Atatürk, Afganistan ve Sadabat Paktı

Atatürk’ün Samsun'a çıktığı yıl 1919’da Afganistan’a bağımsızlığını kazandıran Emanullah Han, 1921'de SSCB ve Türkiye ile dostluk, 1922'de İran'la saldırmazlık ant-laşması yaptı. Ayrıca 1921 Türkiye Anayasası'nı örnek alarak hazırlattığı Afgan Anayasası'nı 1923'te yürürlüğe soktu. Emanullah Han 1928'de ziyaret ettiği Türkiye, Mısır ve Hindistan'dan ülkesine dönünce, yasama reformu ve kadınlara siyasi haklar tanınması gibi yeni tasarıları açıkladı. Bunun üzerine bazı tutucu kesimlerin sert tepkisiyle karşılaştı. Kasım 1928'de Celalabad'da patlak veren bir aşiret ayaklanması sırasında ünlü bir aşiret lideri olan Baççe-i Sakov, başkent Kabil'i ele geçirdi ve kendisini hükümdar ilan etti. Emanullah Han tahtı yeniden ele geçirmeyi denediyse de başarılı olamadı ve Afganistan'dan ayrılmak zorunda kaldı.

Daha sonra Nadir Şah'ın 19 yaşındaki oğlu Muhammed Zahir Şah tahta çıktı ve 1933'ten 1973'e kadar hüküm sürdü. O dönem Afganistan, Müslüman devletler Türkiye, Irak Krallığı ve İran ile de yakın ilişkiler sürdürdü ve Atatürk’ün öncülük ettiği, 8 Temmuz 1937 tarihinde Tahran'da Sadabat Sarayı'nda imzalanan dörtlü saldırmazlık paktına katıldı. Sadabat Paktı'nın en önemli yanı ülkelerin bağımsızlıklarını vurgulama istekleriydi. Taraflar antlaşmada birbirlerinin iç işlerine karışmayacaklarını, ortak çıkarlarını ilgilendiren konularda danışacaklarını, birbirlerine karşı saldırıda bulunmayacaklarını ve sınırlarının korunmasına saygı göstereceklerini taahhüt etmişlerdir. Ayrıca kendi sınırları içinde diğer imzacı tarafların düzen ve güvenliğini sarsmak veya politik rejimini bozmak amacıyla silahlı çeteler, birlikler veya örgütlerin kurulmasını ve eyleme geçmelerini engellemenin sözünü verdiler. Bu, Kürt sorununun emperyalizm tarafından kaşınmasına karşı bir tedbirdi.

İŞGALLER DÖNEMİ

Kral Zahir Şah, babası Nadir Şah gibi modernleşmeyi sürdürürken ulusal bağımsızlığı koruma, milliyetçilik duygusu yaratma ve Birleşik Krallık ile ilişkileri geliştirme politikasını uyguladı. Ancak Afganistan, ne Dünya Savaşında ne de Soğuk Savaş sırasında tarafsız kaldı. Afganistan, Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri’nin savaş sonrası dönemde Afganistan'ın ana otoyollarını, havaalanlarını ve diğer altyapısını inşa ederek nüfuz için yarıştığı rekabetten yararlandı. 1973 yılında Kral İtalya'dayken Davud Han, kansız bir darbeyle monarşiyi kaldırarak Afganistan'ın ilk Cumhurbaşkanı oldu. Kişi başına bazda Afganistan, Sovyetlerden en çok kalkınma yardımı alan ülke oldu. Afganistan, her iki Soğuk Savaş düşmanıyla da iyi ilişkilere sahipti. Davud Han bu durumla, “Amerikan sigaralarımı Sovyet kibritleriyle yakabildiğimde kendimi en mutlu hissediyorum.” diyerek dalga geçmiş .

Nisan 1978'de, komünist Afganistan Demokratik Halk Partisi (PDPA), dönemin Cumhurbaşkanı Muhammed Davud Han'a karşı Saur Devrimi olarak adlandırılan kanlı bir darbeyle Halkın Demokratik Partisi iktidarı ve Afganistan Demokratik Cumhuriyeti'nin kuruluşunu ilan etti. Sovyetler Birliği'nin PDPA'yı desteklemek için binlerce askeri danışman göndermesi ve 1979'da gerilla mücahitleri ve daha küçük Maoist gerillaların direnişi, iç savaş durumunu yarattı. Pakistan hükümeti tarafından bu isyancılara gizli eğitim merkezleri sağlanarak, 2 bin FIM-92 Stinger karadan havaya füze de dahil olmak üzere milyarlarca dolar nakit ve silah sağlanarak isyancılar desteklendi. Dokuz yıl süren savaş, 562 bin ile 2 milyon arasında Afgan'ın ölümüne neden oldu. 6 milyon insan yerinden yurdundan edildi. Sovyetlerin geri çekilmesinden sonra, 1992'de Halkın Demokratik Partisi lideri Muhammed Necibullah yönetimi çökünceye kadar iç savaş devam etti. Bu dönemde geleneksel güç iktidar yapısı, yaşlı heyetlerinden, aydınlardan ve ordudan, savaş ağalarının eline geçmişti. CIA Sovyetleri kuşatma çerçevesinde buraya Soğuk Savaş için uyarlanmış yapay çarpıtılmış İslam ideolojisi aşılamış ve şiddet örgütlerini sevk etmişti. En meşhurları Usame bin Ladin idi. Bush ailesi ile Ladin, Suudi Arabistan’da iş ortakları idiler. Afganistan’dan Sovyetler çekilip dağıldıktan sonra çok sert bir güç kavgası başladı. 1994’te kurulan Taliban, bu mücadeleden en güçlü şekilde çıkan yapı oldu. CIA’nın Afganistan’da 1980’lerden beri çeşitli kışkırtmalarıyla tüm dünyada ve Türkiye’de de sağ sol öğrenci hareketleri arasında yaptıkları gibi İslami örgütler fanatik silahlı toplumsal normlara, geleneklere uymayan aşırı şiddet kullanan bir çizgiye çekildi. Bilindiği gibi Taliban, Türkçede de kullandığımız talebeden geliyor. Bu ve buna benzer İslami inanç-lı insanlar ve gençler, emperyalizm, komünizm ve ulusal kurtuluş mücadelelerine karşı dünyanın her yerinde çeşitli tarikatlar ve kisveler altında pazarlandı ve örgütlendi. Bu öğrencilerin okuduğu aşırı şiddete teşvik eden ‘bu kılıç’, ‘bu kılıçla amcam Rus kafası kesiyor’ gibi okuma pasajları bulunan “Cihat’ın Alfabesi Kitabı” gibi kitaplar, Penn Üniversitesi akademisyeni Ali A. Olomi'ye göre, önce mücahitlerin yeteri kadar şiddetli savaşmadıklarını düşününen CIA tarafından, Amerikan üniversitelerinde hazırlatıldı ve USAID gibi ABD yardım kuruluşlarına dağıtıldı. Bu kitapların bazılarının daha sonra Taliban tarafından da kullanıldığını Washington Post gazetesi bile yazdı. CIA, kimini FETÖ gibi sözüm ona diyalog yapan ılımlı İslam için, kimini de El Kaide gibi daha özel görevler için hazırladı, silahlandırdı ve fonladı. Ne acı ki bu tür örgütlerin iç çatışmalarında 1991’le 2001 arasında yarım milyon Afgan öldü, ülke tahrip oldu.

Ekim 2001'de ABD, 11 Eylül saldırılarının baş şüphelisi Usame Bin Ladin'i teslim alma bahanesi ile jeopolitik olarak ‘Büyük Oyun’dan bu yana önemli coğrafya ve kaynaklara sahip Afganistan'ı işgal etti.

BAĞIMSIZ AFGANİSTAN

Şimdi Afganistan’da yaşanan durum sadece bir 20 yıllık işgalin sona ermesi durumu değildir. Bu, yukarıda çok kısa olarak yazdığımız uzun tarihin, gözümüzün önünde yaşanan önemli bir dönemecidir. Tarih ve sosyal mücadeleler yüzyıllar boyunca sürer ve birbirine bağlıdırlar. Tüm dünya politik ve ekonomik olarak birbirine bağlıdır. Bu tür Vietnam bozgunu ve benzeri önemli bir olay, dünya jeoplitiğini etkileyecektir. Ekim 2001’de olan işgali, bir teröristi yakalama ve kadınları kurtarma operasyonu olarak görmek, Taliban’ı ve Afgan toplumunu üretim ilişkilerinden ve dünya sisteminden koparıp karikatürize ederek ilkel görmek, yukarıda anlattığımız neredeyse iki yüz yıllık acı mücadeleler, onurlu ülke savunması ve zafer dolu Afgan tarihini yok saymak olur. Ayrıca ulusal gururlarını ve tarihlerini de görmemezlikten gelmek olur. Bağımsızlık her ülkenin hakkıdır ve yönetim şekillerini o ülkenin kendi halkı belirler. Türkiye Cumhuriyeti Kurtuluş Savaşı’nı yaptığı zaman işgal eden ülkeler de sözüm ona azınlıkları kurtarmak ve gericiliği bitirmek için gelmişlerdi. Hem içtekilerin, hem de yabancıların düşüncelerine göre Türkler, kendilerini yönetmekten acizdiler. Büyük Nutuk’ta Atatürk manda taraftarları ve iş birlikçilerinin bir çok ince detayını, yüzlerce belge ile anlatır. Nutuk’u okumayan Afganistan’ı da anlayamaz.

Karl Marx 1852'de yazdığı Louis Bonaparte'ın On Sekiz Brumaire kitabında, “Tüm büyük dünya, tarihsel gerçeklerin ve şahsiyetlerin, tabiri caizse iki kez ortaya çıktığını” belirtir ve ekler: “İlk kez trajedi olarak, ikinci kez saçmalık olarak.” 170 yıl önceki İngiliz İmparatorluğu’nun Afgan bozgunu ne kadar da bugüne benziyor. Dağıtılan rüşvetler, yolsuzluklar, kötü yönetim, çekilme anlaşmaları, aniden kaçmalar ve telaşla karar veren yaşlı komutanlar, başkanlar vs. Ne kendi tarihini ne Afgan tarihini bilenler, doğal olarak Cumhuriyet Kadınları Derneği'nin Afganistan’nın bağımsızlık mücadelesini kutlamalarını hoş görmezler. - BİTTİ -

Sonraki Haber