Asya’nın önlenemeyen yükselişi
Salgın ile birlikte yeni bir döneme girileceği, klasik yaşam şekillerinin radikal değişime uğrayacağı, ticaretin hemen hemen tamamen dijitalleşeceği açıktır. Yeni duruma en hazır ülkeler, başta Çin olmak üzere tüm kıyı Asya ülkeleridir. Hatta lojistik yollar üzerinde bulunması nedeniyle Orta Asya ülkelerinde dâhi ciddi bir sıçrama gözleneceği kuşkusuzdur.
Kovid-19 salgını tüm dünyada ezberleri bozdu. Siyaset bilimcilerin, stratejistlerin, fütüristlerin ajandalarını sil baştan güncellemesi gereken bir tablo ortaya çıktı.
Salgınla birlikte başlayan bu sürece yeni kaos düzeni, yeni normal, ‘big reset’ gibi isimler takanlar var. İsmi ne olursa olsun artık saklanamayan bir gerçekle karşı karşıyayız; o da Batı’nın yıldızı sönerken Doğu’nun güneş gibi parlamaya başladığıdır. Peki, Batı neden çöküşte?
Sağlık sisteminin erişilebilirliği, insan hayatına ve haklarına verilen önem, hukuk sisteminin güvenirliği, geleceğe güven gibi enstrümanlar bir medeniyetin gelişmişlik düzeyini gösterir. Vahşi kapitalizm ve sömürge anlayışı üzerine kurulmuş Avrupa ülkeleri ile ABD, modern kölelik sektörünün erozyona uğraması, insana saygının askıya alınması ve riyâkarâne sosyal politikalar nedeniyle temel dinamiklerini yitirmeye başladı.
Somut bir örnek üzerinden gidelim. Afrika’da bugün Çin ve Türkiye etkisi giderek artıyor. Afrikalılar, Fransız yüzü görmek istemiyor, İngiliz bayrağına selam durmak istemiyor, Hollanda boyunduruğu istemiyor, Belçika vahşetini görmek istemiyor. Afrikalılar kalkınmak istiyor, insanca yaşamak istiyor, kendi topraklarına sahip olmak istiyor. Afrikalılara istediklerini verebilecek olanlar Batılılar değildir. Bu, Batının işine gelmez. Batı, olanca zulmü ve vahşetiyle Afrikalıları doğramıştır, gözünü kırpmadan milyonlarca masumun canına kıymıştır. O hâlde Afrika’da Batının geleceği yoktur. Vahşetin sonlanmasıyla ortaya çıkan insanlık özleminin ise bir şekilde giderilmesi, kara kıtaya destek çıkılması gerekmektedir. İşte bu noktada Çin ve Türkiye’nin almakta olduğu inisiyatifin değerine paha biçilemez.
Asya’nın yükselişi sadece Batı’nın çöküşüne bağlı denemez. Evet, Batı salgın sürecinde kamu düzenini sağlamakta olağanüstü zorluk çekmiştir; ölüme terk edilen ihtiyarlar, bitmek bilmeyen sokak gösterileri, sonucu kesinleştirilemeyen başkanlık seçimleri ve daha birçok olumsuzluk Batı'nın medeniyet hanesine negatif puan olarak yazıldı. Ancak Asya’nın, özellikle de Uzakdoğu diye tabir edilen Çin ve civar ülkelerin yükselişinde söz konusu ülkelerin kendi öz kaynaklarını en optimum derecede kullanılmalarının büyük payı var.
Bir defa nüfus, tartışmasız büyük bir avantajdır. Nüfusu gerilemekte olan Batı ülkelerinin nasıl panik yaşadığını görmekteyiz. Elbette nüfusun vasıflı olması ayrı bir önem kesbediyor. Ama bu da zaman içinde giderilemeyecek bir handikap değildir. Asya’nın nüfus avantajı, eğitimli, bilinçli, disiplinli, çalışkan, farkındalığı yüksek, özetle vasıflı bir hâl aldığı zaman Avrupa’nın da ABD’nin de esamisi okunmaz zaten.
TÜRKİYE YERİNİ BULACAK
Asya’nın diğer bir avantajı, coğrafyasının cömertliğidir. Verimli ovalarla, sulak arazilerle, ormanlarla, su kaynaklarıyla dolu geniş coğrafyalara sahip Asya ülkelerinin yükselişi önlenemez. 1960’da yıkıma uğrayan Vietnam’ın bile üretimde ne denli yol kat ettiği yadsınamaz bir gerçektir. Geniş coğrafyalar sadece tarımsal altyapıyı güçlendirmekle kalmıyor, zengin ve çeşitli maden rezervleri gibi kıymetli doğal kaynaklara erişim şansını da arttırıyor.
Saydığım avantajlar, enerjik iş gücü ve doğru planlama ile birleşince kalkınmamak için geriye bir sebep kalmıyor.
Salgın ile birlikte yeni bir döneme girileceği, klasik yaşam şekillerinin radikal değişime uğrayacağı, ticaretin hemen hemen tamamen dijitalleşeceği açıktır. Yeni duruma en hazır ülkeler, başta Çin olmak üzere tüm kıyı Asya ülkeleridir. Hatta lojistik yollar üzerinde bulunması nedeniyle Orta Asya ülkelerinde dâhi ciddi bir sıçrama gözleneceği kuşkusuzdur. Böyle bir tabloda bölgesel işbirlikleri stratejik önem taşıyacaktır. Avrupa Birliği'nin anlamsızlaştığı, Birleşmiş Milletler'in meşruiyetinin sorgulandığı, ABD’nin gözle görülür bir çöküşte olduğu bir dönemde Asya’dan yükselecek yerel ya da bölgesel tüm güç odakları, dünya siyasetine damga vurmaya namzettir. 8 milyar insanın gözü önünde yeni bir dünya kurulmaktadır ve Türkiye de hiç şüphesiz yeni dünyada kendine en uygun yerde konumlanacak ve hamlelerini buna göre –akıllıca- yapacaktır.
(*) Fetullahçı Terör Örgütü ile Sivil Mücadele Platformu Toplumsal Adalet ve Yardımlaşma Derneği Genel Başkanı