çekiyor. Böyle bir çalışmaya neden ihtiyaç duyulduğunu da şöyle açıklıyor: “Hava koşullarıyla ilişkili ölümler ve hastalıklar, daha sık görülen aşırı iklim olayları nedeniyle daha da artabilir. Birbirini izleyen çok sıcak gün sayısındaki artış, doğrudan akut sağlık problemi olan kişileri, özellikle yaşlı; kardiyovasküler ve solunumla ilgili rahatsızlıkları olan kişileri etkiler. İklim değişikliğine bağlı olarak artacak sel riski, bulaşıcı hastalıkların yayılma risklerini ve bölgeselliğini de değiştirecektir. Bulaşıcı ve/veya yeni tür hastalığa neden olan mikroorganizmaların veya vektörlerin çevreye girmesi ve beklenen küresel ısınmaya karşı yeni yaşam ortamları bulur. Ayrıca iklim değişikliğinden dolayı zoonozlar gibi böcekler tarafından taşınan ciddi bulaşıcı hastalıkların yayılması olasıdır.”