‘Asya üretime odaklandı cari fazla verdi’

İktisatçı Prof. Dr. Sumru G. Altuğ, 'Doğu ve Güneydoğu Asya ülkeleri hep cari fazla vermeyi bildiler, her dönem üretim zincirlerinde yükselebildiler. Tabii bu belli planlar ve hedefler çerçevesinde oldu.' dedi.

Türkiye ekonomide yeni bir patikaya girdi. Türkiye Ekonomi Modeli tam anlamıyla terk edilmese de Ortodoks politikalar temelli bazı adımların atılacağı “rasyonel zemine dönmek” ifadesiyle ilan edildi. Zikzaklı bir büyüme çizgisi izleyen Türkiye'nin geçen yıllar içinde küresel rekabette üstünlük sağlayacak ve halkın refahını “kurdan bağımsız” artıracak politikalar geliştiremediğini son bir yılda yaşanan gelişmelerden anlıyoruz. Bu ortamda, uluslararası alanda atıf yapılan birçok akademik çalışması bulunan, farklı ülkelerdeki saygın üniversitelerde dersler vermiş iktisatçı Prof. Dr. Sumru G. Altuğ ile Türkiye'nin makro ekonomik sorunlarını ve izlemesi gereken ekonomi politikalarını konuştuk.

KRİZLERLE ANILAN BİR ÜLKE

Türkiye burjuvazisi 80 sonrası liberalleşme ile bir sanayileşme hamlesi yapamadı. Bu ataletin sebebi nedir?

Bu soruyu ben son günlerde tekrar düşünmeye başladım. Aslında anaokuluna ABD’de başlayıp, liseyi ve bir süre üniversite hayatını Türkiye’de geçirmiş biriyim. 1976 yılından itibaren ABD’ye dönüp üniversite eğitimimi, doktoramı ve akademik hayatımın önemli bir kısmını ABD’nin en parlak kurumlarında başarı ve ödüllerle tamamladım. Neredeyse 20 yıl aradan sonra 1994'te Bilkent Üniversitesi Ekonomi Bölümünün daveti sonucu Türkiye’ye döndüm. Erdem Başçı gibi parlak Bilkent öğrencilerinin de dinlediği güzel bir seminer verdimse de Bilkent’teki muhasebe bölümü bana yol paramı ABD doları cinsinden değil TL olarak ödemek istedi! ABD’ye döndükten sonra anladım ki Türkiye’de 1994 finansal krizi patlak vermek üzereydi. Yine 2000-2001 yılları arasında İngiltere'nin önemli kurumları arasında yer alan York Üniversitesi'nde profesör olarak çalışırken bu sefer 2000-2001 finansal krizinin patlak verdiği duyumunu aldık. Koç Üniversitesi'ne döndüğüm 2000’li yıllar ise Kemal Derviş’in devreye aldığı IMF programının uygulanması ve tartışılması ile geçti. 2000’li yılların sonunda Batı ülkelerinde patlak veren 2008-2009 küresel finansal krizi ana gündem oldu. O krizin sonucu olarak Çin’in dünyada ikinci büyük ekonomi olarak sahneye çıkması ise bugün hâlâ tartıştığımız ve dünya dengelerini değiştirmeye başladığı konu. Türkiye’de ise cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmaları, 2016’daki darbe girişimi ve 2018’de cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş gündeme damga vurdu.

BU ELİTLERLE SANAYİLEŞME OLMAZ

Sorunuzu başka türlü yanıtlarsam; Türkiye'de krizler -siyasi olsun, iktisadi olsun- gündemden hiç düşmedi. Bir iktisatçı dostumun “Krizden Krize Türkiye” adlı makaleyi yazdığını görünce epey şaşırmıştım. Biz iktisatçılar olarak krizleri inceleyen kişiler miyiz, yoksa toplumu ileri götürecek büyüme ve kalkınma politikalarını devreye koyacak gruplar mıyız? Demek istediğim o ki, Türkiye'de egemen güçler ya da toplumun değişik kesimlerine hitap eden politikacılar ve hatta akademisyenler ve düşünürler uzun yıllar kendi aralarındaki ihtilafları bir kenara koyup Türkiye'nin bir İspanya gibi, G. Kore gibi, bugün eski Doğu Blokundaki Polonya gibi büyümeyi ve kalkınmayı esas alan siyasetler uygulayamadılar. Bu soruyu bir anımla bitireyim: 1960'da ailem ABD Boston'a yeni gelmişti. Ben de epeyce akıllı bir kız çocuğu olarak ABD TV kanalını seyrediyordum. Birden ekrana Adnan Menderes'in darağacındaki görüntüsü çıktı. Babam televizyonu hızla kapattıysa da o görüntü benim hâlâ aklımda. Bizde egemen güçler birbirlerini darağacına göndermeye, her 10 yılda bir darbe yapmaya, Türkiye'nin en parlak gençlerini sol-sağ çatışmaları ya da inanç bazlı tartışmalarla heba etmeye hiç çekinmediler. Böyle elitler nasıl sanayileşme hamlesi yapsın ki?

ASYA ÜRETİM EKONOMİSİYLE CARİ FAZLA VERDİ

Türkiye ucuz ham madde ihracatı, turizm ve tekstil yani hazır giyime endeksli dış ticareti ile yeni dünyada gücünü koruyabilir mi?

Koruyamaz. Türkiye’nin dünyaya açıldığı 1980’li yıllardan itibaren cari açığı hiç gündemden düşmedi. Yine ülkedeki iktisatçılarımız cari açık üzerine sayısız makale kaleme aldılar. Ama cari açık bir sonuç, başka nedenlerle ortaya çıkmış bir olgu. Doğu ve Güneydoğu Asya ülkeleri ihracata ve üretime dönük politikaları ile hep cari fazla vermeyi bildiler, her dönem üretim zincirlerinde yükselebildiler. Tabii bu belli planlar ve hedefler çerçevesinde gerçekleşti. Sonradan serbest piyasaya fazla müdahale ettiği gerekçesiyle eleştirilse de Japonya da Ministry of Trade and Industry (MITI) özel sektörü yönlendiren kalkınma politikalarını devreye soktu. Ar-Ge harcamalarını çok yüksek tuttular. Adını vermeyeceğim G. Koreli bir sanayi devinde Ar-Ge harcamaları toplam satışlarının yüzde 8’ini buldu. Son yıllarda Ar-Ge harcamaları artsa da, Doğu ve Güneydoğu Asya ülkelerinin 1960’lı yıllardan beri yakaladığı ivmeyi Türkiye ekonomisi yakalayamamıştır.

BU ŞEKİLDE KALKINAMAYIZ

Şevket Pamuk ve Alpay Filiztekin ile 2008 yılında European Review of Economic History adlı dergide bastığımız, Türkiye’nin 1880-2005 yılları arasındaki büyüme hikayesini ele alan makalede (https://academic.oup.com/ereh/article-abstract/12/3/393/395634?redirectedFrom=fulltext), Türkiye, G. Kore, İspanya, Portekiz, İtalya gibi Güney Avrupa ülkeleri ve Latin Amerika'daki kişi başı gelir ile ABD ve Batı Avrupa’nın kişi başı geliri oranına baktık. 1960'da bu oran G. Kore icin yüzde 10, G. Avrupa için yüzde 40 ve Türkiye için yüzde 20’ler civarında iken 2000’li yılların başında G. Kore kişi başına gelirini ABD ve Batı Avrupa kişi başına gelirinin yüzde 60’ına, G. Avrupa ise yüzde 70’ine çıkarmayı başarırken Türkiye halen yüzde 20’lerin biraz üzerinde salınmaktaydı. Bu dönemde Latin Amerika ülkelerinin kişi başına gelirini ABD ve Batı Avrupa’ya göre yüzde 40’tan yüzde 20’lere düşürmesi de Türkiye için bir teselli olarak görülmemeli. Bu hesapları Küresel Finansal Kriz sonrası için tekrarlamadık ama Ufuk Akçiğit’in 2023 yılında yaptığı benzer hesaplar, 1960’larda ABD’nin kişi başı gelirine oranla Türkiye'nin gerisinde olan G. Kore, Singapur, Polonya, Şili, Çin ve Litvanya gibi ülkeler 2021 yılında Türkiye’nin önüne geçtiğini göstermektedir.

Türkiye bu şekilde geri kalarak ilerleyebilir mi?

HÂLÂ KUR-FAİZ-ENFLASYON TARTIŞIYORLAR!

Enflasyon meselesi ülkede bir hayat pahalılığı krizine dönüştü. Verimsiz bir ekonomik düzende olduğumuz kesin. Makro anlamda sorunların çözümü için hangi adımların atılmasını önerirsiniz?

Yukarıda anlattığım gibi 1995 yılında Türkiye'ye Koç Üniversitesi'nde çalışmak üzere döndüm. Daha önce bulunduğum akademik ortamlarda çalışılan konular makroekonominin her alanına yayılmıştı. Büyüme ve yapısal değişim modelleri, tüketim davranışlarını ekonomi ve kişisel bazda anlamaya çalışan modeller, reel yatırımların belirleyicileri, vergi politikası, ticaret ve açık ekonomi modelleri, işsizlik ve fiyatlama davranışları bunların arasındaydı. Tabii mali ve para politikalarının nasıl düzenleneceği de makro iktisatçıların her daim ele aldıkları konular arasındaydı. Türkiye'ye döndükten sonra akademik ve politika camiasında tanık olduğum olgu ise, kur-faiz-enflasyon üçgeninin alabildiğine tartışıldığı idi. 2023 yılına geldiğimizde ise, bu konuların hâlâ Türkiye'de tanınan belli akademisyenler tarafından sosyal medya hesaplarında, gazete köşelerinde, hatta televizyon programlarında alabildiğine tartışılmasına gerçekten anlam veremiyorum. Son zamanlarda tartışma “Ortodoks” para politikasını savunanlar ile “Nas ekonomisi”ni destekleyenler arasındaydı.

ORTODOKS POLİTİKA PAHALILIK KRİZİNE NASIL ÇARE OLACAK?

Son olarak Mehmet Şimşek ve Hafize Gaye Erkan’ın atanmasıyla daha Ortodoks politikalara dönüş olacağı sinyali verilmişse de bunun ülkeye “para çekmek” ve döviz sıkışıklığını gidermek için yapıldığı dile getirilmektedir. Bu amaçların elde edilip edilmeyeceği bugünkü uluslararası finansal ortamda belirsizliğini korusa da bu tartışmaların Türkiye'nin enflasyon ve hayat pahalılığı krizine nasıl katkıda bulunacağı da anlatılmamaktadır. Bir kere enflasyon talep ve arz faktörlerinin birleşmesinden ileri gelmektedir. Faiz artışı kısa vadede talebi kısarak enflasyonu aşağı çekse de orta ve uzun vadede ülkenin üretim kapasitesi ve üretim yapısı önem kazanmaktadır. Burada ise, emek ve toplam faktör verimliliği, üretimin teknolojik içeriği, enerji kullanımının cinsi ve etkinliği, lojistik kaynakların kullanımı, altyapının niteliği ve örgütlenmesi ve belki de en önemlisi, insan sermayesinin gücü ve etkinliği yer almaktadır. Dolayısıyla etkin bir makroekonomik politika ortamı çok yönlü politikalardan oluşurken parasal politikalar ve kur hareketlerini belirleyen düzenlemeler bu tür politikaların gerekli ama yeterli olmayan unsurlarıdır.

GÜNEY KORE MERKEZ BANKASI BAŞKANINA BAKINCA....

Türkiye'nin dünyaya anlatacağı bir kalkınma hikayesi olduğunu düşünüyor musunuz?

Görmüyorum desem bana kızar mısınız? Avrupa'nın var. Avrupa bütünleşmesi sayesinde daha geri sayılabilecek güney bölgelerindeki geliri yükselttiği gibi şimdi doğusundaki ülkelerin ekonomilerine yöneldi. Çin son 40 yılda kişi başına geliri 5 katına çıkardı ve imalat devi oldu.

G. Kore, Tayvan, Hong Kong, Japonya gibi doğu Asya ülkeleri hızlı trenleri, ileri teknoloji üreten firmaları, dünya çapındaki üniversiteleriyle birer teknoloji harikası olarak ortaya çıktılar.

Başka bir yönden bakarsak, gelişen ülkeler için en önemli unsurlardan biri doğrudan yabancı yatırım (DYY)’dır. Bu açıdan, 2021 yılında Polonya GSYH’sina oranla yüzde 5.6 DYY çekmiş, Meksika yüzde 2.6, Çin son yıllarda yabancı sermayeye daha az cazip gelse de yüzde 1.9 oranında, Türkiye ise yüzde 1.6 oranında DYY elde etmiştir. Kaliteleri açısından olmasa sayıları açısından Çin, ABD’yi patent ve bilimsel makale sayısı açısından geçmiştir. Türkiye bölgesinde belli bir etkinliğe sahiptir. Örneğin Merve Baysoy ile yaptığımız mekansal büyüme çalışmasında Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinde Türkiye kendi büyümesinin başka ülkelerdeki büyümeyi ticaret ağları üzerinden tetikleyen 3 ülke arasında yer almaktadır. Türkiye dışındaki diğer iki ülke Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'dir. Ancak son yıllarda görülen toplumsal ayrışma, para politikalarının niteliği konusundaki tartışmalar ve geri dönüşler, 5 yılda 5 merkez bankası başkanının değişmesi gibi ekonomik politikalarda belirsizliğe yol açan gelişmeler Türkiye'nin büyüme hikayesini zedelemektedir. Geçen gün bir iktisatçı dostumla konuşurken G. Kore Merkez Bankası Başkanının kim olduğunu bilip bilmediğini sordum, bilemedi. Oysa merkez bankası başkanı devletin ekonomi bürokrasisi içinden yetişmiş çok yetkili ve bilgili bir kişi olarak ortaya çıktı.

Sonraki Haber