Asya Çağı’nın yükselişi: Trump ve çöken emperyalizm

ABD, Trump ile geleneksel ‘kurallara dayalı uluslararası düzen’ söyleminden uzaklaşarak daha korumacı ve içe dönük bir strateji benimseyecektir. Bu, ABD açısından ‘küresel daralma stratejisi’ olarak nitelendirilebilir.

Donald Trump’ın yeniden seçilmesi, ABD’nin mevcut hegemonyasının güçsüzlüğünü ve uluslararası düzende radikal bir kırılmayı gözler önüne seriyor.

Donald Trump’ın yeniden seçilmesi, ABD’nin mevcut hegemonyasının güçsüzlüğünü ve uluslararası düzende radikal bir kırılmayı gözler önüne seriyor. ABD’nin küresel hegemonyası, son yirmi yılda yaşadığı siyasi, ekonomik ve askeri kriz ve yenilgilerle birlikte ciddi şekilde sarsıldı. Küresel üstünlüğünü kaybetmeye başlayan ABD, Trump ile geleneksel “kurallara dayalı uluslararası düzen” söyleminden uzaklaşarak daha korumacı ve içe dönük bir strateji benimseyecektir. Bu, ABD açısından “küresel daralma stratejisi” olarak nitelendirilebilir. Artık söz konusu olan ABD’nin küresel arenada genişlemeye yönelik eski stratejisinden ziyade, iç kaynaklarını koruma, artırma ve gücünü belirli jeopolitik odaklarda yoğunlaştırma çabasıdır.

DÜNYA ASKERİ GÜCÜ TERSİNE DÖNDÜ

Elbette bunun olmasında baş etken, dünya halklarının ve gelişen ülkelerin antiemperyalist mücadelelerde kazandığı başarılardır. Zayıf görünen, güçlü görüneni yendi ve yeniyor. Ezilen halklar, ABD emperyalizmi ve piyonlarını topraklarından kovdu ve kovuyor. 20 yıllık işgalde afyon bağımlısı yapılmaya çalışılan ve katır sürmekle alay edilen Taliban ve Afgan halkı, tepeden tırnağa son derece modern ekipmanlarla silahlandırılmış 500 bin işgalci Amerikan askerini ve onların kukla-işbirlikçi yerel güçlerini mağlup etti ve emperyalistlerin egemenlik arzusunu “imparatorluklar mezarlığına” gömdü. Ayağında terliklerle direnen Yemenli Husiler, Kızıldeniz’i emperyalist donanmalara dar etti. Yalnızca küçük intihar saldırıları yapabilen bir örgüt olarak küçümsenen Hamas da emperyalizmin Batı Asya’daki ileri karakolu Siyonist İsrail’in yenilmezliği efsanesini yerle bir etti. Yüzlerce yıldır sömürülen ve aşağılanan onurlu Afrika halkı, özellikle Batı Afrika’da Fransız ve Amerikan sömürgeci güçlerini ülkelerinden söküp atmaya başladı. Bütün bu olguların bize gösterdiği gerçek şudur: ABD’nin emperyalist politikaları özellikle askeri olarak işgale giriştiği yerlerde tam bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır ve emperyalizmin askeri üstünlüğü ciddi şekilde azalmıştır. Yani emperyalist ordular artık dünya halklarını korkutamıyor, tersine emperyalist güçler dünya halklarının ve ezilen devletlerin mücadelesinden korkuyor. ABD emperyalizminin dünya ölçeğinde askeri, ticari ve siyasi olarak gerilemesi, nihayet ABD’nin iç dinamiklerinde, ABD egemen sınıfları içerisinde ciddi çatışmalar yaratmıştır. Trump’ın ikinci kez seçilmesi de bundandır. Çünkü ABD’nin küresel hegemonya mücadelesinde yaşadığı sıkıntılar derinleşmiştir. ABD içerisindeki hâkim sınıflar arasındaki çelişkiler ciddi çatışmaya dönüşmüştür ve bu devam edecektir. Trump’a yönelik davalar (ABD tarihinde ilk kez hüküm giymiş biri başkan seçiliyor), yakın geçmişte karşı karşıya kaldığı suikast girişimleri ve bu yıl başında Teksas Valisi başta olmak üzere 15 Amerikan eyalet valisinin merkezi hükümete karşı isyan etmesi, Amerikan siyasetindeki iç çatışmaların boyutunu ortaya koymuştur. Bu çelişkiler, ABD’nin hem iç hem de dış politikadaki zayıflıklarını derinleştiren faktörler olarak karşımıza çıkmaktadır.

20 yıllık işgalde afyon bağımlısı yapılmaya çalışılan ve katır sürmekle alay edilen Taliban ve Afgan halkı, tepeden tırnağa son derece modern ekipmanlarla silahlandırılmış 500 bin işgalci Amerikan askerini ve onların kukla-işbirlikçi yerel güçlerini mağlup etti ve emperyalistlerin egemenlik arzusunu “imparatorluklar mezarlığına” gömdü.

ABD MERKEZLİ ULUSLARARASI DÜZENİN YIKILIŞI

Sonuç olarak ABD, tek kutuplu dünya düzenini sürdürme çabasından zorunlu olarak vazgeçmektedir. Bu, ABD açısından “içe odaklanalım, ekonomimizi ve askeri kapasitemizi düzeltelim sonra tekrar dünya hakimiyetine odaklanırız” diye geçiştirilebilecek düzeyde değildir. ABD evet bugün, 1950’lerden beri kurduğu uluslararası düzenin avantajıyla hâlâ elinde askeri, siyasi ve ekonomik olarak çok boyutlu güç bulundursa da artık gerileyen bir kuvvettir. Kurduğu uluslararası düzen çatırdamaktadır. Kültürel emperyalizmi de ABD başta olmak üzere Batı’nın “üstün” olduğu tezini sürdürecek kuvvetten ve nesnel gerçeklikten yoksundur. ABD, 2000’li yıllarda Afganistan, Irak, Libya ve Suriye gibi ülkelere karşı doğrudan veya dolaylı olarak başlattığı savaşların çoğundan hezimetle ayrılmıştır. Orta Asya’da iktidar yaratacak kuvvetlerden yoksundur. Güneydoğu Asya’da Avustralya, Filipinler ve Hindistan üzerinden Çin’i çevrelemeye yönelik stratejisi ise başarıdan uzaktır. Ukrayna’da ise bataklığa saplanmıştır. Buna Rusya ve Çin’in askeri ve ekonomik gücünü eklediğimizde tablo net olarak ortaya çıkmaktadır. Ayrıca gidişat, “orta güç” (middle-power) kapasitesinde ülkeler olarak nitelendirilen ve bölgesel olarak lider roller oynayan Türkiye, Endonezya, Vietnam, Brezilya, Mısır, Suudi Arabistan, Güney Afrika gibi ülkelerin Asya’dan yükselen yeni uygarlığa yanaşma ile eski sistemde yalpalayan çelişkilerini Asya Çağı lehine çözecektir.

ABD evet bugün, 1950’lerden beri kurduğu uluslararası düzenin avantajıyla hâlâ elinde askeri, siyasi ve ekonomik olarak çok boyutlu güç bulundursa da artık gerileyen bir kuvvettir. Kurduğu uluslararası düzen çatırdamaktadır.

Dünya halkları, çok kutuplu bir uluslararası sistem inşa etmek için büyük adımlar atarken, ABD’nin emperyalist politikaları karşısındaki direniş ve başarı şansları da her geçen güçlenecektir. Bu yeni dönemde ABD, küresel hegemonyasını koruyabilmek adına iç çatışmalarıyla mücadele etmek, dış politikada ise daralan manevra alanı ile yüzleşmek zorundadır. Bu bağlamda, ABD’nin küresel düzeni tek başına kontrol etmek anlamındaki “dünya jandarmalığı”, artık gelişen dünya halklarının ve devletlerin çok kutuplu bir geleceği şekillendirdiği yeni bir döneme girdiğimiz aşikârdır.

Sonraki Haber